Neil Gaiman etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Neil Gaiman etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

28 Nisan 2015 Salı

Neil Gaiman - Yolun Sonundaki Okyanus

Gaiman'ı pek severim ama merkeze fantastik diyarları, yaratıkları aldığı hikâyelerinden sıkıldım sanırım. Duvarın arkası, kapının ötesi başka bir dünyadır, elbette süper ama bana karakter ver, sıkı kurgu ver Gaiman. Sandman, American Gods ve hatta The Graveyard Book sevenler için eh işte bir kitap bu. Gaiman hayranları her türlü sever gerçi, aradıkları her şey var. Benim için de güzel bir yol kitabı oldu.

Yaşını başını almış diyebileceğimiz anlatıcımız, bir cenaze töreni için doğduğu şehir olan Sussex'e döner. Yıllar geçmiştir, ne yapacağını bilemez. Arabasıyla dolanırken istemsizce bir yere yönlendiğini fark eder. Eski evine gitmektedir, artık olmayan bir eve. Yedi yaşının uzak hatıralarını takip eder ve eski bir evin önünde durur. Bayan Hempstock karşılar anlatıcıyı, yıllar sonra birbirlerini hatırlarlar ve anılar birer birer dökülmeye başlar, anlatıcı olayları hatırlamaya başlar. Geçmişini arayan bir adamın izinden giderken bir anda yedi yaşında bir çocuğun dünyasına gireriz. Ayrıntılı hatıralar karşılar bizi, insanın mutluluğa en çok yaklaştığı, en çok anlam verebildiği zamanlardan güzel hatıralar. Bir noktaya kadar. Bu çocuğumuz pek mutlu olmasa da idare ediyor, hayatı kitaplar arasında geçiyor genelde. Pek arkadaşı yok, hatta doğum gününe kimse gelmiyor. Öyle bir çocuk işte.

Anne baba iyi, ablayla çekişmeler tamam, doğum gününde hediye edilen kedi güzel. Her şey yolunda, ta ki ailenin maddi gücünün azalmasıyla birlikte sıkıntılı günlerin gelişine kadar. Aile çocuğun odasını bir oduncuya kiralar, arabasıyla çocuğun kedisini ezen kaba adama. Bu adam bir müddet sonra ölü olarak bulunacaktır, bir sürü eski para ve aileden çaldığı araçla. Garip bir olaydır aslında; adam arka koltukta patlıcan gibi morarmış bir haldedir. Ölüm nedeni bulunamaz, ya da kalp krizi falan diyorlardı galiba. Neyse, önemsiz zaten. Önemli olan Lettie'yle bizim çocuğun tanışması.

Lettie, annesi ve ninesiyle birlikte civar bir çiftlikte yaşıyor, uzunca bir süredir oradalar. Bayağı uzunca bir süredir. Metnin başlangıcında Lettie Atlantis'ten geldiklerini ima eder, nineyse Büyük Patlama'ya kadar geriye gider. Evrenin kaynağı bilinmeyen kadim güçlerindendir bu aile, Dünya'ya yerleşmişlerdir zamanın birinde. Gök o zamanlar mavi-yeşil değil de kırmızı ve griymiş falan. Satır aralarında ne kadar eski olduklarına dair bir şeyler çıtlatıyorlar, bizim çocuk da çok normal şeyler konuşuyorlarmış gibi dinliyor onları. Ne kadar çok şey öğrendiyse unutması da o kadar çabuk oluyor, büyüdüğünde hiçbir şey hatırlamamasının sebebi de bu.

Lettie, olaydaki garipliğin farkına varıyor ve sebebi araştırmak üzere çocuğu -Jim diyelim- yanına alıyor, çiftliğin sınırları içindeki bir gölün öbür ucundan başka bir dünyaya geçiyorlar. Tipik. Gök turuncu, acayip canlılar falan var. Algının ötesindeki bir dünya, perdelerden birinin arkası. Lettie için okyanus kadar büyük olan gölün bir gizem taşıdığı söylenemez böylece, o türden varlıklara göre fiziğin farklı yorumları oluyor tabii.

Bu para olayı vardı ya, insanları kullanmak için yaşlı bir varlığın oyunu olduğu ortaya çıkıyor. Öte dünyada kötü varlıklar çok, onları geri göndermek çiftliktekilerin işi. Lettie, Jim'e elini bırakmamasını söyleyerek varlıkla konuşuyor ve yaptığından vazgeçmesini söylüyor. Bir ara Jim, kızın elini bırakıyor ve o an ayağında keskin bir acı hissediyor. Bir solucan giriyor ayağına, yaşlı varlık kovulduğu sırada. Sonrası tahmin edilebilir, yaşlı varlık çocukla birlikte bilinen dünyaya dönüyor, çocuk bakıcısı kılığında eve gelip Jim'e musallat oluyor, Jim'in babasını ayartıyor falan. Dehşet dolu bir dünya, neyse ki Lettie mevzudan haberdar olup çocuğu kurtarıyor. Buraya kadar tamam, bir sonraki olay Leş Yiyiciler miydi, öyle bir şey. Tam o pis kadından kurtulduk derken bu sefer bunlar çıkıyor ortaya, bakışlarınızı kaçırdığınız anda imgelerinin zihninizden silindiği, karga benzeri yiyiciler. Her şeyi yiyebilirler. Kadim varlıklar, evrenin dokusu, beyin, dalak, kelle, paça. Jim'i de yemek isterler çünkü öbür taraftan bir iz kalmıştır bedeninde ama Lettie kendini feda ederek çocuğu kurtarır. Göle bırakırlar kızı, iyileşip bir gün tekrar ortaya çıkacağını umarlar.

Çocuk büyür, oradan uzaklaşır, büyüdüğü ev yıkılır falan. Sonra ara ara çiftliğe döner ama döndüğü zamanları unutur, her seferinde. Oradan bir türlü uzaklaşamaz, o da Lettie'yi beklemektedir aslında.

Böyle bir şey, şimdi fantastik mevzulara gelelim. Hempstock'lar kadim bir aile, orası belli. The Graveyard Book'ta ailenin bir üyesine rastlamak mümkün. Bir ölçüde gerçeklik içeren fantastik öğeleri pek severim, Gaiman okumayı bırakamamamın sebebi bu galiba. Neyse, şunu diyecektim, çiftliğin kayıtlarına Fatih William'ın zamanındaki toprak reformu belgelerinde rastlamak mümkünmüş. 1000 sene evvelki mevzu bu. Başka, şarkı olayı var. Ad olayı var. Adın bağlayıcılığına yer verilmesi hoşuma gitti. Gerçekten bir varlığın adının gücüne inanırım, kadim bir inanıştır. Bir New Age boku gibi dursa da gerçeklik payı vardır bence. Şarkı da şey, "Daha dün annemizin" melodisiyle söylenen. Bağlama büyülerinde, yaratımda ve pek çok şeyde kullanılır. Dili kadimdir, İlk Dil'dir, varoluşun dilidir.

Çocukluğun soğuk geceleriyle, umutsuz günleriyle saf iyiliğin kesişmesidir bu hikâye. Güzel. Bir iki alıntıyla bitiriyorum.

"Efsaneleri severim. Ne yetişkinler için ne çocuklar için yazılmışlardır. Bu tür ayrımların ötesindedirler. Neyseler odurlar." (s. 53)

"'Sana çok önemli bir sır vereceğim: İçlerine baktığında yetişkinler de yetişkin değildir. Dışarıdan, büyük, düşüncesiz veya ne yaptıklarını bilen kişilermiş gibi görünebilirler. Ama içleri çocukken nasılsa öyledir.'" (s. 112)

24 Mart 2015 Salı

Neil Gaiman / Terry Pratchett - Kıyamet Gösterisi

Kıyamet kopacak, iyilikle kötülük savaşmaya hazır. Hiçbir şey bunu durduramaz. Durduramaz mı? Şeytanın oğlu -Deccal- ve mahalleden arkadaşları, atadan bir cadı, atadan bir cadı avcısı, bir melek ve bir iblis, 32 kısım tekmili birden, kıyameti durdurmak veya başlatmak için ne yapabilir? Çok eğlenceli şeyler!

Neil Gaiman zaten kafası acayip çalışan bir adam, geçenlerde vefat eden yine bir acayip kafalı adam Terry Pratchett'la birlikte kitap yazmaya girişiyorlar. Tanışmaları şöyle; Gaiman serbest gazeteci olarak çalışırken ismi yeni yeni duyulmaya başlanan Pratchett'la röportaj yapıyor. Tanışmaları böyle. Sonrasında Gaiman altı sayfalık bir öykü çalışmasını Pratchett'a gönderip öyküyü nasıl bitirmesi gerektiğini bilmediğini söylüyor, bir süre sonra Pratchett bambaşka bir fikirle dönüyor. Neden birlikte bir şeyler yazmıyorlar ki? Konu süper, genişletilebilir. Yardırıyorlar. Gaiman gece kuşu, Pratchett telesekretere mesajlar bırakıyor. "Uyansana piç! Yeni bir şeyler yazdım, hemen oku!" Gaiman uyanıp yazılanları okuyor, kendisi bir şeyler yazıp yolluyor. Bu şekilde metnin taslağı ortaya çıkıyor, sonrasında bir araya gelip tamamlıyorlar olayı.

İlk bölümler Gaiman'ın, son bölümler Pratchett'ın eseriymiş. Aralardakiler, tarzları çok yakın olduğu için anonim gibi görünüyormuş onlar için. Bir cümle var mesela, ikisi de o cümleyi yazdığını inkar ediyor. Metin kendi cümlelerini doğuruyormuş gibi.

Ne oldu? Önce Adem elmayı yedi ve cennetten şutlandı. Crowley ve Aziraphale nam iblis ve meleğin arkadaşlığı gözlerimizi yaşatıyor. Ya aslında inceden inceye din eleştirisi her yerinde romanın, baştan itibaren. Crowley yasak elmayı yedirtmenin, daha doğrusu göze sokar bir şekilde ortaya çıkarmanın mantığını sorgularken Azir -diyeceğim bundan sonra- Esrarengiz Plan'ın sorgulanmaması gerektiğini söyler. İkisi de hizmetçidir, yukarıda veya aşağıda nelerin döndüğünden haberleri yoktur, emirleri yerine getirirler ve olabildiğince özgür iradeleriyle pek sorgulamaya girişmeden işlerini yaparlar. Arada kalmış varlıklardır, bu yüzden yakındırlar. Binlerce yıldır süren bir arkadaşlık. Düalizm dostlukların temeli olabilir. Düşmanlığın da. Crowley elmayı yedirdi, Azir alevli malevli kılıcını Adem'e verdi. Bir an düşündüler, yapılanlar sonucunda acaba iyi olan kötüye, kötü olan iyiye hizmet etmişse ironik olmaz mıydı? Cennetle cehennem arasında pek bir fark olmasaydı? İkisinde de içki satılmasaydı mesela veya cennetteki can sıkıntısıyla cehennemdeki heyecan aynı ölçüde itici olsaydı? Cehennem bir adım önde yine de, bütün iyi müzisyenler orada.

Deccal'in doğuşuyla kıyamete pek bir şey kalmamış olacak, tabii satanist hemşirelerden birinin iki bebeği karıştırması büyük sorunlara yol açabilir. İki taraf için de. Savaşmak için birinin kiliselere, birinin kötülüklere ihtiyacı var. İtilip kakılacak insanlara ihtiyaç var yani. Bir şeylerin ters veya yolunda gitmesi içinse insan faktörü yeterli. Bebekler karışıyor ve Deccal, normal bir aileye veriliyor. Hellhound, cehennem tazısı yollanıyor bir tane, o da normalleşiyor. Çocuk son derece normal, arkadaşlarıyla oyunlar oynuyor, dünyayı ele geçirme planları falan yapıyor ama çocukça. İçindeki kötülük tohumu bir şekilde kendini gösterse de her şey kıyamet günü ortaya çıkacak.

Absürt, komik o kadar çok olay var ki yazmakla bitmez. Azir aynı zamanda nadir kitap koleksiyoncusu. Baskı hatalı, cins kutsal kitapları topluyor. Onlardan birindeki ayetlerde Azir'le Tanrı arasındaki bir diyalog çok hoş. Tanrı, Azir'e kılıcı ne yaptığını soruyor. Azir, şuraya bir yere koyduğunu ama nereye koyduğunu unuttuğunu, bir gün kendisini de unutacağını söylüyor falan. Böyle şeyler. Dur ya, bir iki tane daha yazayım.

En iyi şarkıların Şeytan'da olması, en iyi koreografların Cennet'te olması.

Deccal'in çetesindeki tek kız olan Pepper'ın söylediği: Cadılar erkek egemen sosyal hiyerarşinin ezici adaletsizliklerine karşı mümkün olan -o zamanlar- tek yolla isyan eden zeki kadınlardır. Annesi öyle demiş.

Crowley'nin bilgisayar sektörünün sunduğu garantileri aşağıda Ölümsüz Ruh anlaşmaları hazırlayan bölüme yollayıp feyz almalarına istemesi.

Shadwell isimli karakterin neden tavana ayna konduğunu anlayamaması. Constantine geliyor akla.

Bu Deccal ve saz arkadaşlarının bir düşman tayfası var. Aslında düşman da değil Yağlı Johnson, çok iri bir arkadaşımız ve zorbalıklara dayanamayarak zorba olan bir kardeşimiz. Çocuklardan biri Yağlı John olmasa eğlencenin biteceğini söylüyor. Şeytan ve Tanrı arasında da bu çeşit bir eğlence var. Çok eğleniyorlar zannediyorum.

İbraniler, Elvis, Mahşerin Dört Atlısı, Agnes Çatlak'ın kehanet defteri, dini ve mitolojik şeyler, ne ararsanız var. Sonuçta insanları orta yerde bırakmamak lazım. Tanrı ve Şeytan! Bizimle oynamayın. Kafamız karışıyor.

Jesus Christ Superstar'dan kafası karışmış bir adamla bitiriyorum, hayırlı sevaplar, günahlar diliyorum.

17 Mart 2013 Pazar

Neil Gaiman - Sandman/Kısa Yaşamlar

Kayıp kardeşi geçen sayıda görmüştük, düğüne geliyordu. Kızıl saçlı bir dayımız. Bu sayıda Hezeyan'ın kafayı yemesini takiben bu kardeşi arayış başlıyor, yolculuğa çıkıyoruz.

Hezeyan sokakta yürüyor, tam bir berduş. Girdiği bir ortamda haykırıyor falan. Ablasını istiyor. İhtiras geliyor, konuşuyorlar. Hezeyan Yıkım'ı bulmak istiyor, çünkü bunalımda. Aileyi tekrar toparlarsa bazı şeylerin yoluna gireceğini düşünüyor. İhtiras, Yıkım'ın umrunda olmadığını söylüyor. Hezeyan Umutsuzluk'a gidiyor. O da yardımcı olmayacağını söylüyor ama Yıkım'ı deli gibi özlüyor o da. Ya herkes bu adamı özlüyor ama yardım eden yok, çünkü Yıkım kendi isteğiyle bıraktı onları. Onlardan uzaklaşmak, yalnız kalmak istedi ve istediğini yaptı uzun bir zaman önce. Dolayısıyla bulunmayı istemeyen bir adamı bulmak pek kolay olmayacak ki Hezeyan'a yardım eden olmadığı için durum daha da içinden çıkılmaz bir halde.

Sandman aşk acısı çekiyor bu arada, kendi dünyasında sürekli yağmur yağıyor. Eh, acı çekerken yağmurun yağmasını hepimiz isteriz sanırım. Bir de bir şeylerle meşgul olmayı. Rüya da bunu yapıyor; oyalanmak için Yıkım'ı arama konusunda Hezeyan'a yardımcı olacağını söylüyor ve Hezeyan'ın hazırladığı listede yer alan varlıkları bulmak üzere yola çıkıyorlar. Rüya'nın amacı Yıkım'ı bulmak değil, zaman geçirmek.

Yıkım'la yaşanmış olaylar, Yıkım'ın saklandığı yerdeki hayatı, listedeki varlıklardan bazılarının arazi olması, bazılarının yol göstermesi falan, hepsi iç içe geçmiş bir şekilde sırayla ortaya çıkıyor. En sonunda buluyorlar adamı, oturup yemek yiyorlar ve Yıkım dönmeyeceğini söylüyor. Zorla geri götüremezler tabii, Yıkım veda edip uzuyor yine. Rüya bulmak istemiyordu başlarda, fakat bir süre sonra o da Yıkım'ı bulmak isteyecek ve bulmak bile yetecek ona, özellikle Yıkım'ın kendisi yüzünden gittiği suçlamalarından sonra. Sonuçta Hezeyan da, Rüya da Yıkım'ı son bir kez görmekle teselli buluyor. Böyle.

Güzel sayı, gerisini Torrent'ten indirdim, okuyorum ara ara.

23 Şubat 2013 Cumartesi

Neil Gaiman - Sandman/Fabllar ve Yansımalar

Böyle bir zenginlik olamaz. Gaiman'ın sürüklediği en renkli, en uzun yolculuk bu kitapta.

Üç Eylül ve Bir Ocak: ABD'nin ilk ve son imparatoru hakkında hikâyedir.

Ümitsizlik, intihara pek yakın bir dayıyı izlerken Sandman'i çağırıyor. Amacı düello yapmak. İntihara yakın olan bu adamı düşlerle kurtarıp kurtaramayacağını soruyor Dream'e. Bu sırada kayıp abiye de atıfta bulunuyor, eğer Sandman ailesine karşı o kadar kayıtsız olmasaymış abileri gitmeyecekmiş falan. Sandman düelloyu kabul ediyor. Bire karşı üç; İhtiras ve Hezeyan da Ümitsizlik'le birlikte savaşacak.

Olaya gel; Sandman dayıyı uyutuyor, düş gördürüyor. Adam uyanınca kendisini ABD'nin imparatoru ilan ediyor. Gazeteye yazı falan veriyor imparatorluğunun açıklanması için. Bir barda Mark Twain'le karşılaşıyor, Twain'i "imparatorluğunun ilk masalcısı" ilan ediyor. Olaylara gel. Diğerleri adamı umutsuzluğa sürüklemeye, kafayı yedirtmeye falan çalışıyorlar ama mümkün değil, adam rüyaya öyle bir sarılmış ki hiçbir şey onu yolundan döndürmüyor. Adam ölüyor, Ölüm onu götürüyor ve düelloyu Sandman kazanmış oluyor.

Thermidor: Sandman'in kesik bir kafayla ilgili hikâyesi. Sandman, Johanna Constantine'e gidiyor ve kesik bir kafayı bulup getirmesini istiyor. Kendisi meseleye karışamıyor, nedenini göreceğiz. Karşılığında kadının istediği bir şeyi yapacak. Neyse, yıl 1794. Devrimin üstünden birkaç yıl geçmiş, Fransa'dayız. Kadın kafayı buluyor, lakin yakalanıyor. Kafa Orpheus'un kafası. Mitolojik bir şahsiyet Orpheus, eşini kaybedince kadınlardan nefret etmiş, kendini müziğe vurmuş bir kardeşimiz. Sandman'in oğlu, daha önemlisi.

Robespierre, zamanın gaddar katili, kadını sorguluyor, dövüyor, ele geçirilip diğer kesik kafalar arasına atılmış Orpheus'un kafasını bulmasını istiyor. Kadın buluyor, kafa şarkı söylemeye başlıyor ve oradaki herkes şaşkınlıktan donakalıyor. Leydimiz kafayla birlikte uzuyor, şarkıyı dinleyenlerin de kellesi vuruluyor ileride. Tarihi gerçeklerle paralel bir kurgu, bunların hepsi yaşanmış ama tabii Gaiman'ın anlattığı biçimde değil.

Johanna, kafayı Naksos adlı adaya götürüyor, Yunan adası. Buradaki rahipler, yüzyıllardır kafanın koruyuculuğunu yapıyor. Kafa, ait olduğu yere geri dönüyor, baba özlemiyle birlikte.

Av: Bir dedenin torununa anlattığı hikâye. Çok basit geliyor, değil mi? Değil. King'in dediği gibi, Neil Gaiman'a sahip olduğumuz için çok şanslıyız, böylesi büyülü bir dünyadan mahrum kalacaktık yoksa.

Dedenin anlattığına göre çağlar önce genç bir adam varmış, bir çingeneyle karşılaşmış, çingeneden bir bohça almış falan. Bohçada üç büyülü nesne var, bir tanesi zümrüt bir kalp. Şimdi Sandman okurken öncelikle çok dikkatli olmalıyız, çünkü en küçük bir ayrıntı, başka hikâyelerde hikâyenin bir parçası, hatta bir karakteri haline gelebiliyor. Buradaki kalp de Sandman'in aşık olduğu bir kız vardı, Nana mıydı, öyle bir şey. Onunla alakalı. Her neyse, adam resmine sahip olduğu bir kızın peşinden gidiyor. Bohçanın içinde bir de kitap var, bu kitabı da Sandman'in kütüphanecisi Lucien arıyor. Buluyor da, lakin adam kitabı vermiyor bir türlü. Neyse, adam hapsediliyor falan, Lucien adamı çıkarıyor ve kütüphaneye götürüyor. Sandman yakalıyor bunları, neler olduğunu öğrenince adamı resimdeki kızın yanına götürüyor. Sanıyoruz ki adam, bu kıza aşık olmuş falan, arayış o yüzden. Yok, resmin yerleştirildiği kolyeyi kıza verip uzuyor, kitabı teslim ediyor ve yolculuk sırasında ormanda karşılaştığı, kendi gibi bir avcı kızla yaşamaya başlıyor falan. Tanışmaları şöyle: Adam bir geyiği kovalarken kız önce davranıyor, fişuuv diye atlayıp geyiğin boynunu kırıyor falan.

Toruna anlatılmış sıradan bir hikâyeydi, ta ki dede, "Büyükanneni tanımış olmanı isterdim. Muhteşem bir kadındı. Her şeyin kıymetini bilirdi. Ama beni alt edip o geyiği avlayışını da bana asla unutturmadı," diyene kadar.

August: Buyur, bu da Roma zamanından bir hikâye.

İmparator August, her yıl bir gün için dilenci kılığına girerek şehirde dileniyor. Bir yıl, Cüce Lycius'ı eşlik etmesi için çağırıyor. Anlaşmaya göre Lycius kimseye konuyla ilgili tek bir kelime bile etmeyecek. Bunu anlatmıyorum, çünkü şahane. Anlatırsam bok ederim çok affedersiniz.

Yumuşak Yerler: Marco Polo, Çin diyarlarında yolculuk ederken kervanından uzak düşüyor, kayboluyor. Meğer orası "yumuşak" bir yermiş, yani gerçeklikle rüyalar arasında bir bölge. Bir sürü düş beliriyor, bazıları Marco'yla konuşuyor, bazıları geçip gidiyor. Herkes birilerinin düşü ama kimse kimin düşü olduğunu bilmiyor. Böyle bir karışık ortam. Marco en sonunda Sandman'le karşılaşıyor, Sandman de esaretten yeni kurtulmuş, kalesine gitmeye çalışıyor. Hoop, ilk kitaba döndük hemen. Neyse, Sandman önce mırın kırın ediyor. Çok yorgunum da, ben seni geri döndüremem de, bilmem ne. Sonra adama çok şanslı olduğunu, geri göndereceğini söylüyor. Gönderiyor da. Böyle bir şey.

Orpheus: Kafayı gördük, şimdi oğlanın hikâyesi.

Bu Orpheus, aşık olduğu kızla evlenecek. Bütün aile geliyor: Dream, Death, Destiny. Ya bu isimleri bir öyle yazıyorum, bir böyle yazıyorum, kusura bakmayın. Aynı kişiler bunlar. Neyse, bir de sürpriz var: Yıkım. Destruction'ı ilk kez görüyoruz böylece. Öküz gibi bir adam, miğferli falan.

Aristaeus, Sandman'in kuzgunu Matthew yani, o da Orpheus'ın arkadaşı olarak orada ve müstakbel gelinin ölmesini sağlayan da o. Embesil, düğün günü kıza yazarken kızı bir yılan ısırıyor, haliyle zavallıcık mort.

Orpheus üzüntüden kafayı yiyor, babasıyla konuşmaya gidiyor ama Sandman'in Hades'i görmeye pek niyeti yok. Pek iyi ayrılmıyorlar haliyle, Orpheus babasına kızıyor.

Sonra intihar edecekken Yıkım geliyor yanına. Hades'e gitmek için Ölüm'le konuşması gerektiğini söylüyor ve Ölüm'ün evine bir geçit açıyor. Orpheus, halasıyla konuşuyor. Tabii bu arada konuştuğu herkes lam yaşamaya bak, her şey geçti gitti diyor ama çocuk deli gibi aşık. Ölüm, Hades'e gitmenin bir bedeli olacağını söylüyor ama Orpheus yine geri adım atmıyor, harbiden gidiyor Hades'e. İşte Kharon geliyor, kayık hikâyesi. Lir çalarken Kharon'u ağlatıyor hatta.

Hades'le Persephone'un karşısına çıkıyor, bir şarkı söylüyor orada. Bütün ruhlar ağlıyor, işkenceler duruyor falan. Ölen aşkını anlatıyor. Gerisi mitoloji. Hades kızı Orpheus'a veriyor ama bir şartla; çıkışa kadar Orpheus yalnız yürüyecek, ardından gelen Eurydice'e dönüp bakmayacak. Bu dönüp bakmama olayı dinlerde de var, mitolojide de var. Gerçi birini diğerinden ayıran ne, bilmiyorum. Neyse, dönüp bakıyor bu. Bakmasana mal. Bakınca kız kayboluyor tabii.

Orpheus yalnız, bir tepede duruyor. Annesi geliyor, Baküs Rahibeleri'nin geldiğini, başka bir yere gitmesini söylüyor. Bu rahibeler deli, şehvet meraklısı. Dionysos'un takipçileri. Bizimkini parçalıyorlar, Orpheus bir yere gitmiyor çünkü. Neyse, kafasını da bir nehre atıyorlar. Eurydice diye diye gidiyor kafa.

En sonunda Sandman geliyor, kendin ettin kendin buldun tarzı bir şeyler söylüyor ve kafayı bir kayaya koyup gidiyor. Adam, "Baba, baba!" diye bağırıyor ve Kemal Sunal'ı, İnek Şaban'ı hatırlayıp gülüyoruz. Dsfd, şaka şaka. Böyle bitiyor hikâye ama aslında bitmiyor, yine karşılaşacağız Orpheus'la. Sandman'in onu bir daha görmeyeceğini söylemiş olmasına rağmen.

Kargalar Meclisi: Yine eski hikâyelerdeki bir kadınla çocuğu hakkında. Çocuk uyuyor, sonra Habil-Kabil Biraderler'in evine gidiyor bir şekilde. Buradaki sohbetler, konuşmalar. Uyanınca çocuğun elinde o diyardaki Matthew'un tüyü var falan. Ha, bir de Adem'in üç karısı anlatılıyor, o güzel. Lilith falan.

Ramazan: Son hikâye. Pilim bittiği için kısa kesiyorum; Bağdat Emiri Haldun'un rüya şehrini sonsuza kadar gizlemesi için Sandman'le yaptığı anlaşma üzerine bir hikâye ama bu kadar değil, Binbir Gece Masalları atmosferi öylesine başarılı ki insan hayran oluyor ister istemez.

Böyle, çok deli bir sayıydı bu. Evet.

19 Şubat 2013 Salı

Neil Gaiman - Sandman/Sen Oyunu

Ana hikâyelerden bağımsız bir Sandman sayısı bu. Kurgusal olarak bağımsız, yoksa önceki sayılarda yer alan bazı karakterler şöyle bir görünüp kayboluyor.

Birbirine bağlı iki kurguyu izleyeceğiz. Birinde karla kaplı bir diyarda bir kuş, fare ve maymun var. Gerçek demeye de dilimin varmadığı dünyada Barbie'yle arkadaşları Wanda ve diğerleri yaşıyor. Bağlantı şurada; bu ilk diyardaki hayvanlardan biri, saydığım üçlüden ayrılıp haber uçurmaya gitmiş bir dördüncüsü, dev bir köpek diyeceğim, Barbie'nin önüne çıkıyor ve geri dönmesi gerektiğini söylüyor. Barbie hatırlıyor hayvanı hayal meyal.

Ya bodoslamadan giriyorum, resifler var dostlar. Rüya alemiyle gerçekliğin arasında sıkışmış resifler var. Bazıları şekilleniyor, bazıları parçalanıyor, bazıları yok oluyor. Bu Barbie'nin çocukken sahip olduğu resif/düş dünyası, bilinçaltının katlarından biri diyebiliriz, boku yemek üzere. Çünkü bilinçaltı büyük bir çöplüktür kariler, öyle bir kokar ki gün düşüne dalarsınız da ne olduğunu anlamadan, her şeyi unutmuş olarak kendinize gelirsiniz. Bazen de böyle olmaz, bu resif, sahip olduğu hayatı tehdit edecek kadar tehlikeli bir hale gelir. Burada ele geçiriliyor, Guguk Kuşu tarafından. Guguk Kuşu, Barbie'nin çocukluğu. Leş bir çocukluğun son izi. Freudyen bir hikâye, kralına kadar. Olayın bir boyutu, bu resifin akıbeti. Sandman olayları izliyor sadece, olacakları bildiği için her şeyin sonunda bazı seçenekler sunuyor, o kadar. Öküz gibi sayıda bunlar olmuyor tabii sadece, Ay'ı yeryüzüne indirip Sandman'in diyarına yol açan bir hanım var mesela, bu Barbie ve arkadaşlarıyla aynı binada oturuyor. Kötü bir adam var, bu arkadaşları rüyalarına hapsedip sonsuz bir kabusa uyandırmak istiyor. Gebertiyorlar bunu falan. Bir de marjinal olarak kabul görmüş lezbiyen, transseksüel kardeşler var. Onlar deyip ayırmayacağım, biziz. Sen ben kadar biz. Ne diyorum.

Güzel, şimdi yazabilirsem Sevgi Soysal yazacağım. İyi okumalar.

17 Şubat 2013 Pazar

Neil Gaiman - Sandman/Sisler Mevsimi

Endless Sülalesi'ni külliyen gördüğümüz sayı bu. Bütün aile orada. Bütün aile değil gerçi, kayıp kardeş ortada yok. Diğerleri toplanıyor.

Destiny'ye Ak Saçlı Hanımefendiler gelir ve savaşın başlamak üzere olduğunu söylerler. Destiny şaşırır, kendisi kaderdir ve bundan hiç haberi yoktur. Elindeki kitaba bakmasını söyler hanımlar ve uzarlar. Kader diyelim, Kader kitaba bakar ve yapması gerekeni anlar.

Önce Ölüm'ü çağırır, sonra Sandman, İhtiras ve Umutsuzluk katılır. Hezeyan gelir en son. Kayıp kardeş dediğim gibi ortada yok. Aileyi tanıtan bölümler var, şahane. Mesela kader hakkında yazılanlar: "Kader toz ve gece kütüphaneleri gibi kokar. Ardında ayak izi bırakmaz. Gölgesi yoktur." Diğerleri daha uzun, en kısası Ölüm.

Ne için toplandıklarını bilmiyorlar, Kader de söylemiyor. Sonra İhtiras, Sandman'i çok kızdırıyor. Sandman'in Cehennem'e kapattığı sevgilisi vardı, Nada, hani ilk kitapta şöyle bir görüyorduk, önceki kitaplardan birinde de bir ritüeli vardı Afrikalı kardeşlerin, orada tanışmalarını görmüştük. İşte İhtiras Sandman'e diyor ki, kardeş, sen galiba biraz aptalsın. Kız sana bir şey yapmadı ama 10000 yıldır Cehennem'de tutuyorsun kızı, üstelik elinde olmayan sebeplerden ötürü seni kabul etmediği için. Sandman atarlanıyor falan, tek başına balkona çıkıyor. Ölüm geliyor, İhtiras haklı dayı, kusura bakma diyor. Sandman de harbiden doğru galiba diyor ve Cehennem'e doğru yola çıkmak üzere hazırlanmaya gidiyor. Ailenin geri kalan üyeleri neden çağrıldıklarını bir kez daha sorunca Kader diyor ki, tamamdır, dağılın, Sandman yola çıktı. Sandman içinmiş onca tatava. Taktiklere gel.

Sandman Cehennem'e gitmişti bir kez, çalınan başlığını almak için. Orada Lucifer'a gider çekmiş, kıçını tehlikeye atmıştı. Hizmetkarları gitmemesi için uyarıyorlar kendisini, lakin gidecek, kaçarı yok. Elçi olarak Kabil'i gönderiyor Lucifer'a, çünkü İncil'e göre Kabil'in öldürülmesi yasak. Lucifer, Kabil'in canını alamaz. Akıllı bir tercih yani. Neyse, Kabil Sandman'in geleceğini haber veriyor. Lucifer şekilden şekle giriyor. Onu yok edeceğim, onu parçalayacağım. Bilmem ne.

Sandman'in gidip de dönmeme ihtimali var, bu yüzden bir şekilde tanıştığı kişilere veda ediyor. Her 100 yılda bir buluştuğu arkadaşına mesela. Merasimle Cehennem'in topraklarına adım atıyor, şekil şekil yürüyor, Nada'nın hücresine gelip bakıyor ki hücre boş. Sadece hücre değil, Cehennem de boş. Bomboş, hiçbir iblis yok. Lucifer çıkıyor ortaya, bekçiliği bıraktığını söylüyor. Beraber kapıları kilitliyorlar, sonra Lucifer Sandman'e Cehennem'in anahtarını verip uzuyor. Bomboş Cehennem Sandman'in oluyor.

Bundan sonrası acayip fantastik. Amerikan Tanrıları kokuyor buram buram, tam tersi daha doğru olacak gerçi. Odin, Loki ve Thor, Düzen, Kaos, Gümüş Şehir'den iki melek; Duma ve Remiel, Nada'yı elinde tutan Azazel, Anubis ve Japon panteonundan bir tanrı, hepsi Sandman'in kapısını çalıyor Cehennem'in sahipliği hakkında. Hepsi Cehennem'i kendi için istiyor.

Bir ara hikâye: Yatılı bir okulda kalan Rowland adlı çocuk, Sandman'in yediği bokun sonucu olarak, dolaylı sonucu da diyebiliriz, geri gelen ölüler yüzünden kabus dolu saatler geçiriyor ve hayalet zorbalar tarafından katlediliyor. Sonra hayalet arkadaşıyla birlikte kapıdan çıkıp gidiyor, Ölüm'ün çok işi olduğu için onu o an almıyor. Bu yüzden sorunlar çıkacak galiba. Neyse, göreceğiz.

Her tanrı, Sandman için bir şeyler sunuyor Cehennem karşılığında. Kimi kayıp ağabey hakkında bilgi vermeyi teklif ediyor, Azazel Nada'yı vereceğini söylüyor falan. O iki melek gözlemci, bir şey sunmuyorlar. Son ana dek.

Yaratan, diğer tüm tanrıların üstünde, en tepede. İki meleğe haber geliyor. Cehennem varlığını sürdürecek, iki melek de oranın yeni denetleyicileri olacaklar. İçlerinden biri bunu istemese de Samael gibi isyan etmiyorlar, Lucifer'a dönüşme aşamasını biliyor hepsi. Lucifer çok büyük bir güce sahip, düşmüş olsa bile. Sandman'i korkutacak kadar. Her neyse, diğerleri sorun çıkarmıyor da Azazel yamuk yapıyor, Nada'yı çıtır çıtır yiyeceğini söylüyor. Görünüş olarak Azazel boyut kapısı gibi bir şey. Bir sürü dişi var falan içinde. Sandman atlıyor içeri, Nada'yı kurtarıyor ama Azazel'in dev ağızlarından biri Sandman'in üstüne kapanıyor. Bir sonraki karede Sandman'i görüyoruz, elindeki kavanozda Azazel hapis. Sandman'in rüya diyarında yamuk yapmayacaksın, oranın efendisi Sandman. Senin lolon kime dangalak.

Nada kurtarılıyor, son bir yemek yiyorlar ve Nada, bir bebek olarak doğup Sandman'den sonsuza kadar ayrılıyor. Böylece Sandman affedilmiş oluyor. Son olarak Cehennem'deyiz, iki melek yönetiyor orayı. İşkence gören bir ruhun yanına gelip durduruyorlar ve sonsuz işkencenin bittiğini, kurtuluş için kefaret işkencesinin başladığını söylüyorlar. Yani daha makul boyutlarda, günah kadar diyelim. Ona benzer bir şey.

Böyle bir sayı. Ailenin toplanması, Sandman'in Lucifer'la konuşması, tanrılar falan derken insan şapşallaşıyor. On numara.

28 Ocak 2013 Pazartesi

Neil Gaiman - Rüyalar Lordu Sandman/Düş Ülkesi

Süper lan. Sandman'de iki tür kurgu var. Birinde Sandman'in serbest kaldıktan sonra yaptıkları. Yıkılan dünyasını düzeltmek için. Diğeriyse bağımsız hikâyeler. Bu üçüncü kitapta daha çok bağımsız hikâyeler var.

Calliope: Tutsak bir ilham perimiz var. Yaşlı bir dayımız bu kızı tutsak almış, sonra bir sürü kitap yazıp meşhur olmuş. Kız sayesinde. Bu kız, başka bir yazarın eline geçiyor ve tutsaklığının sonuna gelmiş olmasına rağmen serbest bırakılmıyor. Sonra Oneiros geliyor, bizim Sandman. Her mitolojide ayrı bir adı var haliyle. Kızı kurtarıyor falan. Anladığım kadarıyla bu ikisinin arasında bir şeyler olmuş, kız Sandman'e yanık ama Sandman istemiyor kızı. Evet.

Bin Kedinin Düşü: Lovecraft'tan Ulthar'ın Kedileri geliyor akla direkt. Kediler bir mezarlıkta toplanıyor, içlerinden böyle en kudretlisi falan konuşma yapıyor. Zamanında kediler çok büyükmüş, insanları avlarlarmış, sonra insanlar bir olup kedileri alt edebileceklerini düşünmüşler ve kediler küçülmüş, küçülmüş. Bu kedi diyor ki eğer hep beraber kazanacağımızı düşünürsek eski krallığımızı tekrar kurabiliriz. Evet. Bunu anlatırken kedi formundaki Sandman'le konuşmalarını da görüyoruz. Sandman, insanların hayal kurup bu kedi krallığının hiç var olmamasını sağladıklarını falan söylüyor. Ya şey bu, In the Mouth of Madness diye bir film var John Carpenter'ın, Sam Neill oynuyor, izlediniz miydi? Orada Sutter Cane namlı bir yazar var ve yazdıklarına insanların çoğu inandığı zaman kitaplarındaki gerçekliğin yaşanacağını söylüyor. Onun mantığı.

Bir Yaz Gecesi Rüyası: Bu süper. Önceki kitapta Sandman, Shakespeare'e yetenek veriyordu. Sebebini bilmiyorduk. Bu hikâyeyle biliyoruz. Sandman, Shakespeare'den kendisi için üç oyun yazmasını istiyor. Biri bu. Gezici tiyatroyla oyunlarını sergileyen Shakespeare, açık bir alanda Sandman'le buluşuyor ve oyunu oynamak üzere oyuncularıyla birlikte hazırlanıyor. Sandman de bir tepeye kapı açıp zamanında o toprakları terk etmiş cinleri, perileri, fantastik varlıkları falan getiriyor oraya. Oyunu onlar için ısmarlamış. Bu perilerin dünyayı terk etme hadisesi efsane gibi bir şey, inanılıyor böyle bir olaya. Neyse, oyun oynanıyor falan, o sırada öbür taraftan gelmiş bir yaramaz peri, oyunculardan birinin yerine geçip oynamaya başlıyor. Aslında oynadığı rol de kendisi, yani ben bu oyunu bilmiyorum ama galiba periler üstüne bir oyun. Böyle. Sonra diğer periler kendi dünyalarına dönerken bu iblis kalıyor dünyada. Evet.

Maske: İşte bu beni bitirdi, mükemmel. CIA adına çalışan bir hanım var, bu hanım Mısır'a gidiyor ve piramitlere falan giriyordu galiba. Bir şekilde Ra'yı dürtüyor ve Ra'da buna ölümsüzlük mü, öyle bir şey veriyor. Yan etki olarak da iğrenç bir ten ve bozuk bir yüz ortaya çıkıyor. Hayattan elini eteğini çekiyor hanım, sokağa falan hiç çıkmıyor. Çıkarken de maskesini takıyor. Bir gün eski arkadaşlarından biri arıyor bunu, yemek yemeye çağırıyor. Yemek sırasında hanımın maskesi düşüyor. Herkes şok. Hanım ağlayarak eve gidiyor, orada ölmek istediğini falan söylüyor. Death çıkıyor ortaya. Kadının ölemeyeceğini, işini Ra'yla halletmesini söylüyor. O sırada da güneş doğuyor işte, kadın camın önüne geliyor ve Ra'dan hediyesini geri almasını söylüyor. Ra alıyor, kadın tuza dönüşüyor ve plof. Süper lan.

Böyle, on numara. Gaiman lan.

Neil Gaiman - Rüyalar Lordu Sandman/Bebek Evi

Bu sayı, bebek evi izleğinden gidiyor. Önceki sayıdaki olaylarla bağlantılı. Zaten bütün olaylar bağlantılıymış bir şekilde. Göreceğiz, evet.

Sandman eşyalarını geri almıştı, mekanından kaçan hizmetkarlarının peşine düşüyor. Kum Masalları, giriş hikâyesi. Böyle yan hikâyecikler var, Sandman'in geçmişini ve Endless tayfasını öğrenmek için süper.

Çölde bir dayı ve dayının torunu. Ergenliğe giren her gencin yaşaması gereken bir ritüel var. Çocuk etrafı arayıp bir cam parçası buluyor, yeşil ve kalp şeklinde. Dayımız anlatmaya başlıyor çocuğa. Orada camdan bir kent varmış bir zamanlar, kentin prensesi aşık olacağı birini arıyor. Buluyor da; bir gece kulesinden aşağı bakınca lacivert elbiseli bir bay görüyor. Sonra bir daha göremiyor onu, kuşlara haber salıyor ki bulsunlar. Rüyaya daldığı bir zaman Habil'le Kabil'i görüyor rüyasında, tabii isim verilmemiş ama biz anlıyoruz, ilk kitapta da vardı bu ikisi. Ardından tahtına kurulmuş bir adamın karşısına geçiyor, sevdiğini aradığını falan söylüyor. Tahttakinin başlığı var, başlığı çıkarınca anlıyor ki aradığı adam o. Sandman'in kendisi. Sandman de kızı seviyor ama tanrılarla ölümlülerin aşkı yasaklanmış gibi bir şey. Bunlar seviştikten sonra Güneş vaziyeti görüyor ve kente alev topu falan yolluyor, adeta aduket atıyor ve kent cort. Kız vaziyeti görünce intihar ediyor. Ölümün krallığında bir kez daha karşılaşıyorlar, Sandman kızı ikna etmeye çalışıyor ama kız istemiyor Sandman'i. Şehrin yok olduğundan bahsediyor, kavuşmalarının mümkün olmadığını falan söylüyor. Öyle bitiyor. Bir de kadınların anlattığı versiyon varmış ama onu bilmiyoruz, muhtemelen sonraki kitaplarda o da anlatılır.

Bebek Evi'nin başında Desire'la karşılaşıyoruz. Tutku, hırs, falan. Böyle şeylerin tanrıçası. Evet. Bir haltlar karıştıracağı belli. Haltlarla ilgili olan anneyle kızı görüyoruz sonra. İngiltere'ye geliyorlar ABD'den. Kız, arabada uyuyakalıyor. O sıralarda Sandman, yardımcısına hizmetkarlarının sayımını yaptırıyor ve eksikleri tespit ediyor. Brute ve Globe. Korintli. Bu Korintli çok acayip, göreceğiz. Bir de Kemancının Bahçesi var. Kayıplar bunlar. Konuşurlarken Sandman'le yardımcısı bir anda dönüyor ve kıza bakıyor. Kızın her şeyin çözümü olacağını konuşuyorlar derken kız uyanıyor. Olay şu: Kız bir girdap. Rüya girdabı. Her şeyi çevresinde topluyor ve her girdap, Sandman tarafından öldürülmeye mahkum. Lakin sonunda ortaya çıkıyor ki ilk kitapta Sandman kaçırıldığı zaman yıllar süren bir uykuya dalan kadın, bu kızın anneannesiymiş. Uykudayken tecavüze uğrayıp doğurmuştu kadın, heh işte. Kızın girdap olma hadisesi aslında büyükanneye kısmetmiş ama o uykuya dalınca yalan olmuş. En sonda büyükanne, torununun hayatını kurtarmak için girdaplık işini üstüne alıyor. Böyle. Bu zamana kadar da Sandman'in kayıp hizmetkarları bulunuyor ama nasıl bulunduklarını söylemeyeyim, mükemmel psikopatlıklar var çünkü.

Bir yan hikâye de şey, Talihli Adamlar. Sandman'in ölmesine izin vermediği bir adamla ilgili. 100 yılda bir buluşuyorlar ve zamanın yarattığı farklılıklar, adamın değişimi, ortamlar, mükemmel. Bir de Sandman'in Shakespeare'e yetenek vermesi var, üçüncü kitapta ayrıntılarıyla göreceğiz. Son diyeceğim şey de şu: Sandman insanları seviyor. Yani onlara bir görevle bağlı olduğunun da farkında ama varlığı da insanlardan hoşlanıyor. Bu adamla bir dostluk geyikleri var, on numara. Biraz The Man From Earth olayı.

Bir karede The Cure posteri vardı, Gaiman'ın Robert Smith'ten etkilendiği malum, Sandman'in tip de Smith'e benzediği için hoş olmuş o poster.

Güzel bu, üçüncüyü de okudum ama yazamıyorum. 10 tane kitap birikti, yazamıyorum. Zamanla. Evet.

20 Ocak 2013 Pazar

Neil Gaiman - The Sandman/Preludes & Nocturnes

Liseden Umut diye bir dostum var, adam Kadıköy'e her gittiğimizde Dragonlance veya Forgotten Realms kitaplarından alırdı. Ben Lovecraft derdim, o fantastikli derdi. Aptalca bir önyargı oluştu bende ve yıllar boyunca adamın okuduklarından tek bir tanesini bile okumadım. O kitapları millet lisede yalayıp yutmuştu, ben yanından bile geçmedim ne yazık ki. Bir de pahalıydılar lan; korsanı morsanı da olmadığı için 9-10 sene öncenin parasıyla 10 küsur milyona falan geliyordu bir tanesi. Bu vesileyle dandik bir anımı da anlatayım. Sıkılanlar direkt kitaba geçsin lütfen. Anlatmak istiyorum. Benim blog'um lan burası, istediğimi yaparım. Şimdi ben etüt öğretmeni olarak geçen sene çalıştım bir ara. Çocuğun teki bu Olimpos Tanrıları mı ne, öyle bir seri var. Onu okuyor. Dedim dayıt sen bunu bırak, şöyle bir olay var. Ona başla. Umut bayağı anlatmıştı olayları, ben de bu çocuğa anlatıyorum. Bir süre dinledi beni, sonra annesini aradı. Teneffüse çıktım, geldim, bir de baktım kitap elinde. Oha diyorum içimden, anneye bak lan. D&R'dan almış bir de. Dershane Bağdat Caddesi üstündeydi, Şaşkınbakkal'da. D&R çok yakın oraya. Ama yanlış kitap alınmış, Göç var elinde. Dedim işte lan bu yanlış, Anayurt'la başlayacaksın, değiştirt bu kitabı. Tamam hocam falan. Bir teneffüs daha. Geldim, elinde Anayurt. Evladım dedim, bu ne lan. Ne ara değiştirdin? Diğer kitabı çıkardı. Değiştirtmemiş, annesi alıp getirmiş yine. Haha. Oğlum ne anneler var lan. Helal olsun, değil mi sevgili kariler? Helal olsun. Umut'a da helal olsun, adam İTÜ Makine'de araştırma görevlisi şu anda. Bizim sınıftan bayağı bir şey çıktı. Bir ben, bir de Burak diye bir arkadaşımız kaldık bir şey olamayan. Henüz.. Ben aylak oldum, o adam avare oldu. Lan ben ne anlatıyorum ya. Kitaba geçek, kadere depik atak.

Umut'tan aldım, adam yıllardır anlatır. E bir de Neil Gaiman tabii lan, erken dönem Neil Gaiman hem de. Artık daha fazla bekletmek istemedim ve giriştim. Adamda İngilizcesi olduğu için onu okudum ben de, isim o yüzden İngilizce.

Öncelikle hiçbir ayrıntıyı unutmuyoruz. Kim kimdi, kim kimle ne konuştu, duvarda hangi poster asılı, radyoda hangi şarkı çalıyor, karakterlerden biri kitap okuyor, ne okuyor. Bunlara dikkat ediyoruz, çünkü karşımıza tekrar çıkabilirler. Üstkurgular bilmem neler havalarda uçuşuyor.

Sandman kimdir? Sandman, Morpheus vs. insanların isim verme hastalığından nasibini almış, bir ton adı olan bir tanrı. Tanrı diyeceğim, çünkü gördüğüm bir iki eleştiride insanların inanmayı bıraktıklarında Sandman'in ailesi olan Endless ailesinin varlıklarını sürdürecekleri yazılıydı. Oysa bakınız, ikinci kitapta Sandman diyor ki son insan da bir şekilde cortladığında bizim görevimiz sona erecek. Biz onlar için varız, biz onların hizmetindeyiz. Ben buradan şunu çıkardım; Amerikan Tanrıları'ndaki hadise. Unutulmuş tanrılara ihtiyaç yoktur ve bu tanrıların güçleri kaybolur, bir nevi ölürler. Dolayısıyla evet, Endless tayfası için tanrı topluluğu diyebiliriz. Neyse, Sandman dayımız rüya aleminin kralı, düşlerin efendisi diyelim. Rüyalarla gerçekliğin arasındaki duvarı kaldırabilen, görevleri ve sorumlulukları olan, kısacası pek güçlü bir dayı.

Güçlü de, ölümlüler tarafından yakalanıyor 1916'da. Okült okült işlerle ilgilenen ve Aleister Crowley'yi kıskançlıktan çatlatmak isteyen bir mistikçi bilim insanı, Sandman'in kardeşi Death'i çağırmak için bir ayin düzenliyor, tuzağa düşen Sandman oluyor. Sandman tılsımlı bir çemberin içine hapsediliyor, bu sırada pembe taşına, başlığına ve torbacığına el koyuyorlar. Ondan sonra yıllar geçiyor, büyücü dayımız ölüyor ve onun oğlu da 80 yaşına falan geliyor, Sandman hâlâ konuşmuyor, bildiklerini anlatmasını istiyorlar ama hiçbir şey anlatmıyor ve eline bir fırsat geçsin diye bekliyor, bekliyor. En sonunda kurtuluyor oradan, büyücünün oğlunu sonsuz bir uyanışın içine hapsediyor ki her uyanış aslında başka bir kabusa uyanış. Sonsuza kadar. Korkunç. Tabii hapsedildiği zaman düşleri yarım kalmış insanlar var. Kimi çocuk, kimi yetişkin. Bunlar ya sonsuz bir uykuya dalıyor ya da deliriyor. Hatta sonsuz bir uykuya dalan kızın birine tecavüz ediyorlar, kızın çocuğu oluyor ve evlatlık veriliyor. Bütün bunlar olurken kız uyuyor. Bunlar 60 yıldan fazla bir süreyi kapsıyor, dolayısıyla Sandman kurtulunca bunlar da normale dönüyorlar ve bakıyorlar ki yaşlanmışlar.

Sandman, çalınan eşyalarını bulmak için diyar diyar gezmeden önce evine dönmek istiyor, yolda Abel ve Cain'in evine gidiyor. Habil ve Kabil, hikâyelerini biliyorsunuzdur.

"Sen niye ot yeşillik falan veriyon lan?" *dıkş*

White Wolf'un ortamlarında vampirlerin doğuşu da bu ikiliye bağlanıyor, ilginizi çekerse bir araştırın derim. Mükemmel.

Evet, Sandman evine döner ve bakar ki evden geriye pek bir şey kalmamış. Kaçırıldığı zaman uzun bir süre uzaktaydı ya, varlığından gücünü alan ev de boku yemiş tabii. Hizmetkarlardan bazıları arazi olmuş, bilmem ne. Dayımız, eşyalarının nerede olduğunu söylesinler diye Three-in-One adlı üç cadıyı çağırıyor. Söylediklerine gel: Torbacık John Constantine'in elinde. Bizim iblis avcısı Constantine. Lan ne güzeldi filmi ya, paylaşmadan edemem, bunun kadar güzel bir cehennem ortamı daha görmedim filmlerde:


Başlık bir iblisle takas edilmiş. Pembe taşı da Batman'le Robin ele geçirmiş. He, bu dünya DC Evreni'nde, o yüzden Batman'dir, şuydur buydur, hep var.

John Constantine'le gidip alıyorlar keseyi. Torba değil de kese diyelim. Burada bir sıkıntı yok, asıl sıkıntı Lucifer'ı görmeye gidince ortaya çıkıyor. Lucifer, Cehennem'in yönetimini iki ortakla paylaşmak zorunda kalmış; Azazel ve Beelzebub. Sandman kendine ait olanı istiyor ve milyonlarca iblis arasından başlığına sahip olanı buluyor. Burada bir mücadele olacak. Sandman kaybederse iblisin hizmetkarı olacak, iblis kaybederse başlığı verecek. Yarışma süper; biri ben şuyum diyor, diğeri ben onu öldüren buyum diyor. Sineği öldüren örümcek, örümceği öldüren yılan vs. En sonunda Sandman "umut" olduğunu söyleyip kazanıyor. Başlık da cepte.

Bundan sonrası karışık. Pembe taş, katı rüya. Yani çok kuvvetli, insanlara kafayı yedirtecek bir taş ve bir psikopatın eline geçiyor. Bu psikopat dayının bir kafede altı insana yaptırdıkları var, çizgi romanın en rahatsız edici bölümü bence orasıydı. Başka bir güç kendilerini yönetiyor ve her şeyin farkındalar. Göz çıkarma falan, ööf. Yine hacamat eden Sandman oluyor tabii, sonuçta koskoca tanrı lan, bütün gücünü o taşa basacak değil ya.

Son olarak bir hikâyeciğimiz var, kız kardeş Death'le karşılaşma. Beraber gezip can alıyorlar falan. Eğlenceli ölümler. Böyle şeyler.

Böyle yanisi. Güzel lan, bir sonraki sayıyı da okudum ama onu da yarın yazarım.