20 Kasım 2013 Çarşamba

Alacakaranlık Kuşağı

Senaryolar mı acaba diye düşündüm, bilmiyorum. 60'lardaki ilk seriyi izledim, 90'lardaki bölümleri hiç izlemedim. Belki onlardandır bu hikâyeler. Bir de ne kitaplar basılmış ya, bunun varlığından haberim yoktu. Adapazarı'nda bir sahafta rastladım.

The Twilight Zone işte, o ayarda hikâyeler var. Jerome Bixby var mesela, The Man From Earth'ün yazarı. Yazın ölen büyük adam Richard Matheson var, Patricia Highsmith var. Bilmediğim yazarlar var. Kadro güzel.

Gece Yolculuğu: Will F. Jenkins'in. Madge, yolculuğa çıkmadan önce Bay Tabor tarafından aranıyor. Yeğen Eunice de Madge'in gideceği yere gitmek istiyor, acaba beraber giddebilirler miymiş. Madge, Eunice'i arabasına alıyor ama zamanla kızın erkek olduğunu anlıyor. O civarlarda da cinayetler işleniyor falan. Bildiğimiz son geliyor derken ters köşeye yatıyoruz, ben bu hikâyeyi pek sevdim.

Salyangoz Dostu: Patricia Highsmith'in. Peter Knoppert ve salyangoz hayranlığı. Eh, bir şeye aşırı derecede bağlanırsan o da sana bağlanıyor, sonra kurtulamıyorsun falan.

Yok Olma Furyası: Matheson'ın. Auseil Sokağı'nın bir daha bulunamamasını Lovecraft okuyanlar bilir. Onun gibi. Fark şu; adamın hayatı yavaş yavaş kayboluyor. Eşyalar, insanlar, kişilik. Falan.

Küçük Bir Facia: Henry Bemis, dünya havaya uçtuğunda bir bankanın kasasındaydı. Bir anda kendini kaybetti, ayılıp dışarı çıktığında binaların yıkılmış olduğunu gördü. Her yer yıkılmıştı. Tanıdığı herkes ölmüştü. Artık en büyük özlemi olan kitaplara gömülebilirdi. Kütüphaneye gitti, kitaplara dalmışken gözlüğünü kırdı ve çocuk gibi ağlamaya başladı. Gözlüksüz hiçbir şey göremiyordu çünkü.

Sonsuzun Ötesindeki Kardeşler: En sağlam hikâyelerden biri bu. Paul Fairman'ın.

Charles, arkadaşı Conrad'ı son kez gördükten sonra Mars'a yolculuğa çıkar. Marslılarla tanışır, onlarla takılır falan. Marslılar görünürde süper canlılardır, az çok iletişim kurabilirler ve Charles derdini anlatabilecek durum gelir. Ev ister, yaparlar falan. Sonra bir gün kendini parmaklıklarla çevrilmiş olarak bulur. "Doğal ortamında dünyalı" tabelasını kafesin önüne oturtmuşlardır. Conrad'ın sözleri gelir aklına: "İnsanlar her yerde aynıdır." Sonra parmaklıkları tutup bağırmaya başlar.

Daha Güzel Yaşamak: Bu da bir diğer sağlam hikâye. Anthony, hayal gücünün sınırları içinde istediği her şeyi gerçekleştirebilen bir çocuk. Yani birinin toprağa gömülmesini istese olay gerçekleşiyor. İnsanların düşüncelerini de okuyor bu piç, hoşuna gitmeyen şeyleri yakaladığında anında kesiyor cezayı. Dolayısıyla akrabalar, komşular falan yıllardır çocuğu hoş tutabilmek için uğraşıyorlar. Yine bir sonuca varsa da etraftaki insanların ve Anthony'nin psikolojisi derince incelenmiş, fark yaratan bir hikâye bu.

Tina'nın Gecesi: Matheson'ın. Ortadan kaybolan bir bebek var. Sesi geliyor ama sesin geldiği yerde hiçbir şey yok. Başka bir boyuta geçmiş falan. Onu geri getirme çabaları.

İnsan Koltuk: Edogawa Rampo'nun. Rampo, "Japonya'nın Stephen King'i" olarak bilinen bir yazarmış. Hiç bilmiyordum, memnun oldum.

Ünlü bir yazara bir hayran mektubu geliyor. Mektubu yazan adam marangozdu galiba, bir koltuk siparişi alıyor ve koltuğun içine kendisinin de oturabileceği bir bölüm yapıyor. Koltukta yaşıyor herif yani. Koltuk el falan değiştiriyor, son durakta evin hanımına aşık olduğunu yazıyor adam. O kadın da yazarmış işte falan. Ama meğerse böyle bir şey yokmuş, yazarı etkilemek için uydurulmuş hikâye. Değişik.

İki hikâye daha var, onlar da güzel. Valla güzel kitap, türün hayranlarını keser en azından.

Şöyle müzikler yapıyoruz, ilgilenirsiniz belki:

Sahtegi

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder