27 Ocak 2012 Cuma

Frederik Pohl - Pısırıklar Çağı

Frederik Pohl, doksanını devirmiş bir yazar. Gladiator-At-Law/Hukuk Gladyatörü var, Metis Bilimkurgu'dan çıktı, Cyril M. Kornbluth'la yazmışlardı. Çok güzeldi o da. Bu da süper roman. Aha:
Adam Forrester diye bir adamımız var, bu adam 1960'larda itfaiyeci. Bir yangında ölüyor, sonra sosyal sigorta şeyi sayesinde donduruyorlar bunu. 2527 gibi bir tarihte diriltiyorlar, çünkü bunun bankada bir birikimi var ve diriltmeye kadar olan süreçteki masrafları karşılayacak kadar çoğalıyor. Uyandırıyorlar bunu, yeni dünyaya alışmaya çalışıyor. O arada Siriuslu biraderler var, Dünya'yla savaş halindeler. Olaylar gelişir.

Mizahi, süper bilimkurgu. Biraz kısa gibi ama zaten o zamanlar öyleymiş sanırım. Format o. Bu kadar.

Ev kitabı olarak Carl Sagan'dan Karanlık Bir Dünyada Bilimin Mum Işığı'nı okuyorum, yol kitabı da Bir Tereddüdün romanı. Görüşesi.

25 Ocak 2012 Çarşamba

Georges Perec - Yaşam Kullanma Kılavuzu

Uzun zamandır yoktum, çünkü Ferit Vecdi gibi, Muhammed Abduh gibi arkadaşların fikirlerini ezberleyip boş bir kağıda bunları papağan gibi tekrarlayıp değerlendirilmek üzere hocama vermekle meşguldüm. Bir tanesi de kendi araştırması için ödev adı altında iş yaptırdı. Dört ayda şu akademik dünyadan tiksindim. Finaller bitti şimdi. Yardırabilirim.

Bazı kitapların olayı baştan değişiktir arkadaşlar. A Clockwork Orange'a bakıyoruz, ikide bir "kardeşlerim" diyen bir genç, acayip bir dünya. Ne bileyim, mesela Le Comte de Monte-Cristo'ya bak, birkaç sayfadan sonra sıkıysa okuma. Bu tür kitaplar zaten işte edebiyatın en güzelleri. Falan. Olayları pat diye farklı bir yerinden yakalamaları zaten. Yani çok edebi konuşamayacağım, format izin vermiyor. Bok mesela.

Bu noktada götü taşağı yaya yaya, rahat yazan adamları anımsayalım. Halikarnas Balıkçısı. Dümene ayaklarını dayarmış, öyle yazarmış. Ne kadar güzel. Tabii kafasında karakterleri, olayları kurmuştur. Belki de kurmamıştır, bilemiyorum. Mesela deli zengin içerikli saga düşünelim. Dune'u al mesela. Öylesi dolu bir içeriği oluşturan kafayı düşün, harcadığı zamanı düşün. Muazzam bir emek var ortada. Bir de şey, şimdi böyle durumlarda, diyelim ki sen Dune hayranısın, ben de bu mükemmel saga hakkında geveş geveş konuşarak bir şeyler anlatıyorum, karakterleri falan açıklıyorum. İçinden siktir git demiyorsan zaten sen bir şey okuma artık. Aynı şey bende Lovecraft için geçerli. Diyelim ki bunun gibi sikkoş bir sitede adamın teki yazmış ama ne bir araştırma var, ne bir şey var. Sürekli yok şöyle mükemmel, böyle nefis. E siktiri çekiyorum ben tabii. Bu site de rahatça siktir çekebilmeniz için var, tabii ben duymadığım için zerrece küskümde değil.

Liv Tyler'ın memelerini ararken nereye geldik ya. Evet, bazıları rahat yazar, bazıları sayfalarca not çıkarır. Olay örgüsü, karakterlerin biyografisi derken o çalışma notları kendi olur roman. Perec bu roman öncesi hazırlık dönemi açısından çok ilginç bir yazar. Linke gel:


Allah aşkına, taktiklere gel. Benim diyeceğim bir şey yok bu noktada. Romana geçelim.


Bu leş resmi koymak istemezdim ama bendeki 1993 baskısının fotoğrafı yok internette, onun kapağı mükemmel. Neredeyse tamamlanmış, son parçası yerine oturtulmak üzere olan bir yapboz. Ortaya çıkan resimde merdivenler, daireler, insanlar, eşyalar var. Zaten romanın başında yapbozun felsefesi gibi bir şey var. Gestalt diyor Perec, bütüne bakacaksın arkadaşım diyor. Epigraf da konuyla alakalı: "Bak. Bütün gözlerinle bak."

Tüme varacağız, bunun için yapbozun parçalarından başlıyoruz. Her parçada bir merdiven, bir mahzen, bir oda ve sayısız insan var. Bütünün oluşacağı fikrinin oluşturduğu bakış açısıyla kitabı okumak bir yana, bu küçük parçalardaki ayrıntılar insanı deli eder. Merdivende neler var mesela, en ince ayrıntısına kadar listelemiş Perec. Diğer romanlarında da benzer hassasiyete rastlamak mümkün. Bir oda anlatılıyor diyelim, odadaki eşyalar öyle ince anlatılıyor ki kafayı yersin. Her oda, her eşya, her insan. Dairelerin eski sahipleri, binanın inşaatı ve hatta sokağın düzenlenmesi bile romanda var. Bunların hepsini yapbozun küçük bir parçası olarak düşün. Girintiler ve çıkıntılar da olacak parçalarda tabii. İşte bu noktada da karakterlerin başından geçen grotesk -taşaklı kelime jokerimi kullanayım- olaylar, apartmanın oluşumunda bağlantı parçaları olarak yer alıyor. Yani arkadaşım, olay şu: Öykülerin içinde dünya var. Dünya, yapboz tamamlandığında bir apartman suretinde ortaya çıkıyor. Perec'in yaşamının büyük bir bölümünde Paris'te yaşadığı düşünülürse bu apartman da Paris'tir. Diye düşünüyorum ben. Apartmanın bulunduğu sokağı arayanlar falan var:


Bir gün artık hiçbir şey yapmayan genç adamın hikâyesi, 52. bölüm öyküsü, Un homme qui dort/Uyuyan Adam adlı Perec romanındaki paşayı içeriyor. Samimice.

Kitabı 2011 yazında Kadıköy'deki Kelepir'den aldım, 20 TL. 3 Ocak 2012'de okumaya başladım, 24 Ocak 2012'de bitirdim. Kendime güzel bir doğum günü hediyesi vermiş oldum bitirmekle. Not ala ala okunmasını tavsiye ederim, araya finaller girdiği ve eşeklik edip diğer bir kitabı okumaya başladığım için bazı ayrıntıları unuttum, dönüp tekrar incelemem gerekti. Sağlam bir kafayla, araya bok püsür sokmadan okuyunuz. Yayınevi olayına girmeyeceğim bundan sonra, resimlerde mevcut zaten. Sırada Pısırıklar Çağı var. İyi künner.

15 Ocak 2012 Pazar

Eric Frank Russell - ...Ve Sonra Hiç Kalmadı

Bir hasta oldum hafta başında, böyle bir şey yok. Bugün kendime gelebildim. Tabii koca bir hafta bir boka da çalışamadım. Yarın iki final var, ödevler için de okuma yapmam lazım ve bakın ne okudum. Evet!

Bu serinin bütün kitaplarını bulmak için ara ara ava çıkıyorum. Az kaldı, toparlayacağım ama zahmetli oluyor. Okuması da bir o kadar zevkli. Çünkü bilimkurgu.

Bir gezegeni ele geçirmeye gittin, seni sikleyen olmadı. Adamlarını sikleyen olmadı. Gezegendekilerden birini ayağına getirdin, yine siklemedi. Öldürmekle tehdit ettin, "Ölü adam ne işe yarayacak?" cevabını alınca öyle mal gibi kaldın. Soru sordun, "Skib!" dediler sana. Sen kendi işine bak. Bir şey yaptırmaya çalıştın, "Olmaz!" dediler. "Özgürlük böyle bir şey olsa gerek," dediler. Mürettebatın azalmaya başladı, zira o dünyada mülkiyet yoktu. Bilinen anlamda yoktu yani, her şey çok daha kolaydı.

Kitap böyle, çok güzel. Bilimkurgu komedisi. Yani seni siklemeyen adamları al, bir gezegene koy, kitap olsun. Ne güzel lan. On numara kitap ama, araştırılmalı.

8 Ocak 2012 Pazar

Sören Kierkegaard - Baştan Çıkarıcının Günlüğü

Ders zamanı hocaların okuyun, edin dediği şeyleri pek yapmadım, çünkü o sıralarda başka bir şey okuyor olurdum. Derslere hazırlıksız gittiğim için de bir bok bilmez, derse katılmaz, final zamanı çalışıp ittire kaktıra geçerdim dersleri. Hâlâ böyle yapıyorum, kafama sıçayım. "Hocam, araştırma görevlisi olursam köpeğiniz olurum ve götünüzü seve seve yalarım," deyip hoca ne derse atlamam gerekiyorken kafama ne eserse onu okuyorum. Aha, bunun yüzünden gider yemişliğim var mesela. Ağzına sıçtığımın kitabı. Güzel kitap ama.

Biraz otobiyografik. Varoluş olayına girmeyeceğim, ne gerek var çünkü. Burada bir adamımız var, bir kızı gözüne kestiriyor. Kızın karakterini tahlil ediyor, stratejiler geliştiriyor ve kızı elde etmeye çalışıyor. Bu arada da evlilik, nişan, bok püsür hakkında da bir dünya yorum, ilginç hadiseler, mektuplar, bilmem ne.

Evet, varoluş acısıyla günde iki kız düdükleyen arkadaşlar bu kitabı çok sevecekler, çünkü Kierkegaard'sa koy sepete. Bu kadar. Adam varoluşçu.


Basım Yılı
: 1996

Georges Perec - Kayboluş

Çevirisiyle alakalı bir dünya tartışma dönmüştü. Çevirmen esere ne kadar müdahil olmalı, olmamalı, çevirmen ne yapmalı falan. Çünkü yanlış hatırlamıyorsam üç bölüm de Cemal Yardımcı yazmış bu kitaba. Hatta birinde romanın kendi akışında bir posta olayı vardı, araya giren bölümde Cemal Yardımcı kendisine de bu postadan geldiğini söylüyordu falan. Garip, lakin olmaz değil. Yarı-yaratıcı diyor kendine çevirmen. Çeviri olayı ayrı bir dert, çünkü romanda hiç "e" harfi yok. Yani içinde "e" olan kelime yok. Tabii Anton Ssliharf kaybolmadan önce de yok o harf garip bir şekilde. Yani olay şu: Anton isimli arkadaşımız bir şekilde kayboluyor, "e" harfini de yanında götürüyor ama kaybolmadığı kısımlarda da kitapta o harf yok. Ya da kayboldu ve kendi bakış açısından görüyoruz kendi hayatını, yani öbür insanlar için yine "e" eksik ama kendi bakış açısı için de mi eksiklik var diyeceğiz? Aslında o harf hiç mi yoktu? O harf hiç yoktu, çünkü İkinci Dünya Savaşı'nda ölen anne ve baba, Perec'in hayatında hiç olmamıştı ve romanda "e"leştikleri için o harf de hiç olmamıştı.

Sonrasında bunun arkadaşları Anton'u aramaya çıkıyorlar ve Perec yine işin içine giriyor. Absurd polisiye havaları, ölenler, kovalamacalar, yan öyküler... Yaşam Kullanma Kılavuzu'ndaki yan öykücüklerin krallarına burada rastlıyoruz, öylesi güzel.

Mükezmez roman. Akçay'dan korsanını almıştım.


Basım Yılı
: 2005 - 320 Sayfa

Georges Perec - Harikalar Odası

Şu kitabı okudum ve Perec'in detay uydurmacılığı konusunda şaşkına düştüm. Onca resim, ressam, sergi... Ne diyeyim.
Hasan Amca var Taksim'de, çaycı gibi bir yer hani. Oranın karşısında Kelepir mevcut, oradan almıştım bunu. Uzun zamandır gitmedim oraya ama birkaç tane duruyordur belki, orada bulunabilir.

Harikalar Odası denen şey, şu resimdeki olay. Yani resim içinde bir dünya resim ama mesela şey de var; bir resim, resmin içindeki bir tuvalde aynı resim, onun içinde de aynı. Böyle böyle sonsuza kadar gidiyor o resim ama o küçülen resimlerde de aynı detayları yansıtmak maharet. Burada da o detaylar var, olmayan resimlerin, ressamların detayları.

Garip, kısa bir kitap. Perec saçması.





Özgün Adı : Un Cabinet D'amateur
| 88 sayfa |
Basım Tarihi : Ocak 1990

Georges Perec - Uyuyan Adam

Zannediyorum geçen sene Kelepir'den almıştım, şimdi tam hatırlayamadım. İlk baskısı var. Kapağında böyle Dali tarzı bir resim var ama bu değil. Ya neyse işte.

Perec bir garip adam. Annesiz, babasız, akrabaların yanında büyüyen, Paris'ten çıkmayan, kendi halinde bir insan. Karakterinin de kendinden ve ilgisini çeken insanlardan başka uğraşacağı bir şey yok ki; bir sabah uyanınca kendini hamamböceği olarak değil de komşularını, sokakları, kendini dinleyen, okula gitmeyen, sınavına girmeyen, nefes almaya bile üşenen bir adam olarak buluyor. Oblomov tembelliği yok burada, düşünen bir adam var ve en büyük eylemi de bir şey yapmadan düşünmek. Kitabın cuk oturan epigrafında gizli her şey. Otobiyografik öğeler taşıyor diyorlar, taşımıyor diyorlar, bilmiyorum. Muhtemelen taşıyor. Müneccim miyim lan, ne bileyim ben. Allah Allaah. Bir de Yaşam Kullanma Kılavuzu'nun 100. bölümüdür bu kitap diyorlar, bilemiyorum. O kitabın yarısındayım daha. Şunların da bir çeviri adını yazıyorum, bir orijinal adını yazıyorum, kafama göre artık.
Evet, hoş kitap.


Özgün adı: Un Homme Qui Dort

Çeviri: Sosi Dolanoğlu
Yayın Yönetmeni: Müge Gürsoy Sökmen
Kapak Tasarımı: Semih Sökmen
Kapak Resmi: Yves Tanguy
Kitabın Baskıları:
İlk Basım: Ekim 1990
4. Basım: Mayıs 2010