Harold Bloom etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Harold Bloom etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

28 Ekim 2019 Pazartesi

Harold Bloom - Etkilenme Endişesi

Alt başlık: "Bir Şiir Teorisi". Bloom geçtiğimiz günlerde hayatını kaybetti, ardında bıraktığı otuza yakın metinden ikisi dışında Türkçeye çevrilen metni yok. Kurmacaları da varmış ama esas olarak eleştirileriyle biliniyor, Batı Kanonu huysuz ve bilge bir ihtiyarın edebiyata Batı'dan bakışını içeren ilginç bir metindi örneğin. Belki kendisinin bulduğu bir kavram olan "yanlış okuma" üzerinden gideceğim ama bu "etkilenme endişesi" dediği nanenin yüzyıllara yayılan izini sürdüğünü söyleyebilirim o metinde. Shakespeare'in "insanı icat etmesinden" sonra başka türlü icatlara çatallanan uzun bir yolu aydınlatıyordu Bloom, sanatçıların birbirleri üzerindeki etkilerini ortaya çıkararak bir kanon yaratıyordu. Bu metinde zincirlerin birbirine geçtiği noktalara odaklandığını söyleyebiliriz, "tüm samimiyetiyle nefret ettiği" Heidegger'in bir düşünceyi en ince ayrıntısına kadar düşünmek üzerine fikirlerinden etkilendiğini ve böylece etkilenme üzerinde durabildiğini belirtiyor. Sonu olmayan bir olay; Shakespeare kendi karakterlerinden başka karakterler yaratacak kadar etkileniyordu metinlerinden, yazarın kendi yaratılarından ilham alması etkilenmeye dahil. Yazdığı bir öyküdeki karakterleri başka metinlerinde açan, genişleten ve hatta roman kahramanı haline getiren yazarlar var, bizde İnci Aral örnek gösterilebilir. Bunun yanında gündeliğin olağanüstülüğünden de etkilenebiliyor sanatçılar, Bloom buna örnek olarak Shakespeare'in bir güneş, iki de ay tutulmasını metinlerine taşıdığından bahsediyor ve şu çıkarıma varıyor: "Yıldızlardan kaderlerimize ve kişiliklerimize doğru akış 'etkilenme'nin ilksel anlamıdır — Shakespeare karakterleri arasında kişiselleştirilen bir anlam." (s. 10) Bir "yanlış anlama" örneği de veriyor arada, hukuki bir terimin Shakespeare tarafından kasıtlı veya bilinçsiz olarak başka anlamlar kazanacak biçimde kullanıldığını söylüyor. Çoğu örneğini Shakespeare'in metinlerinden sunuyor Bloom, Batı'nın kanon yaratıcısına saygılarını sunmaktan imtina etmiyor. "Önsöz" bölümünde sıklıkla Shakespeare'den bahsetse de asıl bölümde Shakespeare'in esamesi okunmuyor, metnin ilk yazıldığı 1967'de Shakespeare ve özgünlük üzerine düşünmeye henüz hazır olmadığını söylüyor Bloom, Batı Kanonu'nu yazdıktan çok sonra, 1997'de bu metnin ikinci versiyonu basıldığı zaman Shakespeare'i Marlow'la kıyaslayarak kavramlarını temellendiriyor. Asıl metne ek bir bölüm yazıp oradan buradan Hamlet çıkarmaması şaşırtıcı aslında. Tabii yine Hınç Okulu giydirmeleri var, artık aralarında nasıl bir tartışma geçtiyse Bloom "Yeni Marksistler, Yeni Feministler, Yeni Tarihselciler, Fransızlardan etkilenen teorisyenler" tayfasına "Shakespeare'i bambaşka bir şeye indirgedikleri için" kızgın, Fransızların hiçbir zaman özgünlüğe değer vermediklerini söyleyecek kadar. Şu da var: "Gerek İngiltere'de gerekse de ABD'de devrimci geçinen akademisyenlerin söyledikleri kadar iç bunaltıcı bir çağdaş komedi bilmiyorum. Bunlar Shakespeare'in estetik önceliğini reddederek ya da her türlü estetik önceliğin kapitalist gizemlileştirmeden başka bir şey olmadığını iddia ederek dünyadaki aşağılanmışların ve ezilmişlerin adına konuştuklarını zannediyorlar." (s. 15) Ona göre Shakespeare bütün bunların üstünde ve hiçbir şey onu sınırlayamaz, kendi metinlerinden başka hiçbir şey onu açamaz. Modern yaşamın kitabını yazan Shakespeare çokkültürlü dünyanın temel taşıdır ve direnilemeyen bir endişe olarak etkilemenin merkezindedir, oyunlarına gitmeden ya da metinlerini okumadan ondan etkilenmişizdir. Dolaylı olarak tabii, ondan etkilendiğini bilmeyen veya kabul etmeyen yazarlar tarafından. Kanonlu metinde söylediğini buraya da alıyor Bloom, Freud'un aslında Hamlet kompleksi denmesi gereken buluşundan bahsediyor ve etkinin bilim dallarına kadar yayıldığına işaret ediyor.

İkinci aşamada Marlowe-Shakespeare kıyası var, etkilenme açısından Shakespeare'deki Marlowe izlerini ve hangi noktada Shakespeare'in Marlowe'dan uzaklaştığını, eserlerinin üstünleştiğini görüyoruz. Kısa kısa alayım, Bloom önce ikisinin birbirlerini tanımadıklarını söylüyor, dört yıl boyunca -Marlowe genç yaşta kralın adamları tarafından öldürülene kadar- Londra sahnesine yazmak için rekabet ediyor ama sonraları arkadaş çevrelerinden ötürü tanışmış olabileceklerinden bahsediyor. Birbirlerinden haberdarlar tabii, daha iyisini yazmak için uğraşıyorlar. Bloom'un yorumu şu: "Marlowe asla gelişme kaydetmemiştir ve otuz yaşını görseydi bile asla kaydetmeyecekti. Shakespeare ise haddinden fazla gelişim gösteren biriydi ve sonuna kadar deneyciydi." (s. 19) Shakespeare'in Marlowe'dan etkilendiğini, etkilenme endişesinin ağırlığını taşıyarak etkilendiğini ve yanlış okuma -yaratıcı okuma aynı zamanda- yoluyla çok daha öteye gidebildiğini söylüyor, örnek olarak Shylock'ın Maltalı Yahudi'den doğduğunu ve babasını kat kat aştığını ekliyor. Shakespeare'in enerjisi retorikten, psikolojiden ve kozmolojiden geliyor, bunların muazzam bir karışımından. Karakterler değişime hazır ve açık, Marlowe'un tipe varan karakterlerinden çok daha gerçek. Kaynaklardan yararlanmanın etkisi de var bunda, Bloom'a göre Shakespeare Kutsal Kitap'tan, Ovidius'tan ve Chaucer'dan oldukça etkilenmişti, özellikle Bloom için kurmaca nitelikleri yüzünden en büyük eserler olarak görülen Kutsal Kitaplar her zaman olduğu gibi o zamanlarda da büyük esin kaynağıydı. Shakespeare bu esini Marlowe'un oyunlarından da almıştır ve yüklendiği ağırlığı üzerinden atmak için Marlowe'u kendi oyununda bir karakter haline getirip kaynakla bağlantısını koparmış, kendisi bir kaynağa dönüşmüştür. "Shakespeare'in insanlığı icat etmesinin arkasında Marlowe'un salt bir karikatürist olarak sahip olduğu duygusal güçten daha büyük bir kışkırtma olabilir mi?" (s. 31) "Büyüyen iç benlik" Shakespeare'e ait bir icat, ortaya çıktığı noktadan itibaren gerçekliği ve kurmacayı baştan aşağı değiştirecek kadar güçlü. "Barabas Marlowe'dur, ama Shylock bugün dört yüz yıldır Yahudidir ve hâlâ büyük bir incitme gücüne sahiptir." (s. 39)

Bu mevzu burada kalsın, esas bölüme geçeyim. Bloom öncelikle teorisinin ana hatlarını çiziyor. Daha az yetenekli şairlerin idealize edip tahayyülü güçlü olanların kendilerine mal ettikleri şiirleri ve şairleri borçluluk duygusu doğurmaları açısından ele alıyor. Çok lüzumsuz bir bilgi ama sıkıştırayım şuraya, Vahşi Hafiyeler'de olduğu gibi geçiyordu bu mevzu, damardan gerçekçi tayfanın mottolarından biri. Neyse, şiirin yanlış okunmasından bahsediyor ama bunu şairin sıklıkla kullandığı izleklerden mi, diğer şiirleriyle yapılan kıyastan mı, içerikten mi, nereden çıkaracağımız üzerinde durmuyor, etkilenme teorisinin fikir babalarına atıyor topu. Birtakım örnekler veriyor ve endişe duygusu taşımayan şairin -aktif bilgiçlerin- etkilenmeye kapalı olduğunu belirtiyor, şairin yaşam döngüsü için zincire takılmaya ihtiyaç duyacağı fikrini atıyor ortaya, sonra etkilenmenin altı kategorisini sunuyor. Metnin geri kalanındaki incelemeler bu altı kavramın uygulamalı açıklamalarına ayrılmış durumda, Bloom kendi terminolojisini etkilendiği metinlerin ve insanların içinden çekip alıyor. Clinamen, gerçek anlamıyla şiirin yanlış okunması. Tessera, tamamlama ve antitez. Bir şairin selefini antietik olarak tamamlaması. Genellikle selefin o kadar da müthiş olmadığı fikrinden doğuyor, bir nevi alçaltma. Kenosis, selefle sürekliliği koparmayı amaçlayan bir özgürlük hareketi, Aziz Pavlus'tan. Daimonikleşme, selefin Yüce'sine tepki olarak kişiselleşmiş bir Karşı-Yüce'ye ulaşma yönündeki hareket. Askesis, yalnızlık durumuna ulaşmayı amaçlayan kendini arındırma hareketi. Empedokles kaynaklı. Apophrades, ölülerin dönüşü. Şairin seleften tekrar etkilenmesi ve selefin eserini kendi yazmış gibi düşünmesi. İki tanesine değinip bırakayım, hepsine gücüm yetmeyecek. Şunu söylesem benim için yeterli, Bloom kavramları bir arada kullanarak yanlış okumanın selefi ortadan kaldırmaya yol açabildiğini, kavramların müstakil oldukları gibi iç içe de geçebileceklerini gösteren bir dünya alıntıya yer veriyor.

Clinamen, yanlış okuma. Borges'e göre şairler kendi seleflerini yaratırlar, Cohen'a göre şiirler kendilerine cevap veren başka şiirler yaratırlar, Eliot'a göre seleflerin omuzlarında yükselen halefler yine de kendi şiirlerini yaratırlar, tamamen kendi şiirlerini. Buradan Coltrane'e bağlamak çok mu abes olur, çalmaya başlamadan önce her şeyi unuttuğuna dair bir sözü var. Yaptığı bütün pratikler, dinlediği bütün şarkılar bir parçası olduktan sonra hatırlamaya ihtiyaç yok, bomboş -aslında dünyalarla dolu- bir zihinle çalıyor. Şiirde de benzer bir durum var, Milton örneğinden gidiyor Bloom. Milton'ın Şeytan'ı şair olarak görüp kahraman kılmasını anlatıyor, düşüşü etkilenmeyle bütünlüyor ve Kierkegaard'ın düsturuyla sürüyor mevzu: "Çalışma isteyen kendi babasını doğurur." Sfenks'le Kerubi'yi kıyaslıyor bir yerde, Sfenks'in doğanın ta kendisi olduğunu, Kerubi'ninse Tekvin'de koruyucu rolünde olduğunu ve "ayırıcı" olmadığını söylüyor. Kurbanlaştırma işlemi etkilenmenin temelinde yer aldığı için tedirginliğe yol açmayan hiçbir veri ilerlemeye katkı sağlamıyor. Bloom, Descartes'ın fikirlerinden Platon'un şairler üzerinde kurulması gerektiğini söylediği otoritenin varlığına kadar pek çok noktadan yaklaşıyor konuya, "finali düşerken sapan ve gelişmiş bir Cehennem'de yatan" şairin sözleriyle bitiriyor.

İki dedim ama pilim bitti, bu kadar. Bloom'un onca şiirden çıkardığı onca fikri birbirine bağlayıp kendi kavramlarına ulaşması -tersi de- çok sıkı örülmüş bir teori çıkarıyor ortaya, şiire farklı açılardan yaklaşmak isteyenler için birebir. Gerçi sadece şiir için geçerli değil bu, sanatın herhangi bir dalını düşünerek de okuyabiliriz.

Ferit Burak Aydar çevirisi, şiirlerin çevirisiyse Emine Ayhan'a ait.

22 Mayıs 2019 Çarşamba

Harold Bloom - Batı Kanonu

Bloom, Batı dünyasında burnunun dikine gitmesiyle bilinen, metinlerinde -gerçi Etkilenme Endişesi ve bu metin dışında başka bir şeyini okumuş değilim, yalan olmasın- görüşlerini eleştiren tayfaya "kırgınlar" adını takacak kadar polemiğe açık bir edebiyat profesörü, estetik kuramcısı bir anlamda. Neden? Adam "sahte kültürel savaşlar" adını verdiği şeyden bıkmış, "içinde bulunduğumuz sefalet" üzerinden yola çıkarak, "Benim adım Hıdır, elimden gelen budur," diyerek Kanon'un -bir anlamda- dağılmasını engellemek için müthiş bir çabaya girmiş ve öznel yargılarını edebiyat tarihi, esinlenme, aşorma gibi olgularla birleştirerek, Giambattista Vico'nun üç aşamalı döngüsünü de tam orta yere monte ederek üzerinde deli gibi düşündüğü yapıyı, tipik okuma alışkanlıklarının yok olduğu bir dünyada elde bir şey kalsın diyerek sağlamlaştırmış. Teokratik, Aristokratik, Demokratik çağ olarak üçe böldüğü akışa metinleri yerleştirmiş, aralarındaki bağlantıları irdelemiş, mitolojiden pikareske, hiçlikten doğaya pek çok açıdan incelemiş. Yirmi altı yazar var bu üç zaman aralığında, bu yazarlar dışında zamanla kanonlaşabilecek yazarları da en sonda vermiş, hatta bu metinden sonra ciddi tartışmalara girdiği yazarlar da var bu listenin içinde. Zamanın göstereceğini söylüyor Bloom, henüz bir şey söylemek için erken olduğunu belirtiyor ve yirmi altı yazarı nasıl seçtiğini özetliyor: "Bu yirmi altı yazarın çoğu için, söz konusu yazarı ya da eseri kanonsal yapan şey nedir sorusunu sorarak mükemmelik ile doğrudan yüzleşmeye çalıştım." (s. 12) Tekrar ve fark, bu ikisinin üzerinden dönen bir mükemmellik algısı var Bloom'da. Çağının az da olsa özgün sesi olmuş yazarlar kanona doğrudan giriyor, Bloom'ca alkışlanıyor ama Freud gibi örnekleri de eleştirmeyi ihmal etmiyor. Bloom'a göre Freud, Shakespeare'in zaten ortaya koyduğu yapıları etkilenme endişesinin travmatik baskısı sonucu Antik Yunan metinlerinden isim çarparak biçimlendiren bir "yazar". Hamlet Kompleksi diye bir şey duymadık, çünkü Freud başka kaynaklara yönelmişti, Bloom'un daha en başta eleştirdiği nokta, "Freudcu edebiyat eleştirisi" diye bir şeyin oksimoronluk taşıması. Freudcu, edebi ve eleştiri olmadığını söylüyor Bloom, böyle bir anlayış mümkün değil, çünkü Shakespeare zaten bunu çok önceden becermişti. Ahmet Mithat'ın postmodern olduğunu söylemek gibi bir şey değil mi bu ya, Freud düşüncelerini sistemleştirmeden önce Shakespeare'in "bunu zaten yaptığını" söylemek, ne bileyim, aşırı yorum gibi geliyor bana çünkü Shakespeare herhangi bir şeyi sistemleştirmiş değil, böyle bir çabası yok zaten, sezgisel olarak ortaya çıkarmış olması başka bir şey. Freud'u "Kaos Çağı'mızın Montaigne'i" olarak görüyor Bloom, en uygun övgü bu, Batı Kanonu'nun merkezileştirilmesinde benliğe ulaşmanın yolunu taşıdığı için. Neyse, Bloom kırgınlar tayfası dediği insanların arasına Freud'u da katıyor, onca dizeyi aslında Shakespeare'in yazmadığına dair kuvvetli bir inancı var Freud'un, tarihi safsatalara inanıyor olması onu Bloom'un gözünden direkt düşürüyor. Neden, çünkü Bloom kanonun tam orta yerine Shakespeare'i koyuyor ve yirmi altı yazara ayrılmış bölümlerden hemen hemen hepsinde Shakespeare'in adı geçiyor, öyle veya böyle. Bu yaşlı, hafif kaçık ve coşkulu adamın karşısında Shakespeare'i herhangi bir açıdan eleştirmenin yürek istediğine dair bir izlenim oluşuyor ister istemez. Bloom'un temel aldığı metinlerin arasında ilk sıralarda Shakespeare'inkiler geliyor tabii, sonrasında Tevrat'ın ilk yazarı olan J var, Homeros'tan çok daha önce yaşamış ve kutsal metni yazmış. "İlahi ile insani arasındaki müphemlik" Bloom'a göre J'nin en büyük icatlarından biri, edebiyatın da. Cüret işi yani, J bunu yapmaya cüret etmiş ve bu fikir Bloom için "kanonsal tuhaflık" olarak doğmuş. Tuhaf, özgün metinler hem yeni yollar -hemen her alanda, hermenötikten psikolojiye, sayısız- açıyor, hem de gelenekle mücadele ederek geleneğin tarihine eklemleniyor.

Bloom'a göre "kimlik anlayışlarının bir parçası olarak geliştirdikleri kırgınlık" Afrikalı, Hispanik ve Asyalı yazarlar için ortaya koyabilecekleri yegane tepki olarak görülüyor ki şamata bu fikir üzerinden çıkmıştı. Bu yazarlar "yetersiz" ve kanona eklenebilecek yazarlar değil. Bloom bu mesele üzerinde kısaca durduktan, köksüzlüğün kaynaklarını biraz da kışkırtıcı bir şekilde dile getirdikten sonra kanonun etkilenme endişesinden nispeten muaf yazarlar tarafından ortaya çıkarıldığını söylüyor. Milton, Goethe, Tolstoy, Freud, Joyce ve benzeri yazarların yanında bir tek Molière yok, Shakespeare'den esinlenmediği için. Belki de Molière'nin etrafında başka bir kanon toplanabilirdi, Shakespeare ortaya çıkmış olmasaydı, bilemiyoruz. Sonuçta iyi yazın bir revizyon işlemi Bloom için, Shakespeare her çağda revize edilmiş, edilmeye devam eden kaynak görevi gördüğünden yaşasın Shakespeare. Shakespeare, Shakespeare ve Shakespeare, Bloom'un dönüp dolaşıp vardığı nokta. Tanıma bakalım: "Edebiyat sadece dil değildir; aynı zamanda biçimlendirme istenci, Nietzsche'nin bir zamanlar farklı olma, başka bir yerde olma arzusu olarak tanımladığı metafor güdüsüdür." (s. 21) Dante'nin modern bir fikir olarak kanon fikrini icat ettiğini söylüyor Bloom, sonra çağların şairlerine bir göz atıyor, kırgınlar hakkında birtakım atıp tutmalarda bulunduktan sonra Shakespeare'e geçiyor ama öncesinde Kanon hakkında söylediklerine, hatta okuma edimi hakkındaki fikirlerine de bakalım. Bloom Kanon'u ölümlü yaşamımızda okunacak değerli metinlerin toplanma alanı olarak görüyor. Zaman az ve okunacak metin çok, değerli vaktimizi neden öbekleşmemiş metinler üzerinde harcayalım ki? Süper bir sebebi var aslında bunun, zincirin halkası haline gelmemiş metinlerin zincirin söylediklerinden bambaşka şeyler söyleyebileceği ihtimali. Keşif, merak. Ölümlülüğümüzü yenmek için kanonsal metinleri okuyup yalnızlaşabiliriz veya bir topluluğun parçasıymışız gibi hissedebiliriz, bu bir yoldur ama tek yol değildir. Bloom'un bu çok kişisel fikri Kanon'u biçimleyen sağlıklı bir saptama değil bence, farklı bir kültürün parçası olduğum için, belki de kültürsüz olduğum için. Kanon'a uymamızı söylüyor Bloom, zenginlikle kültür arasındaki ittifakı koparırsak geleneği yanlış okuyup kırgınlar gibi gecikmiş bir gnostik olurmuşuz. Vallahi şunun şurasında kırk yıl daha yaşarım zaten, onu da istediğim gibi yaşarım, yanlış yorumlara girişirsem -kitaplardan anlamadığım fikrini elde tutalım- kendi kusuruma bakamayacak bir halde olacağımdan ötürü problem yok.

"Shakespeare ve Dante Kanon'un merkezidir çünkü onlar diğer bütün Batılı yazarları bilişsel duyarlılık, dilsel enerji ve yaratıcı güç alanında geçerler." (s. 53) Shakespeare kendi kendimizi duymanın ilk örneklerini vermiştir Bloom'a göre, Dante içimizdeki nihai değişmezliği gösterirken Shakespeare değişkenliğin psikolojisini göstermiştir, kendimizle nasıl konuşacağımızı ve duyacağımızı öğretmiştir, çelişkilerimizi açığa vurmuştur, söz sanatları öylesine yalın bir doğallığa yol açar ki yaşamın ta kendisi gibidir. Dante'nin şairlerin şairi olması gibi Shakespeare de halkın şairi olmuştur, "sınıfsız evrenselcidir", İngiliz Rönesansı'na hapsedilemeyecek kadar evrenseldir, diğer bütün yazarlardan daha çok algılamış, daha çok düşünmüş ve dil ustalığı açısından zirveye ulaşmıştır. Bloom bunları söyledikten sonra "Yazarın Ölümü" çerçevesindeki tartışmalara kendi bakış açısından yaklaşır ve toplumsal enerjilerin yazarlar arasındaki nitelik farkını açıklayamamasını eleştirir. Tolstoy'u da eleştirir, Shakespeare hakkında yazdığı bir makaleden ötürü. Karakterlerini farklı seslerle konuşturur Shakespeare, bu yanılgıyı yaratan en kusursuz yazardır. Canavar gibi anlatıyor Bloom ama şununla bitireyim ben: "Shakespeare'in başarılarının en şaşırtıcı olanı, bizim onun karakterlerini açıklamak için bulabileceğimiz bağlamlardan çok daha fazlasını onun bizi açıklamak için ileri sürmüş olmasıdır." (s. 72)

Proust'tan Wordsworth'e, Woolf'tan Beckett'a kanonsal bağlantılar, edebiyatı derli toplu hale getirme çabası. Eleştiriye açık, temel bir metin.