4 Ocak 2013 Cuma

Hüseyin Rahmi Gürpınar - Hayattan Sayfalar

(Vaka Büyük Harp [1914-18] öncesinde geçmiştir.)

Böyle bir ibare var. O zamanın İstanbul'u nasıldı, şöyleydi ki boku yemişti. Şeker, yağ vs. fiyatları uçmuş, yiyecek yok, para yok. Beyoğlu gibi yerlerde Rumlar, Ermeniler at koşturuyor. Bunların ele alınışı böyle en azından, görmediğimiz için bir şey söyleyemiyoruz. Yakup Kadri'ye, Kemal Tahir'e bakarsak çok feci manzaralar var ki doğrudur, zira onca savaşın ağırlığı altında ezilmiş halkın yaşama kaygısı ahlakın önüne geçebilir, son derece doğal. İşte kızlar fahişelik ediyor, erkekler daha beter. Toplumun her tabakası ayrı bir bokun içinde, üst sınıf hariç. Üst sınıf her koşulda yolunu buluyor.

Edirnekapı'nın ayrıntılı bir tasviriyle giriyoruz. Koca kapılar, kahveler, sokaklar. Hepsinde yoksulluğun, durağanlığın izleri var. Manzara şu: "(...) Topuzun üstündeki duvar yüzüne yirmi otuz aileye yuva olacak tahta güvercinlikler yaptırılmış. Bu yuvacıklar tamamıyla dolmuş. Her yıl artan bu ailelerin fazla nüfusu taş kemerin bütün deliklerini, kovuklarını kaplamışlar. Fakat açıkta kalanlar da var. Her zaman birkaçını, topuzun sapı, yahut güllesi üzerinde bir tarih sembolü gibi kabarmış, düşünür veya uyuyor görürsünüz." (s. 187)

Hacer ve Sabire böyle bir ortamda yaşamaya çalışan iki fakir. Burada önemli olan Hacer. Yosma eskisi, bir de cenazelerde dua okuyarak, ağlayarak para kazanıyor. Hacer'in kızı var, Hürmüz. Hacer bu kızı zengin birine kakalamak niyetinde ama Hürmüz birinden hamile kalmış, bunu öğrenen Hacer kıyameti koparıyor, sonra kızı kakalayacak bir kapı buluyor: Yaşlı bakkal. Aylar geçiyor, bebek doğuyor ve bebeği öldürüp gömüyorlar. Kapaktaki sahne de bu gömme sahnesi. Hacer bir an için ne halt ettiğini düşünüyor ama o kadar, bebeği gömüp uzuyorlar. Olaylar kabaca böyle. Arada bir cenaze merasimi sahnesi var, bir kavga sahnesi var, tam Gürpınar manzaraları. Diyaloglar, sürtüşmeler, atışmalar.

Gürpınar'ın ölümle ilgili fikirleri de bayağı bir yer tutuyor ama şurası özellikle dikkat çekiyor: "Garbın medeniyet görünüşlerindeki sanat, süslemeyle daha çok sanat, şarkta ise tabiattır. Bu sır, mezarlıklarımızın tetkikiyle kendini gösterir. Büyük mezarlıklarımıza bakınız. Ne görürsünüz: Etrafına duvar, sadece bir çit ve hatta en basit bir parmaklık çevirmek gibi iptidai hiçbir yapı içinde bulunmaksızın kırlara ulu orta ölülerimizi gömmüş, üzerine kim olduğunu gösteren yazılı taşlar dikmişiz. Sonra ne gözcü, ne bekçi, hemen bir daha buraların semtlerine uğramamışız.

Düzeltmek için bir mühendisin fen eli buralara girmemiş. Ne yol, ne tarh... hiçbir şey... Herkes bir yeri kazdırıp ölüsünün gömdürmüş. Şimdi bir mezarı ziyaret etmek, orada yatanları çiğnemeden yapılamaz. Bunda da bir usul, nizam tutturamamışız. Her işimiz yolsuz, hatta ahiretimiz bile..." (s. 209)

Son olarak ölü bebeği konuşturarak ders veriyor Gürpınar, Ahmet Midhat tarzı.

"Dünyaya gelişimle anneme bir piç doğurtmuş oldum. Büyük ninemi katil ettim. Kendim öldürülmüş oldum. Eğer vücudumun dünyaya gelişi bir cinayetse bunda üç ortak var: Babam, annem, tabiat. Beni niçin öldürdüler? Ey sevdalılar, aşkınızın vereceği mahsulü namus ve kanun sayfalarında yer hazırlamadan önce birbirinizin kollarına atılmayınız." (s. 257)

Güzel bir dönem romanı, evet.

1 yorum:

  1. Türk klasiklerimiz de çok değerli kitaplar. Onlarında zaman zaman unutulmaması ve alıp okunması gerekli. Sizi bu nedenle kutluyorum. sevgilerimle

    YanıtlaSil