Kurzweil, İnsanlık 2.0 adlı tuğlasında -orijinal adı The Singularity is Near, Paul Allen "The Singularity Isn't Near" makalesiyle Kurzweil'ın öngörülerini eleştirmiş ama bu incelemede Kurzweil cevap vermiş Allen'a, tekilliğin yakında geleceğini söylemiş falan, bence bu ara bilgiler bir an önce sona ermeli, kapıyorum- tekilliği enine boyuna anlatıyor. Teknolojinin üstel bir hızla ilerlemesi, beynin çalışma prensiplerinin çözümlenmesi gibi olaylar bizi nihayetinde tekilliğe ulaştıracak gibi gözüküyor. Şimdi hatırlamıyorum, Kaku'nun alıntı yaptığı bir adam biyolojik bedenlerimizin evrimin halkalarından biri olduğunu ve bu halkaya orta vadede bir yenisinin takılacağını, bunun bir zorunluluk olduğunu söylüyordu. Gerçekten de ortalama 80 yıllık bir yaşam süresi giderek yetersiz hale geliyor, bir konuda kazanılan uzmanlığın işlevselliği bu gelişme hızıyla birlikte sorgulanabilir durumda. Hiç doğru olmayacak ama kafadan bir hesap yapayım, süper zeki olmayan bir insan elli yaşında alanında uzman, yan alanlarda da iyi bir bilgi birikime sahip oluyor diyelim, zihinsel aktivitelerini daha kaç yıl boyunca en üst seviyede tutabilir? Onca birikimin bir anda yok olduğunu da düşünelim. Analitik zekası muazzam ölçüde gelişmiş, yapacağı daha onlarca deney, yazacağı onlarca makale vs. olan biri ölüyor, ölümüne kadar yazdıklarının dışında başka bir şey kalmıyor geriye. Korkunç. Tekillikte hiçbir şey kaybolmak zorunda değil, Transendence'ta olduğu gibi dijital ortamda var olabilen bir beyin, birkaç beyin, öğrenmeyi ve araştırmayı sürdüren binlerce beyin müthiş bir sıçrama yapmamızı sağlayabilirdi. Kurzweil bu tür bir ölümsüzlüğü arıyor işte, seksenine gelirken günde yüzden fazla destekleyici hap alarak tekilliği görebilmeyi umuyor. Milyon dolarlar harcıyormuş adam haplara, üstelik muhtemelen göremeyecek tekilliği ama kurduğu şirketlerle yeni teknolojilerin bulunması için durmadan çalışıyor, her gün spor yaparak bedenini dinç tutuyor, kısacası zihninin hiçliğe karışacağı ânı geciktirmek için fiziksel olarak elinden geleni yapıyor, düşünsel olarak da, düşünüyor işte. Zihnimizin kuantum fiziğinden hallice olduğunu söylüyor, biyolojik benlik üzerinden yapay zekâların muhtemel benliğini kurguluyor, kişiliğin hikâyeler üretilerek bir arada tutulmasından yola çıkıyor -asıl bilinç boşlukları sevmiyor bence, fügden mustarip insanların çektikleri işkenceleri bilir misiniz, bireysel tarihin bir kısmı bomboş, hiçbir şey yok, travmatik bir olay olsun veya olmasın, orada bilinç için sağlıksız bir boşluk var ve dolmuyor, beynin lobları arasındaki bağlantıların kopmasıyla birlikte aslında gerçekleşmeyen olaylar için gerçekmiş gibi hikâyeler anlatılması da bunun bir parçası, kısacası delirtici bir şey, kapıyorum bunu da- ve hikâyeler için gereken örüntülerin nasıl imal edileceğinden bahsediyor. Elimizdeki teknolojiler, bilimde kat ettiğimiz yol bunu mümkün kılabiliyor nihayetinde, son elli yılda nörobilim resmen uçtu, eskiden beynine metal boru saplanan hastaların annelerini tanımamaya başlamaları büyük bir gizemdi örneğin, insanlar kendilerini peygamber olduklarına inandırıp, üstelik buna kendileri de inanıp kitleleri peşinden sürükleyebiliyordu, artık beyindeki hemen her arızayı saptayabilen zımbırtılar mevcut, beynin yapısı mikron mikron çıkarılıyor, neokortekste kurulan devreler fotoğraflanabiliyor falan, muazzam bir gelişme. MIT ve CalTech'in ortaklaşa geliştirdiği patch-clamp robotu sinirsel dokuları tarayabiliyor, kontrol kalemine benzeyen mikroskobik bir aletin beynimde gezinip düşüncelerimi taradığını görmek korkutucu olduğu kadar heyecan verici bir şey. Başka bir ilginç detay, neokortikal bağlantıların yapısı bir ızgarayı andırıyor. Düzenli sıralar halinde üst üste binmiş bağlantılar düşünün, çiplerdeki gibi. Nispeten yeni bir olay bu görüntüleme olayı, Kurzweil bu iki yapının birbirine oldukça benzediğini gördüğü zaman delicesine heyecanlanmıştır diye düşünüyorum.
Emily Dickinson'ın şiirlerinden bir bölüm almış Kurzweil, beynin gökyüzünden daha geniş olduğuna dair bir bölüm. Güzel bir başlangıcın ardından zekâmızın biyolojik mirasımızın çok ötesine geçebileceği fikri geliyor. "İnsan zekâsının tarihi, bilgiyi kodlayabilen bir evrenle başlıyor." (s. 1) Sabit değerlerin yanında kuantum var, oradan sicim teorisi gösteriyor kendini derken makroyla mikronun buluştuğu nokta hâlâ karanlıkta, bulunmayı bekliyor, Kurzweil evrenin ve insanın yapısına kısaca değinerek ivmelenen geri dönüşler kanununa getiriyor mevzuyu, sıçramalar halinde ilerleyen bir yapı bu. Belli kaynaklarla bir noktaya kadar ilerleyebilen bilim, paradigma değişimiyle geriye dönük bilgilerini bir üst aşamaya uyarlayıp kaldığı yerden ilerlemeye devam ediyor. Zihnin şekil tanıma teorisiyle birleştiriyor bu kanunu Kurzweil, neokorteksin basit algoritmasını açıklayıp bir sonraki aşamaya atlama hazırlıklarına değiniyor. Bu incelemede algoritmanın yasaları ele alınıyor daha çok, beynin işleyiş biçimi odakta. "Bu kitabı yazarkenki amacım, beynin ne kadar karmaşık olduğunu anlatan milyonlarca alıntıya bir yenisini eklemek değil; sizleri beynin basitliğinin gücüyle etkilemektir. Bunu yapmak için; tanıma, hatırlama, bir şekli tahmin etme gibi neokortekste milyonlarca kez tekrar edilen basit ve becerikli mekanizmaların, düşünce çeşitliliğimize nasıl yol açtığını anlatacağım." (s. 8) Dünyadaki düşünce biçimlerinin nasıl şekillendiğine dair Kurzweil'ın verdiği Darwin örneği kilit bir noktada duruyor, Charles Lyell devasa yer şekillerinin su akışıyla biçimlendiğini söylediği zaman başta alaylarla karşılaşıyor ama sonrasında görüşleri kabul ediliyor. Darwin, Lyell'ın ses getiren düşüncelerini biyolojiyle birleştiriyor, fikirlerini güçlendiriyor, gerisini biliyoruz. Türlerin Kökeni'nde Lyell'a teşekkür ediyor Darwin, tıpkı sonrasında kendisine teşekkür edildiği gibi. Einstein'ın meşhur formülünü nasıl ortaya çıkardığı da var, Kurzweil bilimin basamak basamak ilerleyişini iki örnek üzerinden anlatarak kendi fikirlerinin temellerini de göstermiş oluyor bir açıdan, hemen ardından düşünme üzerine düşünmenin temel olgularını incelemeye başlıyor. Çocukluğundan itibaren bilgisayımla zihin arasında gördüğü benzerliklere bakalım. Anıların ardışık ve sıralı olduğunu söylüyor, bunu sonradan Turing'in sıralı işlem bilgisayımına bağlayacak, ardında von Neumann'ın rastgele erişim hafızasıyla destekleyecek ve zihnin imitasyonunun teoride mümkün olduğunu söyleyecek. Bunun için örüntü tanıma teknolojilerinin geliştirilmesi gerektiğini söylüyor ki kendi şirketleri bu iş üzerinde başarılar kazanmış zaten, Siri örneğin, Kurzweil'ın ve ekibinin icadı. Siri'yi geliştirme, ses tanıma teknolojisini ortaya çıkarma aşamalarına genişçe bir yer ayrılmış, Wittgenstein'ın dil-felsefe üzerine düşüncelerinden Chomsky'nin zihin-dil kuramlarına pek çok ögenin teknolojik karşılıkları anlatılıyor. İşin özeti şu ki yapay zekâ, bilgisayımın zihinsel karşılığını olabildiğince kusursuz bir şekilde uyguluyor. Bunun için biyolojik parametrelerin yanında -DNA, gen, ne varsa hepsinin işleyiş prensipleri ele alınmış- bunların yazılımsal karşılıkları olan çalışmalar da yüklendiğinde, kısacası karma bir yapı oluşturulduğunda insanın sahip olduğu bilişsel yetilerin -örüntü tanıma, soyut düşünce vs.- bir tık üstünde işlem kapasitesine ulaşılmış. Ne hoş. Bütün bunların yanında özgür irade problemi bütün heybetiyle ortada duruyor. Kurzweil'a göre özgür irade var, tersini gösteren bütün verilere rağmen onca belirlenmişliğin, beynin karar mekanizmasının kendi kendine işleyişinin ardında kalan bölge özgür iradenin varlığı için yeterli. Rüyalar için neokorteksin boşluğu doldurması deniyor, korkunun amigdala tarafından hormonal biçimde salgılanmasıyla birlikte neokorteks bir nefes alıyor, engellenmiş davranışların baskısı için bir çıkış yolu olan rüyaların işlevini yerine getirecek yazılımın üretilmesi mümkün. Bütün teknolojik ıvırın zıvırın yanında evrimsel gelişme de varlığını sürdürüyor, yapay zekâ kodlandığı biçimiyle gelişmeyi ve değişmeyi sağlayabiliyor, böylece sabit bir olgu olarak varlığını sürdürmek zorunda kalmıyor.
Hormonlardan duyulara, etik ve ahlâki ikilemlerden geleceğin hukukuna kadar pek çok meseleyi ele alıyor Kurzweil, muhtemelen göremeyeceğimiz bir dünyanın çizgilerini açığa çıkarıyor. Çok iyi. İnsanın nereye gidebileceğini merak ettiğim için okuyorum ben, meseleye biraz olsun ilgi duyanlar için süper metin.
Bundan on beş, on altı yıl önce arkadaşlarla odaya kapanıp Dream Theater konserlerini deli gibi izlerken -Kazaa'dan indirirdim o zamanlar, tedarikçi bendim- lüle saçlı bir adamla karşılaştık. Derek'in gruptan ayrıldığını biliyorduk, yerine Jordan Rudess'ın geldiğini de biliyorduk ama herifi ilk kez görüyorduk işte, saçlarına kıl olduk ve adamı hiç sevmedik. Sonra ben Disappear'ı dinledim ve adamın hayranı oldum. Hatta -müzik tanrıları beni çarparsa çarpsın- bana göre Space-Dye Vest ayarında bir şarkı. Neyse, bizim tayfa adamı sevmemeye devam etti ama ben adamın yaptığı işleri takip etmeye başladım. O sıralar tabii, şimdilerde geçen yılki Türkiye konseri haricinde kendileriyle hemen hiç işim olmuyor. En son Octavarium'u dinledim ve sevmedim, 2005'ti, biz tayfayla sık sık görüşmeye devam ediyoruz, onlar dinlemeye devam ediyorlar ama ben başka dünyalara zıpladım. Neyse, Kurzweil'ı Jordan'ın klavyesinin markası olarak bildim ilk. Ray Kurzweil ses teknolojisi üzerinde de çalışmış ve çok acayip bir alet icat etmiş. Klavyelerin şahı olarak görülüyor Kurzweil, gerçekten çok değişik bir alet. Neyse, yıllar içinde adamın aslında kafayı hafiften kırmış bir deha olduğunu gördüm ve yazdığı metni de okuyunca kanaat getirdim; bu adam geleceğin elçisi olarak aramızda bulunuyor. Fikirleri çokça eleştiri alıyor, insanın form değiştirirken geçireceği evreleri irdeleyiş biçimini insanlık dışı bulanlar var ama adamın yaptığı şey teknolojinin bizi getireceği konum, ötesine pek bulaşmıyor, bazı denetim mekanizmalarının gerekli düzenlemeleri yaparak bilimin yıkıcı etkilerinden yırtacağımızı düşünüyor. Metnin son bölümlerinden birini kendisine ve fikirlerine yöneltilmiş olumsuz eleştirileri bertaraf etmek için ayırmış, cevapları hazır. Teknolojinin o kadar da ilerlememesi gerektiğini düşünenlere eldeki potansiyellerin yer altına inebileceğini, kontrollü bir ilerleme yerine kontrolsüzlüğün ortaya çıkacağını ve gücü elinde tutan örgütlerin/devletlerin dünyayı cehenneme çevirebileceğini söylüyor. Makul. Buluşların önünde duramayacağız, dalga sürekli büyüyor ve geriye dönmek için artık çok geç. Geri dönülemezlik tarım devrimiyle birlikte ortaya çıktı, yerleşik yaşam ve elde edilen ürün bizi daha çok üretime götürdü, buna uygun olarak sayımız çoğaldı, tabii üzerinden çağlar geçen bir olaydan bahsediyoruz ve biçimlenenden farklı bir yaşamı, eh, hayal edip yaşayabiliriz, bedel olarak kendimizi yalıtmamız gerekir. Her açıdan. Kısacası, dünyamızı çok büyük bir ölçüde bilim şekillendiriyor ve Kurzweil bilimin atlılarından biri. Yazdıklarını dikkatli bir şekilde okuyup gelecekten haber almalıyız. Nostaljiden, geçmişin yararsız özleminden kurtulursak gelecek süper gözüküyor. Tabii ikinci bir Whitey On The Moonortaya çıkmasın diyeceğim de on yıllar geçti, çıka çıka bir hal oldu zaten.
Önsöz bölümünde bilime duyduğu tutkunun doğuşunu anlatıyor Kurzweil, on iki yaşındayken, 1960'ta bilgisayarla tanışıyor ama öncesinde çocukken okuduğu bilim serileri var, çocuklar için bilim setleri olur ya, onlar. Kaku Jules Verne okuduğunu söylüyordu, eminim ki Batı'daki çoğu bilim insanı bilimin hikâyeleşmesini sağlayan insanlardan veya doğrudan edebi eserlerden etkilenmişlerdir, ne güzel. Neil deGrasse Tyson da Carl Sagan'la bilim müzesi gezdiğine dair bir şeyler anlatmıştı, önemli şeyler bunlar. Onlu yaşlarımın başında uzaya dair azıcık bilimsel bir şeyler okuduğumda aklım gitmişti, ben de oradan tutuldum. Gerçi edebiyat okudum sonradan ama bu tutkum kaldı, iyi ki kalmış. Neyse, 1990'larda teknolojilerin bilinen ivmeleri hakkında deneysel veriler toplayıp bu verilerle matematik modelleri geliştirmeye çalıştığını söylüyor Kurzweil, zaten bütün paradigma değişimlerini, üstel artan bilimsel hızı bu modellemelere dayandırıyor ve elde ettiği verileri dipnotlarla paylaşıyor. Kendi kaynak kodumuza ulaşıp biyolojik temellerimizi salt bilgiye çevirerek evrenden çıkardığımız bilgiyle birleştireceğiz ve tekilliğe doğru adım adım ilerleyeceğiz, anlattığı şey çok çok özet geçilirse budur. Sonrasında birinci bölüm, Altı Evre. Yapay zekanın satranç ustalarını yenmesi bahsinden giriyoruz ve makinelerin insanın sahip olduğu biyolojik niteliklerin temel inceliklerinden yoksun olduğu fikriyle devam ediyoruz. Tam bu noktada bilimin üstel ilerlemesiyle alakalı uzunca kısım başlıyor. Grafiklerle anlatıyor Kurzweil, doğrusal eğilim ve üstel eğilim hakkında çokça bilgi veriyor. Belirli zaman aralıklarıyla hızlanan bilimsel gelişmeleri doğrusal eğilimle değerlendirmeye meyilliyiz, hep aynı hızla ilerlediğimizi düşünüyoruz ama hayır, her bir buluş hızı katlayarak artırıyor, ta ki doğal sınırlara kadar. Moore Kanunu örneğin, belli bir alana belli sayıda transistör yerleştirme mevzusu ilerleyen teknolojiyle birlikte giderek daha ucuz ve kullanışlı hale getirildi ama işlemcilerin hızlandırılması konusunda fiziksel sınırlara çok yaklaştık, farklı çözümler bulunması gerekiyor, yoksa Kurzweil'ın bahsettiği duvara toslayacağız. Tam bu noktada paradigma değişimleri ortaya çıkıyor, farklı bir çözüm yolu bulunuyor ve ilerleme sürüyor, tekrar üstel olarak. Moore Kanunu konusunda Kaku'nun önerdiği çözümler vardı, süperiletkenlerin kullanımı, kuantuma dair zamazingolarla farklı bir teknolojinin üretilmesi, böyle şeyler. Sonuçta evrimin altı evresinden bahsediliyor, biz dördüncü evredeyiz. Beşinci evrede teknoloji ile insan zekasının birleşimi var, altıncı evredeyse evrendeki madde ve enerji örüntülerinin zeki işlemlere ve bilgiye doyma noktasına erişmesi yer alıyor. Biz bu noktadan çok uzaktayız, Kurzweil her bir aşamayı detaylarıyla anlatıyor ve tekilliğin beşinci evrede ortaya çıkacağını söylüyor.
Tekillik. Lucy'nin, "I am everywhere," dediği sahneyi hatırlıyorum da, her şeyin bilgisine erişildiği için her yerde olma durumu diye düşünebiliriz bunu. Aşırı bir fikir, zaten Kurzweil'ın anlattığı tam olarak böyle bir şey değil. Bilgiye dönüşeceğiz ve bunun için biyolojik yapımızın ötesine uzanacağız. Güzel. Beynin işlerliğinin tam olarak çözülmesi gerekmiyor, örüntülerin anlaşılması konusunda tersine mühendislik uygulamaları devam ettiği müddetçe tekilliğe bir adım daha yaklaşıyoruz demek. İşin bilimkurguya kaçan kısmı da devreye giriyor burada, yazar birçok maddeyle tekilliğin neye benzeyeceğini anlatıyor. Sanal gerçeklikte farklı bedenler seçebileceğiz -ki Ready Player One bu meseleyi şahane işliyordu, gerçi tek bir gözlükle dünya değiştirmekten çok daha muazzam bir şey var burada- ve istediğimiz kişiliğe bürünebileceğiz, olasılıkların ucu bucağı yok. "Uygarlığımızın zekası sonuçta büyük ölçüde biyolojik olmayan zekadan oluşacaktır." (s. 54) Nanobotlar girecek işin içine, biyolojik evrimimizle birleşen yapay zekaları onları "her şeye" evirebilecek. "Gri çamur" mu ne diyor Kurzweil, sisçikler halinde dolanacaklar ve moleküler değişimlerle her türlü nesneye dönüşebilecekler, kendilerini sentezleyip baklava veya araba olacaklar. Tabii kötü amaçlar için de kullanılabilirler, bir tanesi bedenimizle temas ettiği anda bizi çözebilir ve Thanos'un toz ettiği kahramanlara dönüşebiliriz. PKD'nin öykülerinden birinde vardı bunlar, kelebeğe benzer varlıklar bütün gezegeni toza çevirmişti bir güzel. Bu nanobotlar kafalarına göre herhangi bir şekil alıp takılabilirler, balçık halinde dolanabilirler ya da, bilemiyorum artık.
İkinci bölüm, İvmelenen Getiriler Yasası. Algoritmik bilgi içeriklerinden DNA'nın yapısına uzanıyoruz. Bu yapının verdikleriyle karmaşık bilgi kümelerinin sıkıştırılmış bir halde var olabileceklerini, evrimsel bir ilerlemenin mümkün olabileceğini görüyoruz, aslında DNA'yı yapay zekanın yaratımında bir metafor olarak görüyoruz desek pek yanlış olmaz. Bu noktada düzen ve karmaşa da giriyor işin içine, fraktal yapılardan bilginin kümeleniş biçimlerine çok kapsamlı mevzulara giriyor Kurzweil, bunu da canlıların evrimiyle örneklendiriyor. Evrim düzeni artırıyor, düzen karmaşıklığı artırıyor ve bilgi birikiyor, düzenle karmaşa sürekli bir döngü halinde birbirini iteliyor. Evrimin dolaylama yoluyla hareket ettiği düşüncesinden her şeyin daha düzenli, öngörülebilir bir şekilde ilerleyebileceğini çıkarsıyor yazar, evrim yönetilebilir ve istenen biçime sokulabilir, böylece tekilliğe doğru giden yolda koca bir adım atmış oluruz. Teknolojinin yaşam döngülerinden bir parça, cep telefonu teknolojisini örneklem noktası alarak meseleyi açıyor Kurzweil, zaman içinde cep telefonlarının ve bilgisayarların geliştirilmesi süreçlerinin hızlanmasını, adeta uçmasını anlatıyor bir güzel.
Sonraki bölümlerde beynin tersine mühendislikle bileşenlerine ayrılabileceği meselesi nöroloji ve sibernetik temel alınarak irdeleniyor, beynin yapısına dair şahane detaylar var burada ama asıl olay Kurzweil'ın GNR olarak adlandırdığı üçlemede. Genetik, nano teknoloji ve robotbilim. Geleceğimiz bu üçündeki gelişmelerle inşa edilecek, ediliyor. Kafada havai fişekler patlatacak kadar heyecan verici bir biçimde ele alınıyor bu bölümler, geleceğin çoktan geldiği müjdeleniyor aslında.
Kurzweil'ın ölümsüzlüğü "yakalamak" için her gün 300 civarında hap içtiğini, son derece organik beslendiğini ve spor yaptığını söyleyerek bitireyim. Adam 1940'larda doğduğu için pek zamanı kalmadı aslında ama ölümü hastalık olarak gördüğü için elinden gelen her şeyi yapıyor. Aldığı onca vitamine rağmen ölmesine ramak kalırsa bedeninin dondurulmasını garantiye almıştır diye düşünüyorum. İşin hukuki, etik yanını falan hiç bilmiyorum ama öyle bir tutkusu var ki illegal işlere girmiştir, girmemişse girecektir gibi geliyor bana. Bilemiyorum, sonunda öleceğimi bilerek ömrümü uzatmak isteyebilirdim sanırım. Otuz yaşımın bedenini tekrar tekrar kullanmak, yüz yılları böylece aşmak, bunun gibi şeyler. Tabii onca insanı bu dünya kaldırmaz, başka gezegenlere açılmak lazım. Teknoloji biraz daha ilerlemeli. Hızla.
700 sayfalık bir metin bu, çok leş özetledim. Çok daha fazlası var içinde, meraklılar için temel bir metin. Kaçırılmamalı.