Kavis Kitap etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Kavis Kitap etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

29 Eylül 2017 Cuma

Julius Fuçik - Darağacından Notlar

Çekoslovak, komünist, parti önderi, eleştirmen, yazar. Nazi terörüne karşı dik duruşuyla tanınır. Halk kahramanı Fuçik, tutsak edildikten bir süre sonra Çek bir gardiyanın getirdiği kağıt kalemle yaşadıklarını ve davasını anlatır. Almanlar Ruslardan tokadı yedikten sonra geri çekilmeye başlarlar ama 1943'te savaş henüz tam anlamıyla kaybedilmemiştir, Fuçik idam edilmekten kurtulamaz. Efsane olmasının en önemli sebebi herhalde hiçbir koşulda yılmaması, davayı satmamasıdır. Gördüğü işkenceleri olanca açıklığıyla anlattığından değil, baygın kalma sürelerinden, etrafı net görememesinden, böyle küçük ayrıntılardan ruhunun nasıl kırılmaya çalışıldığını anlarız ama o ve etrafındakiler türkü söylemekten, umut etmekten ve insanları sevmekten alırlar güçlerini, her yeni günü selamlarlar, gün ışığı direkt üstlerine düşmese de.

James Aldridge nam şahsın dediği, bu notların darağacından değil de öncü bir insanın bulunduğu ileri noktadan geriye gönderildiği. Yılmazlık ileri noktada, o tamam. İnsanlık onuru korunuyor, o da iyi. Umarım ileride de dikta rejiminde sıkışıp kalmış insanlar yoktur. Var gibi gözüküyor. Giriş bölümünde Samuel Sillen nam şahsın kısa, bilgilendirici bir yazısı mevcut. Prag'ın Pankrats yöresindeki gestapo hapishanesinden sempatizan bir Çek gardiyanın yardımıyla birer birer kaçırılan kağıt parçaları bir araya getirilerek bu metin oluşturulmuş. Fuçik'in eşinin de bir notu var; eşinin öldüğünü iki yıl sonra öğrenebiliyor ve Kolinski'yi, eşinin yazmasını sağlayan gardiyana ulaşıp kağıt parçalarını derliyor, kitap haline getiriyor. Kendisi 1945'e kadar ölmemeyi başarıp sağ kalıyor ama Julius kendisi kadar şanslı değil.

Destansı bir anı derlemesi bu, Fuçik idam edileceği zamanı bilemediği için kısa sürede hemen her şeyi yazmak istiyor ve yakalandığı andan itibaren ölüme gideceği güne kadar, dört yüz küsur günün ve kırk yılın izini çıkarıyor. Önsöz tutsak bir adamın dimdik durmaya zorlanmasıyla başlıyor ve zorbalığa şamarı indiren bir biçimde devam ediyor: "Ama insanın düşüncelerini hazır olda durmaya, kim zorlayabilir?" (s. 16)  Düşüncelerin sonu gelmeyebilir, cellat hazır ama noktayı koyacak milyonlarca insan var, Fuçik geride kalanlara güç verecek, vazgeçmemenin erdemini anlatacak. İşkenceler, açlık, ölüm korkusu, bir adamı çürütecek ne varsa kaybedecek hiçbir şeyi olmayan bir adamı ortaya çıkarabilir aynı zamanda. 24 Nisan 1942'ye kadar partinin yer altına çekilmiş faaliyetleriyle uğraşan Fuçik için hapiste yeni bir mücadele başlıyor.

Örgüt evlerinden birine yapılan baskın sonucu yakalanıyorlar, Fuçik haftalarca kendini bilmeden yatacak kadar sopa yiyor ama ağzından hiçbir isim, hiçbir adres çıkmıyor. Pencereden sokağı izliyor. Dayak yediği malum, o söylemese de biliyoruz. Onun söylediği şu: "Saat bir. Son tramvaylar depoya gidiyordur, sokaklar boş, radyo son sadık dinleyicilerine iyi geceler diliyor." (s. 23) Dışarıda hayat sürüp gidiyor, aylar sonra Fuçik sorguya götürülürken sokağa çıkmadığı süreyi düşünüp yaşamın en ince ayrıntılarını keşfetmeye çalışıyor ve kendi kendine oyunlar kuruyor, sorgu binasına kadar on güzel bacak sayabilirse ertesi gün öldürülmeyecek mesela. Bir zaman boyunca sayabildiğini düşünmek mutlu edici. 

Sopadan sonra hücreye atılıyor, her bir hamlede saklı olan acıları hatırlıyor ve her seferinde geceyi çıkaramayacağı söylenmesine rağmen yaşıyor, inadına. Hayatta kalıyor ve konuşmamaya devam ediyor, karşısına çıkan tanıdıklar için tanımadığını söylüyor, eşini gördüğü zaman bile. Birbirlerini son kez görüyorlar. Gözleri kıpırdamıyor bile, dümdüz bakışarak vedalaşıyorlar. Ne kadar ağır... Sevgiden geçilmiş, candan da geçilmiş ama kutlanacak şeyler yok değil, mesela 1 Mayıs. Kutlu gün! "Sevinç için yaşadım, sevinç uğruna ölüyorum ve mezarımın üzerine kederin meleğini oturtmak haksızlık olur." (s. 35) Fuçik'in coşkusuna şahit olmanızı isterim, metni mutlaka okumanız lazım. Neyse, her türlü kutlama yasak tabii, Almanlar kök söktürüyor ama bizimkiler gizli gizli kutluyorlar, bir yandan çekiçle vurma hareketi, diğer yandan orakla biçme hareketi, şifreli de olsa kutlama yapılmıştır, yüzler güler. 267. Hücre'de, yedi adımlık saltanatta Pesek Baba'yla söylenen türküler, dostlar, düşmanlar, mahkeme, iddianame, her şey bir fırtına gibi belirip kaybolur. Son giderek yaklaşmaktadır, anlatacak şeyler azalır. Etraftaki tipleri anlatmaya başlar Fuçik ve bunu öyle incelikli bir şekilde yapar ki onca haksızlığın neden yapıldığını ve nasıl yok edilmeye çalışıldı anlaşılır, insanların mizaçlarından zalimliğin biteceği anlaşılır, en azından o anın ve oranın maskesini takmış zalimliğin.

9 Haziran 1943'te son yazısını yazar Fuçik.

"Gerçek yaşamda seyirci yoktur, herkes katılır yaşama.
Son sahnenin perdesi açıldı.
Dostlarım, hepinizi sevdim. Nöbeti teslim ediyorum!" (s. 132)

Güzel geleceğe ve insanlığa olan inancı gördükçe üzülüyorum çünkü gerçekleşmesi zor bir rüya bekleniyor. Bir yandan da seviniyorum, umudumu tamamen yitirmedim. Fuçik'i tanıdığıma sevindim.

31 Temmuz 2015 Cuma

Charles Nodier - Infernaliana

"ya da Hortlaklar, Hayaletler, İblisler ve Vampirler Üzerine Anekdotlar, Küçük Romanlar, Öyküler, Masallar" şeklinde alt başlık şey edilen bir öcü derlemesi. Gerçeküstücülüğün dayılarından olan Nodier, fantastik canavarlarını ortalığa dökerken okuru uyarmaktan geri kalmıyor.

"Sağduyulu insanların, uzun süre, ölülerin geceleyin yaşayanların kanını emmek için mezarlarından çıktıklarına ve aynı ölülerin daha sonra tabutlarına geri döndüklerine inanabilmesi çok şaşırtıcıdır. Bununla birlikte insanların onlara inandığını ve otoritenin kendisinin de benzer gariplikleri yaymaya yaradığını doğrulayabiliriz. Okurlarımıza, bu öykülere olduğu kadar, sözde hortlak, büyücü, şeytan vb. öykülerine de inanmamalarını öğütlüyoruz. Bu konu üzerine söylenebilecek ve yazılabilecek her şeyin hiçbir gerçekliği yoktur ve inanmaya değmez." (s. 9)

Freud, Totem ve Tabu'da anlatıyordu galiba, insanlar anlamadıkları şeyleri rasyonalize ederken koca bir çöp yığını da elekten geçip insanların zihninde yer ediyor. Cinler, umacılar, bizdeki Çarşamba Karısı falan, alayı memorattır. Aklın anlamlandırma çabasının ürünü. Ben mesela kendi kendine hareket eden bir tişört gördüm, odamda yaşlı bir kadının bana bakıp bir anda kaybolduğunu gördüm, ortalıkta olmayan kağıtlardan hışırtı geldiğini duydum. Bu nedir? Bu beynin verisizlikten ötürü Occam'ın Usturası'nı sallamaması demektir. Gerçekten tişörtün kaydığını gördüm mü? Evet, gözümün önünde gerçekleşti. Bu gerçek bir şey mi? Bilemiyorum. Bilip bilmemek önemli mi, değil. Düşünmeyi bıraktım. Algılarımızla yaşıyoruz, yanılabiliriz. Umacı diye bir şey yoktur, yine de dolabın kapağını kapatmadan rahat edemeyiz. İnsanın güvenlik ihtiyacının bir ürünü. Sonuçta şu an adını hatırlamadığım bir kuruluş, bir tek paranormal olay gösteren kişiye milyon dolarlık ödül vermeyi vaat ediyor. Ödülü alabilen kimse yok şimdiye kadar, yine de tırnaklarımızı camdan aşağı atmayız, gece vakti tırnak kesmeyiz. Büyü yapılabilir, dinde büyünün yeri vardır. Ulan çok karmaşık iş ya. Mesela ilkokulda aşık olduğumuz kızın aşık olduğu çocuk için büyü yapmıştık birkaç arkadaşla. Anneannemden kalan bir kitapta Arapça, Türkçe büyüler var. Birini yaptık, çocuk taşındı mesela bir ay sonra. Hadi bakalım.

Canavarlara inanmak bir ihtiyaç olabilir, belki bundan inanıyoruz. Yaşadığımızdan çok daha fazlasının olması gerektiğini düşünüyorsak bunlar da aradan sızıp gelir. Nasip. Gerçi bana kafayı kırdırtan biraz da Casper oldu. Bir gazete veriyordu dergisini, 20 sene evvel. Orada "Gerçek Değil ama Garip" diye bir bölüm vardı. Gerçekle karıştırılmış kurmaca -umarım- olaylar anlatılırdı, mesela Glamis Şatosu'nu hâlâ hatırlarım. Hortlaklar gezermiş o şatoda. Böyle şeyler. Yedi yaşındaydım. Her hikâyeye inandım, şimdi de inanmaya meyilliyim.

Infernaliana'da intikamcı ruhlar var, hortlayıp dehşet saçıyorlar ve dini sembollerle çıktıkları yere geri gönderiliyorlar. Vampirler kazıklarla öldürülüyor, hayvanların içine giren kötü ruhlar insanların ödlerini patlatıyor. Kara masallar var, sonu pek iyi bitmeyen. Hacca giden hayaletlerin öbür taraftan verdikleri haberler hayal gücünü iyi bir çorbaya çeviriyor. Doğanın ruhu avcılara musallat oluyor sık sık. Bu kitaptaki olaylar Avrupa halk inanışlarından derlendiği için doğadan bağımsız olması düşünülemez elbette, hele ormanlardan. Cermen diyarları, Nordik mekanları orman yönünden oldukça zengindir. Vampirlere tahta sokulmasını buna bağlıyorum. Eh, ormanların ruhundan korkmak için yeterli hikâye var kitapta. Hem öcüler için, hem bizim için.

Mevzuya ilgi duyanlar için on numara kitap. İki kaynağa daha rastladım, bunları da öneririm:

Özkul Çobanoğlu - Türk Halk Kültüründe Memoratlar ve Halk İnançları
Fuzuli Bayat - Türk Şaman Metinleri - (Efsaneler ve Memoratlar)

W. B Crow - Büyünün, Cadılığın ve Okültizmin Tarihi de mevzuyla alakalı bir diğer kaynak.

Kolay gelsin.