Lars Iyer etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Lars Iyer etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

2 Aralık 2017 Cumartesi

Lars Iyer - Göç

Üçlemenin sonu. Bunu hiç hatırlamıyorum, önceki iki kitaba da bakamam. Lars ve onun bilincinin/kaderinin oyunu olarak W. var ama sadece bilinç olmaz, alt da sürekli ısınıyor. Lars anlatıyor. Geçen martta okuduğum için neydi bu? Vallahi, billahi, tillahi bilmiyorum. Isınıyor, obezlere çatıyorlar. Üniversitelerde felsefe turlarına çıkıyorlar ki obezlere, zayıflara, güçlülere çatabilsinler, W. sürekli aşağılasın, felsefe kürsülerden kurtarılıp sokaklara ulaşabilsin. Hatırlamıyorum yahu, neydi bu? Büyük Britanya'nın üniversitelerini turluyorlar ve W. yasal bir ayrıntı sayesinde, öğrencileri üniversiteden soğuttuğu gerekçesiyle atılacakken atılmıyor, ifade özgürlüğüne saygı göstermediği için üniversiteye dava açıp kurumun itibarını zedeleyebilir diye, Sokrates'in savunmasına benzer savunmasının süper genişletilmiş halini matbu olarak kurula verdiği için değil. Bir de... Son günler kapıda, kıyamet yaklaşıyor çünkü felsefe tedavülden kalkıyor. O zaman gezsinler, konuşsunlar. Neydi ulan bunun hikâyesi?

Gezintileri -yaşamlar, kitaplar ve filozoflar arasındaki- bir elden vereceğim, boca edeceğim buraya. Kierkegaard misal, umutsuzluk zamanlarının filozofu ve aralarına aldıkları üçüncü kafadar. Lazım, W. kanatları altına aldığı Lars'ı tekrar tekrar vururken umutsuzluğun felsefesini yapabilir. Lars her şeyi kendisiyle özdeşleştiriyormuş, W. öyle diyor, her şeyi aşırı yorumluyormuş ve Hegel'in kendisini anlattığını, Hume'un aha, tıpkı kendisi gibi olduğunu söylüyormuş, deli bir pathosla okuyormuş ve yazıyormuş, yazdıklarından birini gören W. hemen ortaya çıkmış ve bu sefil yazıyı, gudubetliği, akademi tapınağını kirleten bu cüzamlıyı korumaya almış. Daha güzel yanlışlar için. Yanlışların doğduğu yer evmiş, Lars'ın evi. Gitmişler, rutubetliymiş, çürümenin kokusu her yerden saldırıya geçiyormuş, rutubetin Lars'ın biçimini oluşturan şeklini Solaris'teki bilim insanları incelemeliymiş, rutubeti Lars'tan daha zekiymiş. Lovecraftvari, kozmik bir dehşet evin odalarından birinde olabilirmiş, başka boyutlardan açılan kapılar kara tanrıları bu dünyaya fırlatabilirmiş. Bunlar rutubetli bir evden, ucube bir yaşamdan nasıl doğarmış? Böyle.

Devletin felsefeyle bir derdi kalmamış çünkü felsefe metaya dönüştürülüp satılabilir hale getirilmiş. 80'li yılların korku devleti pazarlamacılığının başarısı ölçüsünde durulmuş, cebi dolunca üniversiteleri dükkan olarak görmenin dışında pek bir şey yapmamış. W. kinik düşünürler bekliyor ama onların doğacağı kamusal alanlar da satılmış, kapitalizmin yüzü yokmuş da tükürülse kimseye şükür edemezmiş. Cebindeki tomarlar yetermiş, herkes satın alınabilirmiş. Bu iki keko hariç. Kafein teorilerini anlatırken biri, diğeri onu susturmaya çalışıp daha akademik konulara girmeye çalışıyormuş ama kafeinden daha akademiği yokmuş. Lars'ın aptallıkları bu minvalde sürüyormuş, yüksek sesle konuşup insanları ürkütüyormuş, alçak sesle konuşup onları uyutuyormuş, ikincil yorumlara bel bağlıyormuş, okumaları Vikinglerin talanı gibiymiş, budalalığı yüzünden iki numaralı kekoyu zor durumda bırakıyormuş ama aslında var olmasını da sağlıyormuş, bu ne yaman çelişkiymiş! "Başarısızlığı için, düşünememesi için canlı bir bahaneymişim ben." (s. 40) Önemsiz hayatlar yaşanıyormuş, hamamböceklerininki gibi. W. kadere inanabilmek için elinden gelen her şeyi verebileceğini söylüyor ama buna inanamayacak kadar televizyon izlemiş, halüsine edilmiş. Mutsuzluğun Hz. Musa'ya açtığı ilahi yolu bekliyorlar. Çok beklerler! Hz. Musa'nın yanında minimum kırk kişi ve iki ekskavatör vardı, bunu bilmiyorlar.

Kapitalizme ayak uyduranların cennetinde diğerlerine intihar, mutsuzluk, haplar, mastürbasyon ve depresyonlar kalıyor. Ruhlar ambalajlara sokulup reklamları yapılıyor, ikinci gruptakiler yerlerse satın alıyorlar ve aldıkları şeyle gördükleri şey birbirini tutmuyor. O zaman bir kıyamet için mütevazı bir dua okunuyor. Başka bir yerde yazmıştım, şöyle koca bir meteor görsem havada, "Nihayet!" diye bağırırım çünkü bu adamların umutsuzluklarını okurken hatırladım da, ben çok sıkıldım. Bir şey olmasını bekliyorum veya o şeyle karşılaşmak için bir şeyler yapıyorum. Zaman içinde azalarak bitecek olanın tersi yok mu, bence var, onu arıyorum. Ters yöne koşarak Dünya'nın dönüş hızını azaltmaya çalışıyorum, tamam? Başka türlü nasıl yapacağımı bilmiyorum. Yapamadığım yerde de durmuyorum. Goş Allah goş Forest.

Sıkıldım bunlardan da ama meseleleri hoşuma gitti, sürdürüyorum. Konferanslardan birinde bir konuşmacıyı da alıp bara gidiyorlar. Kierkegaard'ı, Marx'ı, ikisini birleştirme çabalarını, akıllarındaki her türlü çeri çöpü anlatıyorlar. Konuşmacı patlayacak gibi oluyor ve içip içmediklerini soruyor. O her gece içiyormuş, normalde de pek konuşmuyormuş. İçmişler ve felsefe dünyanın her yerine dağılmış. Böyleymiş bu işler, alkol aklın en iyi dağıtımcısıymış ve vapur iskelelerine yakın büfelere bile hizmeti varmış. Alkolün olmadığı zamanlarda Kafka varmış Lars için, Şato aklını kaçırmasına neden olmuş. Oysa yeri belli, büfeler. Bir yerde kaybolan başka bir yerde bulunur, elden eledir bunlar. Acı çekmek şeylerin hiçliğini ifşa etmiş, mekan uzamın bir parçası olmaktan çıkıp meydanı öbürüne bırakmış, Lars'a ne olmuş? İyi, selamı var. Nehirde şu an, Thames'te yüzüyor ve adını vermeden Herakleitos'u anıyor. Nehir onun için yaşam anlamına gelmiyor, o bağ kopalı çok olmuş. Ağzında bok tadı... Deleuze zor ve felsefe kolaylaştırılmamalı, kopan bağların bir daha kurulmaması gerektiği gibi.

Doğanın mesihliğini istiyorlar, ağaçlardan gelecek bir söz. Felsefenin sorduğu soruların ve Her Şeyin Sorusu'nun yegane cevabı. Toprağın ağaçların kulağına cevabı fısıldadığı söylenir ama ağaçlar bunu yanlış anlayıp yaprak çıkarmışlardır, toprağın kendilerinden bunu istediğini düşünmüşler. Şöyle bir yapraklara bakın, dilleri olsa o cevabı verecekler gibi gelmez mi size de? Bana gelir ve bu hiçbir işime yaramaz, sıkıntımı ç(o/a)ğ(a/ı)ltır. Şu ayakkabılarıma bir bakıyorum, ellerime bakıyorum, sonra imgelerin korkunç uğultusunu duymamaya çalışıyorum. Ağlıyorum ulan, can sıkıntısından ve elimde biriken işe yaramazlıktan. "Defolmaz mıydınız?" diye soruyorum, işin kötüsü gidiyorlar da! Hepten bir başıma... Ben bu işi beceremiyorum, beceremeyeceğim, benim ortadan kalkmam lazım.

Aptal heriflerin söyledikleriyle kendi sıkıntımdan kurtuluyorum, rastgele çevirdiğim bir sayfada denk geldiğim: "'Umutsuzluğumuzun bilincinde olmak zorundayız, hepimizin umutsuzluğumuzun hem nesnesi hem de öznesi olduğumuzun bilincine varmalıyız.'" (s. 83)

Kolektif bir ara depoyu boşaltmak amacıyla çok uyguna sattı bunları ama şimdi o kadar ucuza bulunur mu, bilmem. Bulursanız alın ve bu iki şapşik feylesofun karanlığında boğulun. Bir de kendinize yeni bir ruh alın, bu heba ettiğiniz bir işe yaramaz artık.

15 Mart 2017 Çarşamba

Lars Iyer - Dogma

"Dogma: Entelektüel akımımızın adı bu olmalı; hemfikiriz. Kendi 'iffet yeminimizi', kendi manifestomuzu yazmalıyız. Magdalen Köprüsü'nde Cherwell'in üstüne eğilip kurallarımızı bağırıyoruz suya." (s. 96)

Lars'ın kahveyle ilgili bitmeyen savları ve W.'dan nihile sürükleyen iğnelemeler suya sinmiştir, su yağmur olup bütün dünyaya yağmıştır. İntihara yanaşıp anlamın ucunu bırakanlarda, süpermarketlerde çalışanlarda, mesai saatlerini doldurmaya çalışanlarda bağırılmış sular içkindir, her birinin gündelik felsefesi ulaşılmak istenendir. Ulaşın o zaman, çabalayın, siz ikiniz. Biri anlamı çözmüş adam, diğeri anlamı çözmüş olan adamın arkadaşı.

Dogmanın alt kümelerini belirliyorlar, sistemleştirilecek bir akım var. Dogma sade olacak, sözcükler gündelik olacak, kimseden alıntı yapılmayacak. İyi ama alıntıya gerek yok, ikisi de kendilerini muhteşem ikililere, teklilere benzeterek yürüyorlar. Sherlock ve Watson var mıydı, hatırlamıyorum. Sezar ve Brutus'u da hatırlamıyorum. Hatırladıklarım birazdan gelir. Dogmanın çalıp çırpma boyutu burada kendini gösterir, başkalarının fikirleri çalınacaktır, mîrî malıdır.

Dogma pathos dolu. Esrime! Aşkınlık! Gözler çıkana kadar ağlanacak, ruh suya bırakılacakmış gibi sevinilecek. Dördüncü kural, işbirliği. Arkadaşlar daha da iyi olacak, paylaşım had safhaya ulaşacak. Tayfa gerekli, oluşturulacak. OULIPO'nun adı geçer, kurtulmak üzere labirentler inşa edilir. Lacan kurtuluşu. Varılamayacak bir hedefe varma güdüsü. Özgürleştiricidir, son yoktur. Sonlunun içinde küçük sonsuzlar yaratılır. W. matematiği biraz da bu yüzden öğrenmek ister ama Leibniz'den yakasını kurtaramaz bir türlü. Lars'sa bildiğimiz gibi; şişko bir maymun, en konuşanından.

Başta bir ABD yolculuğu var, konferans için. Yanlış hatırlamıyorsam Nashville. Country'nin baş şehri. Hatalardan ders alınmamalı diyor W., bu yüzden hala Lars'la birlikte. Aptallığın uğultusu görkemli, denizin uğultusu gibi. Yanlışlarından yeni yanlışlar çıkarmak için Lars'ın yanında olduğunu söylüyor W.. Projelerini Kapitalizm ve Din başlığı altında toplamayı düşünüyor. Cohen ve Rozensweig'in tanrıyla ilgili görüşlerini anladığı kadarıyla anlıyor ve kapitalizmin okumasını tanrının varlığı üzerinden yapıyor. Kapitalizm evlerde, marketlerde, herkeste ve her yerde. Çoktan kapatılmış, kilitlenmiş bir dünya Werner Herzog'un Stroszek'i üzerinden, imgeler üzerinden yürüyorlar, filmdeki karakterlerden biri eski dünyadan ABD'ye gelir ve dans eden bir tavuk görür. Saçma. Ian Curtis bu filmi izledikten sonra intihar etmiş, belki ABD de bu ikisine fazla gelecek çünkü tavuğu anlıyorlar. Curtis'i de.

ABD'de polis dayağından ve Yeni Dünya'nın akışından korkuyorlar. Sanırım W. korktukça, kaygılandıkça Lars'a sarıyor, durum bu. Lars'ı Diyojen'e benzetiyor ama edepsiz bir kinik olarak değil, nasıl davranması gerektiğini bilmeyen bir adam olarak. Toplumu dışlamıyormuş Lars, toplum tarafından dışlanıyormuş, kendiliğinden. Nasıl konuşacağını, yemek yiyeceğini, sağlıklı ilişkiler kuracağını bilmediği için. "'Bir şey biliyor olmalısın,' diyor bana bakarken. Ya da daha iyisi: 'Bir şey, senin içinde kendini biliyor.'" (s. 27) Edilgenliğin sınırı yok, yeni çağda Bartleby. Oysa Whitman gibi olmalılar, hayatı yaşamayı unutmuşlar için unutmamışların kitapları kurtarıcı olabilir ama değişim mutlak; kapitalizm yeni cepheler açarak, dönüşerek varlığını sürdürdü ve karşı hareketi kendi piyonu haline getirdi. Yüz yıl, iki yüz yıl öncesinin yazarlarının bu açıdan bir faydası yok, belki fikir verebilirler ama her bir fikrin değişime ihtiyacı vardır. Bu arkadaşlarda o yetenek yok. Vardır belki de, yaptıkları her şey olmasa da çoğu şey eskiden yeniyi kurmaya yönelik. Brod, Kafka olamadığı için çok içiyordu, bizimkilerin içme sebebi unutup başka bir şekilde hatırlamak için. Bozguna uğramak için bir de, tekrar. Aptallığı sayesinde polise kendini öldürten bir müntehir -bence müntehir- haberini okudukları zaman düşünemedikleri halde düşünmeye çalışmalarını aynı bağlama oturtuyor W., daha iyi yenilgiler ve Beckett gibi ölmek; yalnız başına, Dante okurken. Kıyamet, en şiddetli haliyle.

Enginliği anlatacak başkaca sözüm yoktur.

Yine 16 Horsepower günleri.

11 Mart 2017 Cumartesi

Lars Iyer - Kuşku

Bu kez Olric -aslında W.- konuşuyor ve ağzından bal damlıyor. "Sen yokken iyiydim, şimdi seninle birlikte hiçim ve senden iğreniyorum. Obezsin, bir şey üretemiyorsun, felsefenin erdeminden zerre nasibini almamışsın, alkolik olduğun için altına sıçtın sıçacaksın duygusuyla saçmalıktan başka bir şey üretmiyorsun. Mesihçiliğin getirdiği sonsuz bekleyişte hapissin, her an kıyamet kopacak gibi yaşıyorsun ama bir şey olduğu yok, bok içindeyken kurtuluştan bahsediyorsun. Kazanmıyorsun, yenilmiyorsun ya da yenilgilerinden haberin yok çünkü sen aptalsın, bulaştırdığın aptallığınla hiçbir şey yazamamama sebep oluyorsun. Allah senin belanı versin, keşke ölsen ama bundan bile mahrumsun."

Bir altkişi olarak W. kuzeydoğuda mı, güneybatıda mı, her neredeyse bir üniversitenin felsefeden sorumlu zihin bakanı olmasının yanında Lars'ın aklını sürekli karıncalandırmasıyla bilinmektedir. Kız arkadaşının karşısında mutlak mağluptur, muhteşem ayyaşlardan ilkidir ve ikinci olan Lars'ı bu konuda bile yerin dibine sokmaktan çekinmez. Yerin dibi, ters çevirdiğinizde göğün yedinci katı demektir. Dünya sancısı bağırsaklarında kıvranıyor, taviz vermekten ve özür dilemekten başka bildikleri bir şey yok ki insan gerçekten, bir an gerçekten düşünebilse bu ıstırabı bitirebilir ama intihar zafer demektir ve adamlarımız zaferin göz akını göremeyecek kadar uzaktalar. İsviçre'deler, Levinas ve Blanchot'nun buluştuğu yerde. Avrupa'nın tarihle bütünleşmiş şehirlerinde yerleri yok, mirastan bir parça bile alamamışlar ve yeni bir tür çürümüşlük var üzerlerinde; geçmişe yaslayıp dik tutabilecekleri bir kaybediş değil onlarınki. Onlarınki kesin, kaçışsız bir yıkım. Ötelenemez. Her ana peş.

Leonard Cohen'ın biyografisini bitirecektim sözde, hava çok üşüdüğü için sahilde yürüyüşe çıkamadım, Sezin de hür general olarak takılmak istediği için eve kapandım ve Kuşku'ya başladım. Başlayalı çok olmadı, biteli de öyle. Hemen yazmalıyım yoksa duygusunu kaybedip yazamadığım yüzden fazla kitabın arasına gömülecek. Çılgıncasına öneriyorum bu kitabı. Şimdi devam.

Düşünceler onlar için tutulamaz, akışkan şeyler. Birkaçını yakalayabilseler sıraladıkları basamakları tırmanıp başka bir manzarayı dikizleyebilirler ama mümkün değil, bu yüzden düşünebilenlere gıpta ediyorlar. Mesela liderlerinden biri. İyi adam. "Hayatı, kendinden çok ama çok önemli bir şeyin, düşüncelerin haznesi olmaktan ibaretti sanki." (s. 19) Kafka ruhani liderleri, o da ayrı hikâye. Kafka-Brod ilişkisi metnin izleklerinden birini oluşturuyor. Kafka'nın çıkışsız dünyası onları zehirliyor, böyle düşünüyorlar. İkisi de Brod, birbirlerinin Kafka'sı değiller ve yeteneksizlikleri yüzünden ortaya çıkarabilecekleri, muhafaza edebilecekleri eserleri yok. Çağın büyük felaketleri entelektüel düzeyde hiçbir yansıma bulamıyor, kendileri de üretemediklerine göre ışıklarının yansıyamamasıyla yaşamak zorundalar. Kafka'nın dünyası anlatılabilirdi, anlatıldı. Eski Avrupa'nın ifade ettiği şeyler Nietzsche'nin hışmından ve Kafka'nın acısından nasibini aldı, yeni dünyadaysa eskinin savaşları, değişen paradigmaları yok, sıkıntılı bir şimdiye hapsolunmuş. "Ne olabilir bu, davamız ne? Bok çukuru bir dünyada ne isteyebiliriz? Öncelikle, kendine güvenme, çukurlar kazıp saklan. Bütün umut kırıntılarını, kurtuluş hayallerini yok et. Çünkü iyi olmayacak. Yol hiçbir yere varmayacak. Hiçbir şey bir anlama gelmiyor. Merkezin bir önemi yok. Her yanda acı var - bu konuda hemfikiriz. Her yanda acı ve dehşet var. Ama ilk adım kendimizi dışarıdan çekmek, sonra kendimizi kendimizden çeperleştirmek." (s. 44)

Karanlığı gösterenler metinde yer almıştır, içte veya dışta: İçeride Béla Tarr, Lars'ın müridi olduğu rutubeti en iyi anlayabilecek kişi. Rutubet konusuna değinmem gerekiyor. Rutubet, nem, lağım, pis su, foseptik, çürüme, Muannit Sahtegi'nin evini basan bokların -üstelik kendisine ait değil!- arasında yere çöktüğü bölümü hatırlıyorum, köhnemiş ruhların bedenden çekip gidebilme hürriyetine kavuşmaları gerektiğini düşünüyorum. Burada Lars'ın evi rutubet tarafından işgal edilmiştir ve Lars kiremitleri, sıvaları kazıdıkça daha fazla küf, daha fazla çürüme açığa çıkar. Çürüme Lars'ı doğurur, Lars çürümenin dili, sözcüğü haline gelir. Bazı şeyler bazı anlamlara gelmese de Lars'ın evini gören W. için de durum böyledir. Ne yapılırsa yapılsın rutubetten kaçış yoktur, zaten bu konuda pek uğraş da yoktur.

Beckett, arka kapakta.

Edebiyat, bir sayfada. W., edebiyattan kurtulabilmek için matematik öğrenmeye çalışır, sözcüklerden çok sayılarla düşünmek için yeterli motivasyonu varsa da eğitimi yok, zaten çok geç. "Keşke biz de düşünceleri yıldırımlar gibi parlatabilsek cümlelerimizle!" (s. 103) Yunanca öğrenmeye çalışır, beceremez. Karakterlerin muzaffer olabildikleri ne var derseniz size muzafferiyetin ne olduğunu sorarım. İki dip balığının yüzeye çıkmalarını izleseniz yeter, daha fazlasına ne sizin, ne onların ihtiyacı var.

İşte bu, okumadığınız için geçen her saniyeden çalan bir kitap. Edinin isterim, Beyoğlu Mephisto'dan 10 TL'ye aldım, Kadıköy'de var mı, bilmiyorum.

"İnsan ne işinden başka meşgaleye vakit bulamayan gerçek proletarya için yazar; ne de mülke aç, dinleyecek kulağı olmayan gerçek burjuvazi için. İnsan proletarya ya da burjuvazi için değil, uyumsuzlar için yazar; yani arkadaşları için, arkadaşlarından öte, bizimkine benzer hayatlar süren, bizimle üç aşağı beş yukarı aynı şeyleri anlayan, aynı şeyleri kabullenebilen ve aynı şeyleri reddetmeyi bilen, aynı iktidarsızlık ve resmi sessizlik halindeki sayısız insan için." (s. 158)