11 Kasım 2016 Cuma

Gary A. Haugen & Victor Boutros - Çekirge Etkisi

Veysel Karani Keleşoğlu, inşaattan düşüp ölen bir işçi. Patronlar şirketin ticari itibarına gölge düşmemesi için cesedini molozların arasına sakladılar ve bundan kimsenin haberi yoktu, hala yok.

Kitabın iki yazarından biri, Ruanda'daki katliamların ardından bölgede inceleme yaparken palalara indirgenmiş insan yığınlarını anlatıyor, sıkı bir yumruk yemiş gibi olursanız devam etmeniz için bir yeşil ışık. Yaşadığınız, bitmez gibi gözüken sonsuz hayatın, her şeyin ardından sonunuz şu: Erkek-pala. Kadın-pala. Çocuk-pala. Boğazınız kesildi, yüzlerce cesetten birisiniz.

Başarılar. Yarın bir manyak tarafından bıçaklanmamak için mücadele ederken, şöyle bir bakıp geçen insanlardan haykırarak yardım etmelerini isterken başarıya ihtiyacınız olacak.

Gary A. Haugen, International Justice Mission (Uluslararası Adalet Kurulu) adlı organizasyonuyla hukuksuzlukların peşine düşüyor ve deneyimlerini anlatıyor. Korkunç hikâyeler var, insanın kanını donduracak cinsten. Hikayelerin ardından tam olarak neler döndüğünü anlıyoruz, Haugen hukuka yatırım yapılmadığı sürece toplumların refah düzeyine ulaşmasının imkansız olduğunu anlatıyor. Sömürge toplumlarının ani özgürleşmelerinin altyapısızlık sonucu daha büyük bir çürümeye yol açmasının yanında gelişen ülkelerdeki çarpık yapılaşmaya -sadece mimari değil- da yer veriliyor ama önce muşta ve biber gazı.

Biber gazı hala gelmedi de muştayı aldım, ne olur ne olmaz diye evde tutuyorum. Silah yerine geçtiği için dışarı çıkarken şimdilik yanıma alamıyorum, yine de varlığı güven veriyor.

Haugen, BM'de ülkelerin temsilcilerine kamu güvenliğinin rezil durumda olduğunu söylerken kendilerinin şiddete karşı nasıl bir önlem aldıklarını soruyor. Cevap: "Güvenlik satın alıyoruz." Güvenlik şirketleri milyar dolarlık bir piyasa haline geleli çok oldu, şık sitelerin etrafında duvarlar yükseleli de öyle. Eh, öyleyse benim muştam, benim kararım. Yarın güvenliğimi tehdit eden bir durum olduğunda önce kafa kırıp sonra tehdit etsem herhalde bir ay tutuklu kalıp serbest bırakılırım. Mahkemeye giderken şöyle güzel bir giyinirim, pişman gözükürüm. Yırttık.

Ben güvenliğimden endişe duyuyorum, psikolojisi bozuk adamlar başkalarından endişe duyuyor ve ortada kullanılacak mis gibi bir silah duruyor. Nuh Köklü'yü öldüren insanlığın ilk halkası, geçen aylarda müebbet hapis cezasına çarptırıldı. Demek ki benim gibi sığırları caydırıcı pek çok örnek olay var ve beyinsizliğimden kurtulabildiğim sayılı anlarda silah almamaya karar verebiliyorum. Bu eğitimsiz insanlar içinse çok uzun bir zaman boyunca beklememiz gerekecek, zira toplumsal çürüme öyle boyutlarda ki mahkemelerden meclise her yer kokuyor. Yani yarın öküzün teki beni bıçaklayabilir, ben böbreğimi kaybederim, adam bir ay sonra hapisten çıkar ve her şey devam eder. Yani ben yanıma silah almalıyım ve kendimi korumalıyım. Bireysel silahlanmanın önünü açma zamanı geldi. Kolluk kuvvetlerinin bir halt yiyemediği noktada bireyin kendi kolluğunu kendi tutması gerekiyor. Polise güven sıfır, hukuka güven sıfır, öyleyse orman kanunlarının işlerlik kazandığı noktada av başlayacak demektir.

Yuval Noah Harari, Hayvanlardan Tanrılara Sapiens nam kitabında hukukun ulusal ve evrensel düzeyde niçin çok önemli olduğunu Bilal'e anlatır gibi anlatıyor. Şöyle diyor kısaca: "Birader, sen uluslararası hukuku sallamazsan zaten bittin, kanon abilerin seni ezer ama iç hukukun bitmişse senden korkmaya gerek yok, sen zaten kendini er geç bitireceksin. Kimse seninle ticaret yapmak istemeyecek, insanlarının temel ihtiyaçlarını karşılayamaz hale geleceksin ve kelleni uçuracaklar."

Hukuk çok önemli bir şey kardeşim. Neden, çünkü senin güven içinde yaşamanı sağlar. Güvenlik, Maslow'un ihtiyaçlar hiyerarşisinde ikinci sırada gelir, birinci sırada su, oksijen gibi yaşam için şart olan maddeler var. Senin güvenliğin yoksa yarın için umudun da yoktur, işinde verimli olamazsın, ilişkilerin tavsar, rezil bir toplumun rezil bir ferdi olursun. Yaşadığının farkına varmazsın bile. Ne acı!

Kitaptaki üç örnekten ikisini vereyim, ilki Peru'dan. Küçük bir yer, herkes birbirini tanıyor, zenginler ve fakirler süregelen şekilde yaşıyorlar. Bir gün 8 yaşındaki bir kıza tecavüz ediliyor ve kızın cesedi yol ortasına atılıyor. Kızın ailesi fakir, haltı yiyeninki zengin. Sonuçta hukuk sistemini, polisinden mahkemesine satın alıyorlar ve yırtıyorlar. Kızın annesi çok yoksul, avukatlara bir dünya para dökmesine rağmen sonuç alamıyor ve elindekilerden de oluyor.

Hindistan. Öncelikle söylemem gerekir ki günümüzde köle olarak yaşayan insanların sayısı, köleliğin hukuken kaldırıldığı zaman yaşayanlarınkinden çok daha fazla. Nüfus korkunç bir şekilde arttı, kölelik kanunlarca yasaklandı ama kimin kanunları? Kanunların gücü nedir, kanunlar gücünü nereden alır? Erdemli insanlardan alır, alması gerekir. Peki, sen çıkarın için insanları erdemden uzaklaştırırsan, onları ot gibi yaşatır ve alım gücünü sürekli azaltırsan ne olur? Sana bumerang gibi döner, semtinde bombalar patlamaya başlar. Yüzlerce koruman ailelerini geçindirememeye başlar, elindeki maddi güç giderek erir, dış baskılar artar, iç baskılar artar. Despot olursun, diktatör olursun. Hindistan'daki patronlardan farkın kalmaz. Hindistan dedim, aynısı Gazap Üzümleri'nde var, ABD'nin batı kıyılarında 100 yıl önce yaşanan insanlık dramından bahsediyorum. İşçiyi borçlandır, haklarını unuttur, hatırladıkları noktada kaba kuvvetle bastır, gözünün önünde çocuğunu öldür, eşine tecavüz et.

Bugün değil, yarın değil, bir gün tepenize çökülecek.

Sinirlendim yine, neyse. Bir iki örnek daha veriyorum, farklı kalemlerdeki problemleri inceledikten sonra çarpıklığın sebebi nedir, ne yapılabilir ve ne yapılıyor, bunları inceleyelim. Önce Kenya'ya gidiyoruz, polislerden korkulan tipik bir gelişmekte olan ülke. 80 yaşında bir kadının evine komşusu tarafından el konuyor ve kadın sokağa atılıyor. Ülkede mülkiyet yasaları oldukça yetersiz olduğu ve yürütülemediği için kadın evsiz kalıyor. Düşünsenize; gece vakti evinizi basan eli sopalı adamlar, "Dessekterget lan buradan!" diye sokağa atıyorlar sizi ve kanun sizin tarafınızda değil.

Filipinler'de kadınlar kaçırılıyor ve zorla hayat kadını olarak çalıştırılıyor, çocuklar satılıyor, neler neler.

Bu kadar korku filmi yeter.

Büyük bir sistem düşünün, kitapta kanalizasyon sistemi ele alınmış. Her şey çok iyi çalışıyor ama son parça eksik olduğu için sistemin hiçbir değeri yok. Devletlerle, uluslararası organizasyonlarla ve sivil toplum kuruluşlarıyla kanunsuzluk/şiddet arasında böyle bir ilişki var. Maddi yardımlar görünürde fark yaratsa da çarpık düzeni değiştirmek için yapılan hiçbir şey yok, dolayısıyla her geçen gün daha çok mağdur türüyor. Sonuçların umut kırıcı olması doğal, zira değişen bir şey yok.

Bunun iki sebebi var, alıntılarla olabildiğince özetliyorum:

"Görünüşe göre iyi insanların yıllardır yaptığı gibi yoksullara her türlü eşyayı ve hizmeti sağlayabilirsiniz, fakat eğer toplumdaki zorbaların şiddet ve hırsızlıklarını zapt etmiyorsanız (yıllardır yapamadığımız gibi) çabalarımızın sonuçlarının oldukça umut kırıcı olduğunu göreceğiz." (s. 11)

Bu bir. Kanunların üstünlüğünün sağlanabilmesi için yapılması gerekenler, hukukun her bir mekanizması incelenerek son derece açıklayıcı bir şekilde anlatılıyor. Polisliğin oluşumu ve farklı versiyonları karşılaştırılıyor, tarihsel verilerle destekleniyor. Polis oldukça önemli, zira herhangi bir yasa dışı durumla karşılaşan ilk birim. Buna rağmen hukuksuzluğun önde gideni polis sayesinde ortaya çıkıyor. Rüşvet, iktidar maşalığı, pek çok işi var adamların. İş yine dönüp dolaşıp iktidara, devlete geliyor. Devletin hukuk sistemini kamu yararına kurması gerek, öbür türlü aylar boyunca tutuklu kalmalar, yıllar boyunca süren davalar derken korkunç tablolar ortaya çıkıyor. Bir örnek var kitapta, adamın biri dosyası kaybolduğu için yıllar boyunca hapishanede kalıyor. Böyle bir şey olabilir mi? Oluyor, inanın.

İkinci mesele: "Görünüşe göre sömürgeci güçler gelişmekte olan dünyayı yarım asır önce terk ettiklerinde kanunların çoğunun değişmesine rağmen kanun yürütmesi; yani sıradan insanları şiddetten korumak için değil, rejimi sıradan insanlardan korumak için tasarlanmış olan sistemler değişmemiş. Bu sistemler, anlaşılıyor ki, asla yeniden düzenlenmemiş." (s. 13)

Vurgu bana ait. Bunun için zamanında sömürge olmaya gerek yok, kendi insanını sömürge olarak gören hükümetler için de aynısı söylenebilir. Sonuçta halkına yeterli hukuki eğitimi vermiyorsun, vatandaşın kanuni haklarını bilmiyor ve bu durumdan kendine kazanç çıkartıyorsun. Bu sadece senin için geçerli değil, çanağını yalayan adamlara da gücünün bir parçasını veriyorsun ve kan emici patronlar çıkıyor ortaya. Devlet, mafyaya dönüşüyor. Mücadele edilen yapı bu. "Sonuç itibarıyla, hukukun korumasının dışında yaşayan yüz milyonlarca yoksul insanın suiistimale uğramasının ana nedeni, genellikle iyi yasaların eksikliği değil, o yasaları uygulamak için gereken işleyen bir kamusal adalet sisteminin eksikliği." (s. 211)

Dilini anlayamadığınız bir kanunlar topluluğunuz olsun ister miydiniz? Hemen Afrika'daki bir memleketten vatandaşlık alın. Kanunlarınız anadilinizde olmayacaktır. Bir ara çevirirler. Kendi ülkemizden konuşalım, sizi gözaltına almak isteyen bir polisle münakaşa ediyorsunuz. Haklarınızı söyleyemezsiniz, daha doğrusu adam sizi dinlemez. Zira kendini bağlayan kanunları en iyi ihtimalle görmezden gelecektir, tabii bunları bildiğini varsayıyoruz. Siz Türkçe konuşacaksınız ama adamın dili başka bir şey, geceyi nezarette geçirmeniz yüksek ihtimal. Sebep? Polise mukavemet. Örnekleri var.

Son bölümde yozlaşmış bir sistemin yavaş yavaş nasıl dönüştürülebileceği ve yazarın hukuk organizasyonunun yaptığı işler var, bir model sunabilir.

Toprağı ilaçladınız, sürdünüz, bin bir emek harcadınız ve mahsulü kaldırmak için bekliyorsunuz. Çekirgelerin saldıracağından haberiniz yoktu, her şeyinizi yitirdiniz. Çekirgeler de bu sistemin bir parçası oysa, hatta Dünya'yı yok edecek bir meteor da öyle. Tehlikeyi yok etmek herkesin iyiliğine, devletin de. Dünyada kamu düzeninin sağlanması yine ele alınıyor, bu kez 150 yıl öncesine göre daha bilinçli bir şekilde. Bizse bir 150 yıl daha bekleyeceğiz gibi gözüküyor.

2 yorum:

  1. Koskoca bir kâbusun içinde yaşıyoruz ve gerçekten güçlü kalamıyorum. En basiti Ali İsmail, Berkin ve hatta Dilek Doğan amaan.

    YanıtlaSil
  2. Çok karamsar bir tablo ve malesef gerçek .

    YanıtlaSil