4 Temmuz 2014 Cuma

Abdülhak Şinasi Hisar - Geçmiş Zaman Köşkleri

"Şimdi, geçmiş zaman diyebileceğimiz o zamanlarda İstanbul evleri üçe ayrılabilirdi. Bunların Boğaziçi'nde su kıyılarında ve ahşap olanlarına yalı; İstanbul'un sayfiye semtlerinde, bahçe içinde ve yine ahşap olanlarına köşk; şehirde, ayrı harem ve selamlık daireli ve çokları kâgir olanlarına konak denilirdi. Bu kaçgöç zamanlarında Beyoğlu civarının apartmanlarında ise aileler oturmazdı." (s. 7)

Yürüdüğüm sokaklarda 100 sene önce hangi yapıların bulunduğunu, kimlerin yürüdüğünü çok merak ediyorum. Bazen eski fotoğraflara bakıp bu merakımı gideriyorum ama yapıları geçtim, çoğu sokak bile o fotoğraflarda olmuyor bazen. Şehir çok hızlı değişiyor ve insanların duygularıyla, anılarıyla beslenmiş onca mekan ortadan kayboluveriyor. Hisar'ın çocukluğundan gelen duyarlılığı -hatta çocukken pek zeki olduğunu söylerlermiş de kendisinin diğer çocuklardan biraz farklı olduğunu o zaman anlamış- geçmişindeki onca mekanı ve insanı bütün canlılıklarıyla anılara yerleştirmiş. Kayıp zamanın diyemeyiz de, belki de yılların soluklaştırdığı zamanın izine düşmüş Hisar; mekanların ve zamanın binlerce küçük kutuya hapsettiği hatıralarının peşine düşmüş ve kişisel tarihinin en güzel bölümlerini okura sunmuş.

Yukarıdaki bölümle başlayan kitapta sadece yapılarla ilgili anılar yok, hatta denebilir ki Hisar çoğu zaman yapıların bayağı bir dışına çıkıyor. Her şey insanla ilgili olduğu için yapıları da bunun bir parçası olarak görüyor, önemli olan anılarındaki parçaları bütünleştirmek. Böylece köşklerle insanlar, zamanla mekan birbirinin içinde yer alıyor. Hisar'ın perili olduğu söylenen evlerden bahsederken bu evlerin sihrini ve musikisini hâlâ hatıralar içinde duyduğunu söylemesi de bundan. Evlerin perili olduğunu, çünkü anılarda insan-mekan-zaman üçlüsünün kaybolmadığını belirtiyor.

Hisar, çocukluk günlerinden itibaren başlıyor anlatmaya. Büyükada ilk durak. "Çocuk, hayatı bir yarım uyku içinde geçirerek dünyayı yarı bir rüya gibi görür. Fakat, bu halinde, büyüklerin huylarını ve sırlarını affetmeyen gözlerle seyrederek onların ummadıkları derinliklere iner. Çocuk her şeyi anlar. Zira bunun için çok kere sezmek yetişir ve o her şeyi sezebilir." (s. 21) Bu bilinçle yaşayan Hisar, etrafında yaşayan insanları ve gerçekleşen olayları en ince ayrıntısına kadar anlatıyor, insanların belki kendilerinin bile farkına varmadıkları huylarıyla, alışkanlıklarıyla birlikte. Hatta Geceleri Uluyan Çamlık adlı bölüm, bu çocuk duyarlılığının uç bir sınırını anlatıyor.

"Çocuk mistik ve sembolisttir." (s. 26)

Çamlığın adeta yaşadığını ve bunu büyüklere bir türlü söyleyemediğini, söylese de anlayamayacaklarını bence pek samimi olan şu sözlerle anlatıyor:

"Dünyanın şiirini kaçıran büyüklere hakikati söylemek yaramıyor. Onlar bir şey anlamıyorlar. Ruhu inkar eden bir cephe ile çok basit kalarak, esrardan ipham ile bahsetmeyi de, ruha hitap etmeyi ve cevap vermeyi de bilmiyorlar. Bundan dolayı çocukların onlara karşı susmaya hakları oluyor. Zira görüyorlar ki, ne zaman olursa olsun, onlara hakikati söylerseniz inanmazlar ve sizin için, 'Sayıklıyor!' derler." (s. 27)

Bir de çocukluğundan beri duyduğu ruhunun şarkısını böyle dile getiriyor: "Çocuk tabiatlı kaldığımdan büyüklerle aram hâlâ bir türlü düzelmiyorsa içimde bir âlem saklayarak onun solmadığını ve susmadığını görmekle ne kolay teselli buluyorum!" (s. 26) Fenomenoloji böyle bir şey açıkçası, Bachelard'ın mekânla ilgili fikirleri Hisar'ı incelemede pek faydalı olabilir. Ben kafama göre okuma yaptığım için böyle bir işe girişemiyorum. Çünkü kafama göre. Evet. Bir de aynı dalgada şu mevzu var ki Hisar bunları anlatırken çocuklukta yaşadıklarını ne kadar o yaşının bilinciyle anlatıyor? Bunu başka bir kitapta düşünüp yazdım diye hatırlıyorum ama bulamam şimdi. Derken hatırladım; Michel Butor'nun Roman Üstüne Denemeler'inde vardı. Bir "ben", başka bir "ben"i anlatırsa mevzu ne olur, ne kadarı o ana aittir, ne kadarı geçmişteki düşüncelere aittir, iki "ben" farklı olduğuna göre, yani nasıl oluyor lan bu işler? Bunları düşünürken iki sayfa sonra Hisar kendi açıkladı olayı. O zamanlar kelimeleri yeni öğrenmiş, istediği "vokabüleri" hazırlamamış daha. Duyduğu şeyleri anlatmak için iki şey lazımmış: sanatın itinası ve hislerin müphemden uzak olması.

Hisar'ın anılara ait bir iki görüşü dışında özet geçeceğim. İlerleyen bölümlerde bu köşklerdeki eşyalar var, Hisar ve ailesinin Çamlıca'daki bir köşkü kiralaması var. Çamlıca'daki Eniştemiz'de Hisar'ın kaldığı köşk budur muhtemelen. Abdülhak Hamit'in Köşkü başlıklı bir bölüm var, burada Sami Paşa'nın oğlu Sezai'yle Abdülhak Hamit'in birlikte zaman geçirdikleri bilgisi var. Samipaşazade Sezai'yle ikisi pek yakınmış yani. Bunun dışında mahalleler, oyuncaklar, bir sürü anı.

Hisar'ın kişisel tarihçiliğinin belki de temel taşını vererek bitiriyorum: "Şimdi ancak benim hafızamda yaşayan, son yâdları dünya yüzünde ancak benim başımda kalan böyle bazı insanlar bulunduğunu görüyorum. Ben de gözlerimi kapayınca belki benden de başka bir iki zihnin kıvrımları arasında saklanan ve bazen hayata gelen bir hatıra kalabilecektir. Ancak ben bu izimle başkalarının bendeki hatıralarını da yaşatamam. Bunun için benimle birlikte büsbütün sönecek olan insanların hatıralarına acıyorum. Onların iyilikleri ve zavallılıkları hakkında biraz şahadette bulunmak, onların ömürlerinde kendilerine verilmemiş haklarını başka bir maneviyat yani sırf hatırlayış âleminde imkan nispetinde ve mümkün mertebe, yani bir parçacık olsun kurtarmak sevdasına düşüyorum." (s. 34)

Ölünce insanların hatıraları nereye gider? Hep bunu düşünürüm, ruhtan bağımsız gibi gelirler bana. İşte, bir bölümü Hisar'ın titizlikle, hatta hesap defteri tutar gibi tuttuğu hatıralarında, hatıralarının yer aldığı kitaplarda. Ben pek severim Hisar'ı, başkaları da sevse süper olur. İndirimli fiyatı 5 TL falan, YKY'nin dükkanlarında bulabilirsiniz.

Bu da yeni şarkımız, bence güzel oldu: Veda

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder