22 Şubat 2018 Perşembe

Engin Geçtan - Rastgele Ben

Vefatından sonra yıllardır topladığım kitaplarına yöneldim ve Bauman okurken yaşadığımı yaşadım; dünya biraz daha aydınlık bir yer haline geldi.

"Artık gitme zamanı. John Lennon'un anlattığı çilek tarlalarına. Ya da belki Mojave Çölü'nün ıssızlığındaki Bağdat Cafe'ye. Her yolcu kendi yolunda gerek. Cümleten iyi yolculuklar!" (s. 170) Son paragraf. Geçtan'ın son kitabı bu, öngörülen yolculuğa çıkmadan önce bir veda. Rastgelelik bundan kaynaklanıyor sanırım; kendini "meraklı kedi" olarak gören Geçtan, Moğolistan'ın güneyine gidip şaman kültürünü yakından incelemek istediğini, psikanalizin kökeninin animayla yakın ilişkiler kurduğunu söylüyor ama yaşlandığı için gitmeye gücü yok, üzüntüsü derin. Çıkabileceği son yolculuğa çıkıyor, geçmişine gidiyor ve öğrencilik yıllarından bugüne, kişisel tarihini dünya tarihiyle birleştirerek anlatıyor.

Ellili yılların Amerika'sı. İnternliği için pervaneli bir uçakla İstanbul'u geride bırakıyor Geçtan, mezun olduğu geceyi ve İstanbul'da kalanları hatırlıyor, yıllar sürecek bir serüvene atılıyor. Bürokratik problemlerden bezdiği zamanlar tahribat yaratmış durumda, "sistemle ilişki deliyi idare etmektir" sözü soğukkanlı bir mücadeleyi anlatsa da zaman zaman deliden daha deli olmanın gerekliliğini de hissettiriyor. "Çocuk varoluşu" kavramı üzerinden kendini biçimliyor Geçtan; sistem bir çizgi üzerinde yürümeyi emrederken bu varoluşta her yönde hareket edilebilir. Yaşamın izleği, anıları okurken bunu akıldan çıkarmamak gerekiyor. Bu yüzden müzeleri ya da tapınakları gezmek yerine oranın insanları ve yaşantıları arasına karışabilmeyi yeğlediğini söylüyor Geçtan, yaşamın yollarını çoğaltmak için.

ABD'nin siyasi, toplumsal ve bireysel paradigması yaşamları alternatifsiz bırakıyor, çizginin dışına çıkabilmek için aydınlanma yaşamak, radikal kararlar vermek gerekiyor, Geçtan tanıdığı insanlardan ve devletin mekanizmalarından bunu çıkarmış. Amerikan Rüyası'nın yeni yeni palazlandığı yıllarda bacağından sayısız kurtçuk çıkarılan adamı gördüğünde sistemin ne kadar acımasız olduğunu anlıyor, memlekette işin bu noktaya gelmesine asla müsaade edilmezmiş çünkü. Herkes güler yüzlü, iletişim kurmak için elverişli ama her şey yüzeysel, derinleşilmiyor. Bunun arkasında yorucu ve uzun çalışma saatlerinin de etkisinin olduğu duyarsızlaşma var, milyonlarca insan tüketmek üzerine kurdurulan yaşamlarını yüzeyle yetinerek sürdürüyor. Kapitalizmin yarattığı simülasyon dünyasında, yani Steven Wilson ne güzel söylüyor: "And the dreams that you will have are public domain." Toplumun hayal dünyası sadece ve sadece sahip olmak üzerine. Otomobil, ev, sevgili, daha üst model, daha geniş, daha iyi. Her şey sonsuz bir arayışa dönüşüyor, tatminsizliklere. Baudrillard'ı anıyor Geçtan, haliyle. Horney'yi anıyor, çağımızın nevrotik insanından ötürü. Rogers'ın kişilik kuramından çocukluğu, ergenliği ve yetişkinliği birbirine bağlayıp aileyle, özellikle anneyle ilgili meselelerden narsisist, borderline kişilik bozukluğundan mustarip, karar alamayan, aldığı kararın arkasında duramayan, paylaşmayan insandan bahsediyor ve bu konuları toplumsal çarpıklıklara denkliyor. Demokrasi dersinden çakmamız, tiranlara ihtiyaç duymamız bu bireysel çatlaklardan doğuyor ama Geçtan umutlu, pagan inanışlar dünya üzerinde var olduğu müddetçe insanın umudunu kaybetmemesi gerektiğini söylüyor.

Farklı bölümlerde psikanaliz üzerine görüşler, anılar ve incelemeler mevcut, ben sadece ilginç bulduğum yerleri alıp bitireceğim.

Elvis'in yeni yeni çıktığı yıllarda ABD'de olan Geçtan, bu çılgınlığa şahit oluyor ve tipsiz bir oğlanın kral olma yolunda ilerleyişini yakından izliyor. New York'un civcivli ortamında keşfedilecek onca sokak, müzik, yaşam var ve merakla gözlemliyor, merak ettiği şeyin peşinden koşuyor Geçtan. Yanlış metro güzergahını kullandığı için Harlem'i boydan boya yürüme hikâyesi var, ayağının dibine atılan bira kutularından başka bir nesneyle hemhal olmamasına kendisi de şaşırıyor. Irkçılık olaylarına çok şaşırıyor ve siyahi bir kadının yanından kalkıp otobüsün arka koltuklarına gitmesine çok üzülüyor, travmatik bir tecrübeymiş.

Yves Montand'ın New York'taki gösterisinde okuduğu Nâzım Hikmet şiiriyle ilk kez bir Nâzım şiirini duyuyor Geçtan, Fransızcadan üstelik.

Ünlüler. Gore Vidal, Anthony Quinn, Katharine Hepburn, Gary Cooper, Bette Davis bir şekilde iletişim kurduğu veya gördüğü ünlüler. Marilyn Monroe'yu gördüğünde, "varolamama pırıltısı" dediği bir şeyin farkına varıyor, sanki bir başkası olmaya çalışan ve hapsedilmiş ruhların parıltısı dolduruyor ortamı. Cahide Sonku'da da varmış bu, o da "ay çarpmasına" yol açarmış.

ABD'de, İstanbul'da Konya'da, İzmir'de ve Ankara'da yaşanmış bir sürü hikâye, elli yıllık psikanaliz birikimiyle bütünleşmiş bir yaşam, hem de ne yaşam!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder