Miguel de Unamuno etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Miguel de Unamuno etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

16 Nisan 2017 Pazar

Miguel de Unamuno - Tula Teyze

Lorca, Unamuno için, "ilk İspanyol" der, edebiyatta İspanyol kültürü, dini, ananesi, geleneği, yaşamı, psikolojisi, boğası falan en iyi biçimde Unamuno tarafından işlenmiş gibi bir mana çıkarılabilir bundan. Tula Teyze uç bir örnek değilse korkunç bir şey; Meryem Ana gözlerini üzerime dikmiş, ne yapıp ne yapamayacağımı söylüyor. Hayatı kaotik olmaktan çıkarıp tamamen determinist bir düzleme oturtan teyze, insanların elinden tercihlerini, dolayısıyla sorumluluklarını alıyor ve etrafındaki yaşamları tamamen kendi doğrularına göre oluşturuyor. İşin dini boyutu bir yana, beton sertliğindeki kişilik herkesi duvara çarptırıp ağzı yüzü dağıtıyor. Kendini soyutlama yeteneğinden zerre nasibini almayan, tek bir açıdan gören tek bir göz. Alternatiflere kapalı, doğruya tek bir yoldan -ki yoldan çok tartışılabilir olan doğru- ulaşan kadın, Tula.

Can basmış, o var bende. Onun kapağını bulamadım. Çevirmen aynı. Başka, onun dışında her şey aynı. Klip çekiyoruz, Koza olarak çıkacağız bir iki aya. Kendi şarkılarımı yazıp çalmaya devam. Birkaç öykü kendini yazdırmaya çalışıyor, romana devam. Bugün bisikletimi tamire götürdüm.

"Zincir ölmüş, teller paslanmış."
"Abi, bisiklet, 'Ben öldüm, binme bana,' diye bağırıyor, biliyorum ama gitsin yeter. Şu haliyle gider mi?
"Gider. Çok zorlamazsan yolda kalmazsın."

Kuponla almıştık, 25 yıllık bisiklet. Götürsün bir zahmet, o kadar kupon kesti abim. İlk PC'mizi de kuponla almıştık. Araba da almıştık kuponla ama üç ayda bir mi ne, para veriyorduk. Bundan 10 yıl evvel Vatan her gün bir kitap veriyordu, Poe falan vermişti, neler neler... Topladım, yerleştirdim, ne aldıysam. O zamandan beri biriktirdiklerime karşı kişisel bir foşiklik kurduğumu görüyorum ve kendimi sevmiyorum. Eşyalarımın beni terk edeceği gün onlardan önce ben bayram edeceğim. Bunun Tula Teyze'yle bir ilgisi yok ama eminim onun da yıllar boyunca tuttuğu şeyler vardır. İnsanlar var, tabii ya.

Ramiro iyi çocuk, kardeşlerden hangisiyle ilgileniyor acaba? Rosa veya Gertrudis -Tula- ama bir adım geriye çekilecek olan Tula tabii, deney tahtasını kurup ikisini bir araya getirmek onun görevi. Erdener Abi'nin kimden etkilendiği çok açık.

"'Peki ne diyeyim ona?'
'Evet de!'
'Ya kolayca elde ettiğini sanırsa...'
'Öyleyse hayır de!'" (s. 7)

Adam yakışıklı, kız güzel, öyleyse geriye ne kalıyor Tula için, evlenip bolca çocuk yapmak! Çünkü doğrusu bu. Çünkü iki kardeş rahip dayının himayesinde, anne ve baba yok. Aile açlığı. Dayı pasif. Tula ipleri eline alıp ne yapılması gerektiğini belirliyor. Kendisine rahibelik yakışırdı, manastıra kapanabilirdi ama emir almayı ve emir vermeyi sevmiyor. Söyledikleri emir değil, kararsız insanları yönlendirmedir olsa olsa. Tula'nın egemenliğinin yanında diğer herkes laf dinleyen çocuğa dönüyor. Ramiro'nun ilk çocuğu doğduğunda adamcağız bir Rosa'ya, bir Tula'ya bakıyor ve hangisinin anne olduğunu ayırt edemiyor. Kadın empat ama karşısındakinin kişiliğini tamamen silecek kadar. Bütün dünya Tula Teyze olabilir, o imkan verilse kadın yapar.

İkinci ve üçüncü çocuklar sırayı bozmuyor, Tula çocuklara kendi çocuğuymuş gibi muamele ediyor, çiftin yanına taşınıyor ve Ramiro'yu oğlu gibi görüyor. Tayin ettiği kimlikleri dayatmasına gerek yok, her şeyi herkesin iyiliği için yaptığı fikrini öyle iyi empoze ediyor ki savaşmasına gerek kalmıyor. Bir süre. Rosa, Tula'nın çocuk sevdası yüzünden güçsüz düşüp ölmeden evvel Tula'dan Ramiro'yla evlenmesini istiyor, böylece çocuklar üvey annenin eline düşmeyecek! Tula ikileme düşüyor; Ramiro'ya biçtiği oğul kimliğini bir kenara atıp koca olarak görmesi gerek ama kolay değil, Ramiro'nun ölen eşinin aşkından kafayı kırıp Tula'yı istemesine rağmen. Bir yıl istiyor Tula, bir yıl Ramiro rahat durursa o zaman düşünülebilir bir mevzu. Rahat durmuyor Ramiro, evdeki hizmetçiye tebelleş oluyor ve Tula ikisini evlendiriveriyor. Bu böyle silsile halinde devam ediyor, yeğenlerin evliliklerine kadar gidiyor iş. Tula Teyze öldükten sonra bile aile içinde teyzelik kurumu sürüyor, yeni Tula Teyze hazır. Musallat bir ruhtur artık Tula, ailenin lanetidir. "Hepimiz kuklayız!" diye geçer aklından, kendi oynattıklarını da düşünerek. Rüyalarında Ramiro'nun en başta kendisini seçtiğini görür ve suçluluk duyar, seçilmenin korkusu iliklerine kadar işlemiştir. Haçın erkeklerin omuzlarında yükselmesi de bunda etkendir; ataerkil din Tula'nın kendi ayakları üzerinde durmasını sağlamıştır ama karşı cins konusundaki fikirlerini de olabildiğince çarpıtmıştır. İsa da bir erkek, ona da güvenilmez o zaman. Bir fikir, bir günah. Tula Teyze'nin çıkmazı bu.

Unamuno'dan ne bulursam okuyacağım, denk gelirseniz ıskalamayın.

12 Nisan 2017 Çarşamba

Miguel de Unamuno - Sis

Ön sözleri okumuyoruz, geri kalanı bittikten sonra okuyoruz, bu tamam. Kurgusal ön sözleri ne yapıyoruz peki? Anlatıcı/tanrı/yazar tarafından yaratılmış bir karakterin ön sözüne zeyl olarak a/t/y'nin ön sözünü okumamak nasıl olur? Güzel olur,  karakterlerin başına gelecekleri öğrenmemiş olursunuz ama kurgunun can damarından mahrum kalmış sayılırsınız. Gerçi son söz olarak okunursa her şey yoluna giriyor, metinde bu görüşü savunan bir fikir olarak her şeyin sonsuzda birleşmesi var. Zıt kutuplar, paralel doğrular, düşmanlar, kalbimizi kıranlar, biz, her şey sonsuzda birleşir. Lineer anlatıyı bunun dışında tutmak gerekiyor; ağır spoiler yemek istemeyen ön söz okumaz, hatta genel olarak ön söz metne karşı yapılmış büyük bir küstahlıktır.

Metne ön sözü bir karakter yazdı, demek ki okurun elinde tuttuğu kitap anlatının içinde yazıldı. Bitmedi de; Miguel Unamuno, ön sözü yazan Victor'u söylenmemesi gerekenleri söylediği, her şeyi açığa çıkardığı için Augusto gibi öldürmekle tehdit edebiliyorsa, noktanın orta yerine bir çatışma bırakılıp sonun kimliği değiştiriliyorsa kendini çoğaltan sonsuz bir metin haline gelir Sis. İç içe geçmiş kurgu-gerçek inancının belirsizliğinde her şey sisten ibaret. Ön sözde yer alan bir bölümde ad konan her şeyin bütünü kapsamadığı, antik felsefe kaynaklı tasnifçiliğin sadece isimlendirmeden ibaret olduğu ve yazarın belirsizlikleri ortaya çıkarmak için bütün bu kavramları birbirine karıştırıp bir harman yaptığı söyleniyor. Bu noktada çok sevdiğim bir paragrafı tekrar alıntılayacağım: "Birtakım adamlar dünyadaki en makul, en doğal işmişçesine oturdukları masadan gördükleri kadarıyla dünyayı (uydurulmuş) kavram şablonlarının içine tıkıştırmakla meşgul." Hira Doğrul'un Alışılmadık Sesler'inden. Bu bağlamda sise bakarsak sis, adına muhteşem bir tepik atarak her şeyi kapsar, kapsadığı ölçüde eritir ve hiçi doğurur. Hiç. Yaşamın kendisi. Olasılıklar denizi ayın hiç doğmadığı bir dünyada görülmeyecek bir şekilde dalgalanır. Sezgisel bir yokluktur, melankolidir. Sis'in doğası da melankoliktir, her şeyden hiçbir şeye ulaşmanın yolculuğudur.

Behçet Necatigil çevirisini okudum, Bilgi'den çıkanı. Öyle güzel bir Türkçeydi ki uzun zamandır bir çeviriden böylesi keyif almamıştım.

Yazıldığı zamana bakarak devrim niteliğinde bir kitap olduğu söylenebilir. Kitapta Don Quijote muhabbeti sıklıkla edilir ki edilmelidir; soylu şövalye ve yancısının gerçekten yaşayıp yaşamadıkları, yazarı yaratıp yaratmadıkları sorgulanır ki sorgulanmalıdır. Yazarın metni yaratması gibi metin de yazarı yaratır, kurguyla gerçek tek bir kelimeye sıkıştırılabilir, sıkıştırılmıştır, Yunan biraderler zamanında böyle bir kelime üretmişlerdir garanti. Kelimeye haiz olmak, son durak bu gibi gözüküyor. Sözü bilmek. Şüphe duya duya emin olmak. "'Hayır, sanatın asıl kurtarıcı tarafı, bizi varlığımızdan şüpheye düşürmesidir.'" (s. 228) Çoğa doğru insan varlığını yadsımaya başlıyor ve üzerine onlarca şeyin yapıştığı bir pamuk şekere dönüyor. Başta tek bir tattı, sonrasında her şeyden biraz aldı ve hiçe döndü.

Ontoloji hakkında kafa patlatan sayısız filozofun söyledikleri elbet mühim ama Unamuno gibi şüpheye düşüreni, yokluğa uzunca bir süre maruz bırakanı var mıdır, bilemiyorum. Ben bu meseleye çok ince yaklaşıyorum ve ne söylenmişse sünger gibi emip kendimi kurmaya çalışıyorum. Pirandello, Auster, Söğüt ve nicesi anlatılan hikâyenin gerçeğin pek doğasından içeri girip kök salarak kurulan dünyayı biçimlendirmesini anlatır, tersi de mümkündür. İkilik midir bu, eskiden öyle olduğunu düşünürdüm ama artık düşünmüyorum çünkü yeterince şüphelendim, kuşkuya düştüm ve artık bilmiyorum, hiçbir şey bilmiyorum, bildiğim hiçbir şeyden emin olamıyorum ve bu da beni bilmemeye götürüyor. Bir yandan kendimizi doldurmaya çalışırken öbür yandan boşaltmaya çalışır hale geliyoruz. Seçiciliğimiz, kesinliğimiz kayboluyor. Kalecinin penaltı anındaki endişesini kitaptan bağımsız olarak hatırlıyorum. Ne yöne? Augusto'ya bağlayayım direkt, kahramanımıza. Sokağa çıkar çıkmaz ne yöne gideceğini bilemez ve düşünür: "Köpek ne yana giderse ben de o tarafa giderim." (s. 26) Haah! O eski ikilem; davranışlarımızı belirleyen nedir? Asıl mesele bu değil ama bununla ilgili daha yakın zamanda yazılan onca kitabı öncelediği için Unamuno'ya ve benzeri yazarlara sonsuz saygı, onlardan önce gelenlere de elbet.

Anlatılacak çok şey var ama kıra döke gideceğim. Metnin yarısından çoğu sosyal yaşam katmanı üzerinde biçimleniyor. Otuzlarına gelen Augusto annesini kaybettikten sonra tek başına kalıyor ve ölüm döşeğindeki annesinin telkin ettiği gibi hayatının kadınını arıyor. Don Kişot'un yolculuğuna benzetebiliriz bu dönemi; uydurmaca sevdalar, aşk ve aşık olma fikri arasında yolculuklar, evlilik ve beneri pek çok mevzu tersi ve yüzüyle birlikte inceleniyor. Tesadüflerle belirlenen bir seyirde Eugenia, Rosario, Mauricio ve Augusto arasındaki hadiseler, insanların kendi anlamlarını yaratıp onlara inanması veya bu yolla kandırılmaları üzerinden yürüyor. Sis metaforu her zaman akılda kalmalı; davranışların bilinmeze açılması birçok anlamı içermelerinden doğuyor.

Sonda Unamuno giriyor devreye ve Augusto'yla Unamuno arasındaki diyalog, yukarıda anlattığım her şeyi kapsıyor. Yaratılan yaşar ama öldürülen bir daha diriltilemez. Yasalar kesindir, bilinmeyenler de bu yasalar tabidir. Gerisinde yazar karakterini öldürebilir ama bu yolla kendini de öldürmüş olabilir. Yarattığınız yaşamdan sorumlusunuz gibi bir şey ve yaşadığı ölçüde yaşarsınız. Stranger than Fiction'ın bir adım ötesi; yaratıcının hayatı da tehlikede olabilir.

Müthiş, mutlaka okunmalı.