Horacio Castellanos Moya etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Horacio Castellanos Moya etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

2 Ocak 2020 Perşembe

Horacio Castellanos Moya - Tiksinti: Thomas Bernhard San Salvador'da

Edgardo Vega'nın, anlatıcının gerçekten var olan biri olduğunu söylüyor yazar, Montreal'de yaşıyor Vega, Moya'ya fikirlerini çok daha sert bir üslupla aktarmış ama Moya yumuşatarak aktardığını söylüyor ya da oyun oynuyor, belki de öngördüğü tepkilerin hedefini şaşırtmak istiyor, sonuçta bu novella yayımlandığı zaman Moya ölüm tehditleri almış ve memleketi El Salvador'a iki yıldan sonra, temkinli davranarak dönebilmiş, o da geçici bir süreliğine, buluştuğu bir arkadaşı ölmek istediği için mi döndüğünü sormuş, Vega'nın kendisinden bahsederken andığı Marist Keşişler okuluna Moya'nın kendisi gitmiş çünkü, kendisini yarı yarıya kurmuş, belki yarıdan da fazlasını katmış Vega'ya, gerçeğin ne kadarının anlatıda yer aldığını bilemiyoruz, ilgilendirmez bizi, metne odaklanacağız ve buluşmayla başlayacağız, Vega'nın durmadan bir şeyler anlattığı arkadaşı Moya'nın mekana gelmesiyle rock gruplarının ortamı berbat ettiğini öğreniyoruz, sarmal anlatıda bu gruplar diğer her şeyin tekrar tekrar ortaya çıkmasına benzer biçimde belirecek, Led Zep ve The Beatles şarkılarını katlettiklerini öğreneceğiz, birkaç milyon insanın yaşadığı bir ülkede doğru düzgün müzisyenin bulunmaması Vega'yı saat beşle yedi arasında tutacak orada, sonrasında kulak sağlığı için oradan uzaklaşacak, kardeşinin evinden ayrılarak geçici bir süreliğine yerleştiği otele yollanacak ve tiksinti duymaya devam edecek, El Salvador Pilsener'ini içmek yerine, dünyanın en rezil içkisine maruz kalmak yerine viski içecek, "karı içkisi" denen içkiye talim edecek ki herkesin pek sevdiği biradan uzak durabilsin, gün içinde gördüklerini hazmetmesi gerekiyor, gidişine az bir süre kalmışken bir sonraki güne katlanma payı ayırabiliyor böylece, on beş gün boyunca yanında kaldığı kardeşinden, kentteki at hırsızı tipli insanlardan, rezalet heykellerden, pespayelikten kasıtlı olarak kurtulmuyor, kısa bir süreliğine, böylece Kanada vatandaşı olmanın rahatlığıyla istediği zaman Kanada'ya dönmeden önce neden memleketini terk ettiğini ve ne kadar iyi kararlar aldığını görebilsin, tabii annesinin ölümünden sonra yarı payının miras kaldığı evi de satabilsin, kardeşinin yanında kalıp kendi hissesini okutarak cebinde 45 bin dolarla Kanada'ya dönse daha iyi olacak, tercihlerini olumlayacak, katlandığı her şeyi bu istencine bağlamak gerekiyor, Moya'yla annesinin cenazesinde görüşüp sonrasında konuşmak istemesi de bu bağlantıdan doğuyor ki El Salvador'un rezilliklerinden bahsederken Moya'yı da eleştiriyor Vega, sanat tarihi profesörü olduğu için "bilen adam" konumunda, titrini tek bir kez anması anlatıcı olarak ona seviye atlatabilir, böylece Moya'nın orada kalarak edebi yeteneğine ihanet ettiğini, Moya'nın rezalet metinler yazdığını ve geride nitelikli bir eser bırakmadan ölüp gideceğini söyleyebilir, söylüyor, çekineceği bir şey yok, bir daha dönmemek üzere oradan, doğduğu ve yirmi yıla yakın bir süre yaşadığı yerden ayrılacak ama söylenecek çok şeyi var, gençliğinde edindiği on bir yıllık zihinsel sefaletinden kurtulma biçimi olarak da görülebilir bütün bunlar, El Salvador'u zihninden sıyırıp atma çabası, zihninin belirli bir bölümünden kurtulma, bilişsel kastrasyonunu tersine çevirme maksatlı eylem, düşünceden sıyrılıp eyleme dökülmüş bir temizlik, "ülkelerin en kötüsünde, en canisinde" doğmuş olmanın diyeti, üstelik hiç anlaşamadığı, çocukluğundan beri tek bir ortak noktasının olmadığı kardeşi Ivo'nun evinde on beş gün geçirme pahasına, ülkeye dönme kabusunu otuz sekiz yaşına kadar içinde taşıdıktan sonra korkularıyla nihayet yüzleşerek, Ivo'nun yaygaracı çocuklarına katlanarak, Ivo'nun beyinsiz ve gösterişçi eşinin saçma davranışlarına maruz kalarak, evdeki üç televizyonun üçünden de gelen seslere kulak tıkamaya çalışarak ödenen bir diyet, sırf annesinin ölümünden ötürü başlamayan, çok daha öncesinden başlayan bir sürecin ürünü aslında, yirmi yılın ağırlığını tartmak için.

Sonradan ortaya çıkan vasiyete göre Vega'nın memleketine dönmesi halinde evin iki ortağı olacak, bunu Ivo ve ailesi bilmediği için şaşırıyorlar ve Vega'yı haklarından mahrum etmeye çalışmayı düşünüyorlar, Vega pes etmiyor, evi hemen satmak istiyor ki gençliğinden kalan son ur da koparılıp atılsın, geriye hiçbir şey kalmasın, hayatının bir parçası 45 bin dolar olarak banka hesabındaki sayılara eklensin, 45 bin dolar eden bir tiksintiden kurtulsun, böylece iç savaşın ve ölen onca insanın izlerini de silebilsin, tabii önce onları yerin dibine sokacak, on bir yıl süren iç savaştan sonra komünistlerin El Salvador'u nasıl yağmaladıklarını anlatacak, ölen onca insanın yok yere, birilerinin cebini doldurmak için sıçan gibi öldüğünü söyleyecek, savaştan sonra ülkede hiçbir alanda bilimsel bir gelişme görülmediğini, herkesin ülkeden kaçmak istediğini, üniversitelerinde tarih bölümlerinin olmadığı bir ülkenin berbat durumunu anlatacak, sefil solcu politikacılardan bahsedecek, çürümenin siyasi kanatlar için aynı şekilde ilerlediğini söyleyecek, yaptıklarından ve yapmak istediklerinden taviz vermeyeceğini söyleyecek sonra, zaten kurulmuş bir şekilde döndüğünü, Kanada vatandaşı olduğunu her fırsatta dile getirdiğini ve isteklerine karşı çıkan kim olursa onu bu kozla korkuttuğunu ve korkutacağını söyleyecek, hiçbir şekilde uzlaşılamayacağını anlatacak, ülkenin kocaman bir gecekondu mahallesine dönüştüğünü, zengin muhitlerinin aynı korkunçluğa sahip olduğunu, özel üniversite sayısının kırka ulaştığı ülkede paralı embesillerin "üretildiğini", beşeri ve sosyal bilimler derslerinin Sovyet ders kitaplarıyla öğretildiğini, ülkenin en iyi üniversitesinin koridorlarında bok yığınlarının biriktiğini, ülkenin her yerinde bok yığınlarının biriktiğini, ülkede kimsenin insan gibi yaşamadığını, lavabolara işendiğini, geleneksel yiyeceklerin bok yığınlarından farksız olduğunu anlatacak, ardından birkaç gününe dair izlenimlerine geçecek, örneğin Kanada'dan El Salvador'a yolculuk ederken uçaktaki hayvanlardan bahsedecek, insan taklidi yapan hayvanlardan, alkolün etkisiyle anırmaya başlayan, uçağı tımarhaneye çeviren hayvanlardan söz ederken bindiği taksicinin kendisine attığı düşmanca bakışlardan şikayet edecek, kardeşiyle ve kardeşinin bir arkadaşıyla gittiği bir mekanda parça tesirli el bombalarıyla havaya uçurulma korkusunu tekrar tekrar anlatacak, serseriler tarafından öldürülmekten korksa dahi neden bir an önce gitmediğini anlatmayacak, kendini henüz gerçekleştirmiş değil, bunun için bir faciaya ihtiyacı var, pasaportunu kaybetmesi facia ihtiyacını karşılıyor, gittikleri bir genelevde cebini yokluyor ve pasaportunun yerinde olmadığını görüyor, uzunca bir süre orada çakılı kalmaktan korktuğu için kardeşine ve kardeşinin arkadaşına pasaportunun kaybolduğunu söylüyor, hüngür hüngür ağlayacak duruma geliyor, arabaya dönüp pasaportu arıyorlar ve buluyorlar, pasaportta Thomas Bernhard yazıyor, Vega'nın en sevdiği yazar, adını olduğu gibi aldığı Bernhard bir başka Avusturya'da, hatta Avusturya'dan daha Avusturya olan bir yerde dolanıyor, doğduğu ülkeyi Kanada'ya dönmeden önce düşünceleriyle yok etmeye çalışıyor. Yok Etme.

İster istemez Bernhard'la kıyas gerekiyor. Bernhard'ın karakterleri bir "olma" sürecini sürdüren, kendileriyle de mücadele eden karakterler, dolayısıyla Vega'ya göre çok daha derinlikliler. Vega'nın ülkesine dönmesiyle doğan, bazen abartılı bir şekilde vurgulanan nefreti parodiye çark kırmanın kıyılarında dolanıyor açıkçası, zafer kazanmak üzere olan bir karakterin nefretiyle kendini yok etmenin sınırındaki bir karakterin nefreti arasındaki fark bariz, bu yüzden anlatım Bernhard'ın kusursuz bir kopyası olsa da karakterler arasında temeli, geçmişi tam anlamıyla, geniş açıdan kurulmamış -Vega'dan bahsediyorum- bir kişiliğe sahip karakterden doğan büyük bir fark var. Bunun yanında Fatih Balkış'ın Karaçam Ormanı'nda'ki karakterinden de bahsetmek gerek, Balkış'ın karakteri ve anlatısı da bu bağlamda Moya'nınkinden çok daha başarılı. İki anlatıcı da ülkelerine Kanada'dan dönüyorlar, bu da ilginç.

İyi. Bernhardvari metinler artsın, anlatılarda öfkeli sesler yükselsin.

8 Mart 2019 Cuma

Horacio Castellanos Moya - Yılanlarla Dans

Akıl sağlığının bozukluğundan bir iki yerde bahsediliyor, Eduardo Sosa işsiz bir sosyoloji öğrencisi. Sosyolojik bir şey denediğini söyleyebiliriz, insanların gerçekliği biçimlendirme şekillerini harekete geçirip ortalığı iyice karıştırdıktan sonra elde ettiği verileri değerlendirmek üzere karmaşadan kurtulup kendi kimliğine, evine dönüyor. Sonrasında gazetelerden ve televizyondan gördüklerini bir araya getirip birtakım çıkarımlarda bulunabilir, o kısmı bizi ilgilendirmiyor, bizi ilgilendiren bölüm kaosun ne anlama geldiği.

Eski püskü, sarı bir Chevrolet kalburüstü insanların yaşadığı bir muhitte, şık bir dükkanın önüne park eder. Arabanın sahibi de en az araba kadar lüzumsuzdur ve sinir bozucudur, Bay Jacinto gündüzleri arabadan çıkıp aylaklık eder, yiyecek bir şeyler bulup tekrar arabasına döner. Dükkan sahipleri ve mahalleliler bu adamdan kurtulmak ister ama arabayı tam o noktaya park etmesini engelleyecek bir kanun yoktur, çağrılan polis de adamın çıkışmalarına karşılık veremez ve oradan uzaklaşır. Müşterilerinin kaçtığını gören dükkan sahibi kadın delirmek üzeredir ama hiçbir şey yapamaz, adamla atışıp takışarak mahalleyi eski haline döndürmeye çalışsa da başarılı olamaz. Bu noktada ortaya Sosa çıkar. Ablasının ve eniştesinin yanında yaşayan Sosa, Jacinto'yla konuşmaya çalışır ve huysuz, ayyaş herifi biraz konuşturmayı başarır. Muhasebeci olduğunu söyler Jacinto, her şeyi geride bırakarak arabasında yaşamaya başladığını anlatır ama Sosa zorladığı için, bir şeyler anlatmadığı zamanlarda genci tersleyip durur. Başka da bir şey bilmiyoruz kendisi hakkında, nereden gelip nereye gittiği, ailesi, hiçbir şey yok. Sosa kafayı kırmaya başladığı zaman, arabanın torpido gözlerindeki fotoğraflardan ve kimlik bilgilerinden öğreniyoruz meseleyi ama önce işlerin iyice çığrından çıktığı zamana gitmek lazım. Jacinto'nun gitmeyi teklif ettiği barlardan birinde Jacinto'nun önceden tanıdığı Coco'yla tanışıyor Sosa, bu üçü dolanmayı sürdürüyor ve gecenin karanlık sokaklarından birinde Coco'nun Jacinto'yla oral münasebeti başlıyor, ansızın. Jacinto durmadan sigara ve viski içerken Coco işini görüyor, sonra adamın penisini ısırarak kahkaha atıyor. Jacinto çok sinirleniyor, elindeki şişeyi cücenin kafasında parçalayıp kırık kısmı adamın karnına saplıyor, bağırsaklar ortalığı süpürüyor. Burada geçiş çok hızlı; Sosa cebindeki çakıyı çekip Jacinto'nun boğazını kesiyor. İki ölü. Sosa'nın Jacinto'ya dönüşme süreci başlıyor böylece.

Arabada yaşayan bir adam vardı, alkolik bir herif. Kovulmamak için elinden geleni yaptı, insanlarla dalaştı ve herkesi bertaraf etti. Anlatı bu mücadele üzerinde biçimlenecek gibi dururken hop, kırık şişeler ve yerleri süpüren bağırsaklar girdi işin içine. Neler oluyor? Sosa arabadaki yılanları da fark etti, dört tane. Arabada uyudu, uyandı, her şeyin bir halüsinasyon olduğu korkusu hemen geçti, yaşam olanca normalliğiyle akışına devam ediyordu. Sonuçta araba yerinde yok, mahalleli derin bir nefes aldı, her şey çözümlendi. Süper. Elde eski bir Chevrolet ve dört yılan var, Sosa yaşamını sürdürebilir, normalliğinin tadını çıkarabilir. Yılanlardan Jacinto'nun hikâyesini dinleyerek güne başlıyor, Jacinto bir aynasızın eşiyle ilişki yaşarken kadının polis eşi mevzuyu öğreniyor ve eşini öldürtüyor, bütün hikâyeyi de Jacinto'nun eşiyle kızına anlatıyor. O arada neler oluyor bilmiyoruz ama Jacinto sokaklara düşüyor, arabasında yaşamaya çalışıyor. Sosa'yla karşılaşana kadar. Öldürüldüğü yerde boğazı kesik bir şekilde yatıyor ama aslında yaşamını sürdürüyor; Sosa'nın leş kokusundan görünüşüne kadar her şeyi Jacinto'ya benziyor. Adamın kişiliğini üzerine geçiriveriyor Sosa, sonra eğlence başlıyor. Mektuplardan Jacinto'nun evinin adresini öğrenen Sosa eve gidip kim varsa öldürüyor, yılanlar basıyor mekanı falan, dört yılan kimle karşılaşırsa ya ısırıyor ya da boğuyor. Başlangıç anı da güzel; Sosa'ya birden bir huzursuzluk çöküyor ve konuştuğu kadını arkadan bıçaklayıveriyor. Yalvarıp yakaran insanlara da acımıyor, öldürmeye devam ediyor. Sonra Raúl'ün evine gidiyor, aldatılan polis iş arkadaşlarıyla birlikte ot içip poker oynarken kapıda Sosa'yı buluyor ve her şeyden haberi olan bu adamı bir güzel pataklıyor. Mekana yılanlarla dönüyor Sosa, sonrası katliam. Benzin istasyonu havaya uçuyor, insanlar ölüyor, medya yaygaraya başlıyor, ortalık savaş alanına dönüyor, sonra ünlü bir politikacının evini basıp onu da öldürüyorlar, bu noktada Sosa'nın anlatıcılığındaki bölüm sona eriyor. Şenliğe ara.

Emniyet Müdür Yardımcısı Lito Handal'ın objektifinden baktığımız bölümle devam ediyoruz, anlatıcı değişti. İşler tabii karışıyor, çünkü Latin Amerika'nın siyasi ortamı acayip kirli olduğu için Raúl'ün önemli bir operasyonu yürüten önemli bir polis olması, öldürülen politikacı falan, her şey birbirine bağlanıyor ve komplo teorileri havalarda uçuşuyor. Handal meseleyi çözmeye çalışıyor ama yukarıdan baskı yedikçe neye inanacağını, neyin peşinde olduğunu bir türlü anlayamıyor, Jacinto'yu yakalamak için bütün teşkilatı seferber etse de başarılı olamıyor. Olsa da yakaladığı kişi Jacinto olmayacak, Jacinto artık Sosa çünkü. Eski bir Chevrolet aranıyor, eski Chevrolet şehrin çeşitli yerlerinde belirip ardında sayısız mezarlık bırakıyor. Kovalamaca. İki bakış açısından gördüğümüz olaylar arasındaki bağlantılar da ilgi çekici, örneğin ormanlık bir alanda iki evsizin cesedinin bulunduğu haberi geliyor ama Handal umursamıyor pek, bu kargaşayla bir ilgisi olmayacak meselelerle uğraşmıyor. Uğraşsa cesetlerden birinin Jacinto olduğunu anlayacaktı oysa. Sosa'nın ettiği telefonu hem Sosa'nın hem de Handal'ın bakış açısından görürüz, aslında sıkıntıdan ötürü edilen telefonların farklı çerçevelerden bakıldığında etkilerinin çeşitliliğini görmek de ilginç bir anlatısal oyun haline geliyor.

Asıl meseleye bakarsak -muhtemelen- darbelerle sınanmış bir ülkede politikanın sadece ereksellik için bir araç olduğu fikri var, emniyet teşkilatıyla kodaman siyasetçiler arasındaki çıkar ilişkileri metinde Handal üzerinden gösteriliyor. Medyanın çarpıtılmış gerçekliğini insanların bir güzel yemesi de var, ayrı bir bölümde anlatıya dahil edilen gazeteci bir kadın üzerinden anlatılıyor. Köstebekler var, gazetecilere haber uçuran. Sonra, elbette medyanın haricinde kök salan gerçeklik. Böyle ülkelerde yılanlarla konuşulur, insanlar kolaylıkla öldürülür, her şey havaya uçar çünkü her şey uçucudur, tutunulacak bir sabitlik, emin olunan bir gerçeklik yoktur. Kayışı koparma anlatısı olarak görülürse çok eksik kalır bu metin, aşağıda akan suyu da görmek lazım.

Eğlenceli ve korkunç. Jaguar'dan. Güzel bir günde aldım bunu. Yeşim'le Kadıköy'de kahve içiyorduk, Korkuyu Beklerken'e gidecektik de oyunun saatinin gelmesini bekliyorduk. Sonra yanda bir bavul gördüm, içi kitap dolu. Oradan. Ex Libris vurulmuştur, gün hatırlanmıştır. Sevinmeye devam edelim.