8 Kasım 2011 Salı

Vüs'at O. Bener - Mızıkalı Yürüyüş ~ Kara Tren

Mızıkalı Yürüyüş bir anı kitabıdır ama değildir. Yine bir kara anlatı kitabıdır. İçki, askerlik. Lan anlatamıyorum ya, çok değişik oğlum. Yani böyle bir hayat nasıl yaşanabilir, yaşanmasını geçtim, nasıl tekrar tekrar anlatılabilir, böyle güzel anlatılabilir, aklım almıyor. Siyah-Beyaz da öyle kardeşim. Gerçekten, burada kendimi paralamayacağım, alın, okuyun. Bu kadar. Bunu da hiç yazmamam gerekirdi, oldu bir kere. Ya neyse, biraz daha anlatmaya çalışalım.

Vüs'at O. Bener, asker bir yazar. Yani askermiş zamanında. Eh, zamanın askerliğinde böyle bir adamın yaşadıkları şaşırtıcı gelmiyor. Kadınlarla arasındaki ilişki mesela. Ondan önce bir trajedi: Eşini sekiz aylık hamileyken kaybedişi. Kardeşiyle, babasıyla ilişkileri, hastaneler...

Heh, bu kadar.

7 Kasım 2011 Pazartesi

Vüs'at O. Bener - Kapan

Böyle bir yazarın kitabını yazarken gülmeli, taşaklı yazamam, kimse kusura kalmasın.

Yusuf Atılgan gibi az, az olmasının yanında nitelikli eserler verdi Vüs'at O. Bener. Nitelik ne lan, resmen kara yazının paşası kendisi. Buzul Çağının Virüsü ve Bay Muannit Sahtegi'nin Notları'nı geçen aylarda okumuştum. Kapalı metinler. Kapalıdan kastım, gerek cümlelerinin yapılarıyla olsun, gerek örtük anlatımıyla olsun, kolay anlaşılamayan, tekrar tekrar okunan bölümlere sahip metinler. Haddim olmayarak şöyle bir gülmeçli örnek verdiydim, isteyen bakabilir:


Buzul Çağının Virüsü'ndekinden ziyade, Bay Muannit Sahtegi'nin Notları'nda o kapkaralığı soluyoruz. Ölmek isteyen, ölemeyen, yaşayamayan bir adam var orada. Geçinmeye çalışan, evini bok basan yaşlı bir adam.Yazmakla kurtulmaya çalışıyor, kurtulamıyor. Neyden kurtulacağını da bilmiyor sanki.

Kapan da otobiyografik öğeler taşıyan bir kitap, Bener'in diğer öykü kitapları gibi. Mızıkalı Yürüyüş ve Kara Tren kadar yoğun değil bu, fakat Muannit Sahtegi'nin düşen gölgesini bulmak mümkün öykülerde.

Hoş, çok hoş. Yarın diğer öykü kitaplarından devam ederim. Lan okuldan Elçin'in Ölüm Hükmü'nü kilitlediler durduk yere, ona başladım şimdi. İki sene oldu okuyalı, bir bok hatırlamıyorum. Onu da yazarım buraya. Yakşamlar.

Sayfa: 74
YKY'de 1. Baskı: Eylül 2004

Orhan Pamuk - Beyaz Kale

Bu kitap aslında bugün bitti, o yazmadığım zaman okuduklarımı yazmaya devam edecektim. Bunu sokuşturayım.
Bizim Faruk Darvınoğlu vardı tarihçi, Sessiz Ev'in karakteri olan. O takdim ediyor kitabı. Yani o bulmuş, o yayımlamış gibi. Sebebi de kitabın sonunda var, Orhan Pamuk kitabı yazma sürecini, öncesini anlatmış. Çok güzel olmuş, keşke bütün yazarlar bunu bir şekilde yapsa. O fikirler nereden aklınıza geldi, böyle bir kitap yazma fikri ilk ne zaman aklınıza düştü. Tembellik yapmayın, yazın bunları da. Piçlere gel.

Evet, Beyaz Kale isimli bu eser, Faruk kardeşimizin Gebze'de yaptığı araştırmalar sırasında ortaya çıkmış. Kitap güzel. Bir alim gibi birisi var, Türk korsanlara esir düşüyor. Getiriyorlar bunu, çakallığı sayesinde bir paşaya yamalanıyor, paşa bunu koruyor, biriyle tanıştırıyor. Sonra görevler veriliyor bunlara, yerine getiriyorlar. Derken padişahla tanışıyorlar, gerisini de anlatmayayım.


Şu olayı anlamıyorum ama, yav sen 16. yy. insanısın. E ne kadar değişik bir Türkçeyle yazmışın yav? Madem birkaç asırlık bir esersin, eski ol biraz? Aynı günümüzden, heh heh. Tabii bu Faruk lavuğu günümüz Türkçesine dönderttiyse bilemeyeceğim de batıyor biraz. Elif Şafak'ın Aşk'ında da vardı. İhsan Oktay Anar o açıdan süper işte. Madem dönem eski, kullanılan yazı dili de eski.

Güzel kitap, Doğu-Batı çakışması var, Evliya Çelebi falan var kitapta. Veba var. Hoş olmuş.

AdıBeyaz Kale
Sayfa199
Baskı37.Baskı Eylül 2011, İstanbul (13.Baskı Kasım 1994, İstanbul)

Halikarnas Balıkçısı - Anadolu'nun Sesi

Balıkçı'nın bu kitabı fena saran, çok pis saran bir eser. Anadolu'nun tarihi var bu kitapta. Genel olarak Batı'ya giderli bir kitap. Neden giderli? Çünkü o Sparta, Atina falan bulamaç haline getirilip hoop, Batı'nın temeli olarak sunuluyor araştırmacılarca. Eh, böyle bilmedik mi biz de? Ben öyle biliyordum, Balıkçı'nın dediğine göre öyle değil. Derin farklılıklar var, katakulliler var aralarda. Varmış yani. Bir ikincisi de "Hellenistan"ın Anadolu'daki arkadaşlardan, Miletos'tan ilim irfan çorlaması. Tıp, Anadolu kökenliymiş, oradan oralara göçürülmüş. Sonra bunların üstüne oturup Karagozis olayındaki gibi sahiplenmişler.

Böyle bir sürü olay anlatılıyor, güzel kitap.

Türü: Deneme
184
Sayfa
Basım yılı: 2008, 7. Basım

6 Kasım 2011 Pazar

Halikarnas Balıkçısı - Gençlik Denizlerinde

1986'da alınmış bu kitap, sahibi belli değil. 1973 basımı. Nereden elime geçtiğini hatırlamadığım nadir kitaplardan. Kelepir'den almıştım muhtemelen.

Sait Faik var, bir de Halikarnas Balıkçısı var. Denize sevdalı bilmediğim, aklıma gelmeyen başka yazarlar vardır, lakin bu ikisi kraldır herhalde. Hele Balıkçı. Mavi Sürgün'ünü okuyanlar bilir olayları. Bodrum'a sürülüş, oraya, denize doğan aşk. Sonrası gelir zaten... Filmi de var, ben izlemedim. Mavi Sürgün'ün.

Bu kitapta bir dünya öykü var. Deniz insanları, denizden uzak kalmış insanlar, deliler, cesurlar, korkaklar, bir sürü insan. Tek bir insan var merkezde, onun yaşadıklarını okuyoruz. Bir de fırtınalar var, Akdeniz var, Ege var. Oralardan böyle üfür üfür deniz havası alıyoruz. Çok hoş.

Balıkçı'nın insanları genelde mücadeleci. Denizden uzak kalmış olan denize dönmeye çalışıyor, denizdeki adam yaşamaya çalışıyor, fırtınalara, cahil insanlara, kötü insanlara, insanlara karşı koyuyor, giderli yaşıyor. Sonunda keskin sirke de oluyorlar, murada da eriyorlar.

Çok hoş kitap, Anadolu'nun güneyinden, batısından böyle üfül üfül. Hoş.


Türü: Öykü
272
Sayfa
Basım yılı: 2010, 6. Basım

Orhan Pamuk - Sessiz Ev

Lan oğlum, şu kapak bulmaya çözüm yok mu? İletişim basıyor, tamam. Çok güzel. E niye bir tek bu kapak var arattığımda? Can'dan çıkanlar niye küçücük?

Evet, Sessiz Ev'deyiz. Kitapla ilgili bu böyle, şu şöyle diyemiyorum, rahatlıkla spoiler olur. Sizler de tabii haftada iki veya üç kitap devirdiğiniz için bu kitabı da okuyacaksınız ya, bana darılırsınız. Veya çoktan okumuşsunuzdur kitabı, değil mi? Götler sizi.

Hayattan bambaşka beklentileri olan insanlar var bu romanda. Gomoniki var, faşosu var, kendi kendine triplere giren bir tarih doçenti var. Adam karısından falan ayrılmış, kendini içkiye vurmuş. Tarihi de bok gibi buluyor. Yani adamın dediğine göre hikaye anlatıcılığı yapıyorlar. Bu da kendinden memnun değil. Ya ben çok yanlış başladım aslında.

Şimdi ev var bir tane, konak gibi bir şey. Bu konakta bir babaanne yaşıyor, bir de cüce yaşıyor. Hizmetçi cüce ama aileyle daha değişik bir bağı var. Torun üç, geliyorlar bir gün konağa işte. Her sene geliyorlar, bu sene de geliyorlar. Sonra bir sürü olay oluyor. Beklentiler farklı olunca, dönem de 80'lerin hemen öncesi olunca buyurun şamataya. Yaa. Bundan sonrası spoiler, okumayanlar gitsin.

- S!-

Nilgün havada bırakılmış bir karakter. Herkesi az çok biliyoruz, Nilgün'ü bilmiyoruz. Öğrenci, tamam. Komünist, o da tamam. E Nilgün'ün olayı kafaya üç beş küskü yiyip saçma bir şekilde ölmek miydi? Abisiyle çok hisli, çok anlamlı konuşmalar yapması mıydı? Faşo gencin kafayı kırmasını sağlamak mıydı? Nilgün niye vardı kardeş ya?

Babaannenin oğluyla ve eşiyle ilgili geriye dönüşleri, bu dönüşlerin şimdiyle bağı mükemmeldi. Romanın en sağlam kısımları buralardı hatta.

Küçük sikkonun adı Metin miydi, takıldığı ortamlar Bret Easton Ellis'in ortamlarının sekssiz, şiddetsiz hali. Demek ki dünyadaki zengin piçleri aynı şekilde eğleniyorlar. Helal.

Babaanne de tam sünepe. Sünepeleştirilmiş, Osmanlı kadını.

-S!-

Hoş kitap, tabii hemen alıp okuyacaksınız ya. Laleler sizi. Sevgi, ışık ve çükle...

AdıSessiz Ev
Sayfa 343
Baskı31.Baskı Temmuz 2010, İstanbul (14.Baskı Mart 1995, İstanbul)

Orhan Pamuk - İstanbul: Hatıralar ve Şehir

Orhan Pamuk dedim, devam edeyim.
Ben tamamen Orhan Pamuk'un hatıralarından ibaret olduğunu sanıyordum, öyle değilmiş.
İstanbul'dan yolu geçen yazarlar var kitapta. Flaubert var, Amicis var, Nerval var, onlara yansıyan İstanbul var kitapta. Madde madde gideyim, çok şeyden bahsediyor kitap.

* Orhan Pamuk'un çocukluğu. Nişantaşı'nda sülaleyle birlikte yaşanan bir apartman var, kuşaklar beraber büyüyor, beraber yaşlanıyor burada. Sülale içindeki ilişkiler, çekişmeler, falan. Sonradan Cevdet Bey ve Oğulları, Sessiz Ev gibi romanlarda izdüşümlerini görmek mümkün.

* Orhan Pamuk'un annesiyle, babasıyla, kardeşiyle olan ilişkileri. Genel olarak. Ayrıntılar var, vereceğim.

* Okul dönemi. Okulla arası nasıldı, okulda ne yapıyordu, neden okuldan kaçıyordu, okuldan nasıl kaçıyordu, neden okuldu?

* Ayrıntılı olarak kardeşiyle ilişkisi. Kardeşinden yediği dayaklar, kardeşiyle çekişmeleri, annenin bu çekişmelerdeki etkisi. İlginç; sonradan annesiyle kardeşine sorduğu zaman normal şeyler olduğunu söylemişler ama kendisinde derin izler bırakmış o çekişmeler.

* Beşiktaş günleri. Parasız kaldıkları zaman Beşiktaş'ta boğaz gören bir yere taşınıyorlar ve balkondan vapurlarla garip şeyler yaşıyor Orhan Pamuk. Oğlum adamda her şey iz bırakmış lan.

* Annesiyle olan ilişkisi ve resim aşkı. Kendisi ressam olmak istiyor, bir gazla mimarlık okumaya başlıyor İTÜ'de galiba. Yeni Hayat'taki çocuğun kaynağı da bu olay. Neyse, sonradan annesi bunu kalaylıyor aç mı kalmak istiyorsun falan diye. Sonra okulu bırakıyor kendisi, yazar olacağım diyor. Kitap böyle bitiyor hatta. "Yazar olacağım!" falan diyerek.

* Pamuk'un ilk aşkı. Lan buna resim yapsın, kitap okusun diye apartman dairesi veriyorlar amonüyom. Hayatlara, olanaklara gel. Zengin olmak varmış lan.

Kendi hayatından kesitler böyle. Bir de İstanbul manzaraları var.

* Şey önemli; Yahya Kemal Beyatlı, Reşat Ekrem Koçu, Ahmet Rasim ve Ahmet Hamdi Tanpınar hakkında bazı mülahazatı şamildir. Demir Özlü'nün konferansı vardı iki hafta önce, ona gitmiştik. Ben pek severim Demir Özlü'yü. Beyoğlu'nu, Fatih'i, Beşiktaş civarlarını pek güzel anlatır. Varoluşçuluk kokan öykülerini, romanlarını beğenerek okudum, kendi deyişiyle yazdığı son bir kitabını da aynı şekilde, biraz hüzünle okuyacağım. Çünkü kulakları çok ağır işitiyordu, nefes alıp verirken oldukça zorlanıyordu. Yaşlılık. Son bir kitap yazıp veda edecek sanıyorum. Neyse, Tanpınar hakkındaki bir soruya, "Tanpınar benim yazarım değildir. Türkçeyi bozan bir yazardır ve romanlarında kadın yoktur," diye cevap verdi. Tartışılır; romanlarında kadın vardır, etkin bir biçimde vardır ve Türkçeyi bozma meselesi daha da tartışılır zannımca. Nereye geldik yav. Neyse, "Has Edebiyat" diye bir şey var, Tanpınar da bu edebi türün kralı olarak görülüyor. Akademik çevrenin taptığı bir Mehmet Kaplan var, iki de Tanpınar. Biraz tabulaştırılmış kendisi. Romancılığının ve görece az bilinen yönüyle hikâyeciliğinin ve şairliğinin yanında akademisyenken tuttuğu notlarından Yeni Türk Edebiyatı için kallavi düzeyde eserler de çıkarmış biri Tanpınar. Hocası Yahya Kemal sayesinde geliştirdiği bir estetik anlayışı var. Bu bahsedilen dört yazarda da bu anlayış mevcut, belki Ahmet Rasim'de biraz daha siliktir. Bunlar Fransız yazarları okuyorlar, Proust mesela. Okumakla da kalmıyorlar, Yahya Kemal Fransa'da Albert Sorel'in öğrencisi oluyor, orada on sene kalıyor. Tanpınar'ın da Fransa maceraları mevcut. Yani oranın havasını, suyunu, ebedi ortamını da yakından tanımış oluyorlar haliyle. Sonra buraya dönüyorlar. Biliyorlar ki oradaki sanat anlayışını burada olduğu gibi ortaya koyamazlar, e yapılmış çünkü. Orada yapılmışı var. Milliyetçilik havaları esiyor onların zamanında üstüne. Ne yapıyor bunlar, tarihe dönüyorlar yüzlerini. Huzur'u düşünelim mesela, eski zamanların hayaletinden kurtulamaz karakterler. Hem kendileri, hem de yaratıcıları dolayısıyla. Böylece başka bir İstanbul çıkıyor ortaya. Koçu'nun ansiklopedisi, Ahmet Rasim'in mektupları, anıları, diğerlerini zaten biliyoruz. Bir de öyle bir İstanbul var işte.

* Melling'in resimleri ve bu resimlerin İstanbul'u, bu resimlerdeki İstanbul'un Orhan Pamuk'un çocukluğuyla etkileşimi.

* Pitoresk İstanbul. Arnavut kaldırımı sokaklar, vapurlar, vapurların dumanları, yıkılmaya yüz tutan binalar. Bu yapı İstanbul'a özgü, bu yüzden de çok değerli. Olay şu: planlanmış bir güzellik değil, rastlantısallığın güzelliği. Eh, burada rastlantısallıktan bol bir şey yok, zengin bir yer o konuda.

Doğu-Batı münakaşası, 6-7 Eylül olayları, daha bir dünya şey var kitapta. Çok uzun yazdım, biraz PES 2012 oynayayım. Okuyun sevgili kıçlar. Selamlar.

5 Kasım 2011 Cumartesi

Orhan Pamuk - Yeni Hayat

Çok sevdiğim bir hocam, dersinde, "Orhan Pamuk'u romancı olarak çok beğenirim, fakat Yeni Hayat'ı, bitirmeye tahammül edemediğim tek romanıdır. Kötü bir romandır Yeni Hayat," dedi üç hafta önce falan. Orhan Pamuk pek okumamıştım açıkçası, Kar'ı okumuştum bir tek. Mekan kusursuzdu, karakterler de ilgi çekiciydi. Yani hoşuma gitmişti. Güzeldi oğlum işte. Sessiz Ev'i almıştım, kütüphanede aylar boyunca o bana baktı, ben ona baktım. O bana baktı, ben ona baktım. O bana baktı, ben ona baktım. Yeni Hayat da onun yanında duruyordu. O bana baktı, ben ona baktım. O bana baktı, ben ona baktım. O bana baktı, ben ona baktım. Hocam öyle deyince aldım bunu, okudum. Çok da eleştiriliyordu, ne biçim kitap la bu diye. Bitiremeyenler, bitirmeye çalışıp acı çekenler. Allah Allah dedim. Ne bu tripler lan, sanki memleketi kurtarıyonuz. Altı üstü kitap. Buna lolo yapanlar Sevim Burak'a, Vüs'at O. Bener'e ne derler, çok merak ediyorum. Yok bitmezmiş bu kitap, yok pipi. Sen böyle ağlarsan bitmez tabii, lambuşa bak.


Neyse, Allah sizi inandırsın, yolda okuya okuya 24 saat içinde bitirdim kitabı. Yolda okuya okuya diyorum bak. Bir sardı, böyle bir sarma yok. Şimdi bunun nesini beğenmediniz diye sorsam öyle kalırsınız. Kitap gayet içine alıyor insanı, çok affedersiniz, çalkalayıp bırakıveriyor.

Yol kitabı arkadaşlar bu. Yani kitaptan yol geçiyor. Otobüse binip gitmelik yol. "Bir gün bir kitap okudum ve bütün hayatım değişti." Kalite kokan girişe gel. Ondan sonra bir üniversite öğrencisi, aşık olduğu bir kız, onun arkadaşı gibi biri ve ortada bir kitap. Gerisi yolculuk. Anadolu'ya yolculuk. Kasabalara yolculuk.

Da şimdi konuyla bitmez, üslup da var. Orhan Pamuk'un ara ara aforizma sokuşturucu, naif üslubunu pek severim. Eh, bu da süper o zaman. Şey bir de, Kar'ın müjdeleyicisidir bu kitap. Kar'daki karakterlerin bir iki prototipi var burada. O açıdan ilgi çekici, samimice.

Üçüncü baskısı var bende bunun, birinci baskısını hediye etmek isteyen olursa... Şakacıyım. Hoş kitap, beğenmeyen yemin ediyorum sayfamdan bir gitsin.


AdıYeni Hayat
Sayfa 282
Baskı74.Baskı Ağustos 2011, İstanbul (1.Baskı Ekim 1994, İstanbul)



4 Kasım 2011 Cuma

Gerald Messadie - Şeytanın Genel Tarihi

Kabalcı'dan gidiyoruz. Kabalcı çok güzel. Dune'un Sarmal'dan çıkanlarını okumadım, Dost Körpe çevirisini okudum. Sarmal versiyonları daha iyi diyorlar, bilemiyorum. Sahaflarda rastlıyorum, alamıyorum onları. Çünkü alacağım başka kitaplar var. Param olursa bir de o çevirilerini okuyacağım. Neyse, Dost Körpe çevirileri beni tatmin etmişti. Red Mars ve saz arkadaşları keza süperdi. Roux'nun kitapları da on numara. Yani Kabalcı çok güzel, %50 de indirim yapıyorlar. Mis. Geçen sene kitap fuarından bayağı bir şey almıştım, ondan önce de asıl bizim MÜ'de düzenlenen kitap fuarında abanmıştım Kabalcı'nın kitaplarına. Annem ilk ve haliyle son olarak aylık 300 TL vermişti geçinmem için. Evet, annemden para alıyordum o zamanlar. Şimdi yine almamaya bakıyorum, yine alıyorum ama az. İşte o bir aylık 300 TL üç günde bitmişti, sonra kediye mama alacağım, arkadaşımın anneannesinin kankasının cenazesine gideceğim vs. diyerek ufak ufak uçlandırmıştım anneyi. Ekonomiyi fena sarsmıştı yani. Çünkü babadan maddi ve manevi gelen bir şey yok, anne emekli. E bok yani.

Evet, Şeytanın Genel Tarihi'ndeyiz. Bu kitapta şeytan yok. Yani var ama yok. Antropoloji-teoloji ilişkisi var biraz. Yani insanla birlikte dinin nasıl evrildiği. Bu yüzden insanlık tarihine de güzel eğiliyor kitap. Dünyanın birçok yerinde serpilmiş dinlere, inanışlara bakıyoruz ve sürpriz; şeytanın bu dinlerde yerinin olmadığını görüyoruz. Kapalı toplumlarda, çok affedersigiz, göte göt denen toplumlarda şeytan yok. Neden yok? İhtiyaç duyulmamış şeytana. İnsan kötülük yapar, şeytan bunun neresinde o zaman mesela. Yani şimdi tabii. Evet. Mesela Konfüçyüsçü Hsün-tzu demiş ki, "İnsanın doğası kötüdür. İyilik sonradan edinilir."

Asıl olay tabii ki bu Mısır mesela, veya Sümerler, veya aklınıza gelen diğer toplumlar mı diyeyim, devletler mi diyeyim, ne pipimse, onlarda kötülük nasıldı? Tanrı ne bok yedi, şeytan nasıl ortaya çıktı? Yazar diyor ki şeytan Eski Ahit'le birlikte ortaya çıkmıştır. Yani o İsrailoğulları'yla birlikte ortaya çıkıyor. Sonra evrim geçiriyor ve şeytan oluyor bildiğimiz. Şeytanın yaşı birkaç bin yıl yani, ondan önce yoktu öyle bir şey.

Kabaca böyle bu kitap. Hoş yani, okuduğuma memnun oldum ve ölü bir kitap olarak kütüphaneye, diğer ölülerin yanına koydum. Zaman zaman canlandıracağım, zira güzel fikirler var içinde. Hem Kabalcı lan, alın. Çok güzel Kabalcı.

Histoire Generale du Diable
TÜRKÇE, 583 sayfa, 15 x 19 cm, Ocak 1998

Jeffrey Burton Russell - Mephistopheles


Evet, arayı çok açtık. Neden öyle oldu? Çünkü üşendim. O arada hayvan gibi kitap okudum tabii, hepsinin ağzına fötür fötür gidip piç edeceğim. Seriden devam:

* Şeytan'ın komikleştirilmesi. Artık öyle öcü şeytan yok. Aydınlanma ile birlikte daşok oğlanına çevrilen bir Şeytan var önümüzde. Resmen ağlatmışlar. Çok fena.

*Mephistopheles ilk kez 1587 tarihli Faust kitabında geçiyormuş. Hoş.

* Bu Shakespeare'de Şeytan, romantikslerde şeytan nasıldı, Baudelaire falan nasıl almış, o var. Sonra AC/DC, Mötley Crüe falan geçiyor ama çok az. Ve çok taraflı lan adam, siktir git. AC/DC'ye laf edeni çömerler. Ona göre Jeff.

* Ha, o Baudelaire'in sözü var ya Şeytan'la alakalı, onun babası şudur:

"Şeytan'ın var olmadığına bizleri inandırmaya çalışmak, bizzat Şeytan'ın bir entrikasıdır."

Richard Greenham, bir İngiliz püriteni, 1700'ler falan.

* Reform olaylarında kim Şeytan'a nasıl baktı, Şeytan bu olaylarda nereye kondu, mezhepler açısından Şeytan'ın incelenmesi.

* Elbette Paradise Lost, Milton. Paradise Regained.

* Spinoza, King, Leibniz, Locke, Voltaire, Hume ve bir sürü filozofun Şeytan görüşü.

* Blake var, Jung var, 1980'lere kadar geliyor olay.

Çok da bir şey hatırlayamadım ama genel olarak böyle. Bu kitapla seri bitiyor. Edebisi derin şeylere geçeceğim demiştim ama mal gibi devam ettim, sırada Şeytanın Genel Tarihi var. Hadi bağalım.


YERLİ KİTAP / DİN
Çeviri : NURİ PLÜMER

TÜRKÇE, 507 sayfa, 15 x 19 cm, Ocak 2001