29 Ocak 2014 Çarşamba

John Fante - Toza Sor

Fatih Hoca var çalıştığım yerde, İngilizce hocası. Beş aydır okul-ev zincirinden bunalmıştım, okullar da tatil oluyor diye çıktık perşembe gecesi, sohbet muhabbet. Evine gittik, plak dinledik, kütüphanesine baktım. Deli kitaplar var, Fante'nin kitaplarını görüp ödünç aldım. Dün İstanbul'a dönerken yolda okudum bunu. Bukowski'den duymuştum ama sahaflarda vs. hiç denk gelmediğim için okuyamamıştım Fante'yi. Bir de şey vardı, kitap fuarında 6 45'in standında elinde şarap, gençten bir dayı. "Oo, Fante'ye bulaşmamak çok büyük hatadır," demişti. Oğlum böyle adamlar var, çok garip. Aziz Kedi Kitabevi'nden Brautigan'ın Japonya Günlükleri'ni alırken orada takılan berduş-nerd karışımı bir kardeşimiz usulca yanaştı, "Dün programda söylediler, oradan mı duydunuz kitabın çıktığını?" dedi. Yok, duymadım oradan. "Ben dinlemiyorum programı," dedim, uzaklaştı. Tripler süper ama. Mütemadiyen kaybediyorlar ya, hayat berbat. Neyse ne ya.

Arturo Bandini'ye de aynı yaftayı yapıştırmaya çalışmışlardır ama loser değil Bandini, hatta kazananlar arasında en tepede güneş gibi parlıyor.

Kitabın başında Bukowski'nin bir tanıtım yazısı var. Fante, Bukowski'nin tanrısı, öyle söylüyor Bukowski. Bir kadınıyla kavga ederken, "Ben Bandini'yim!" diye bağırırmış mesela, sonra Fante'nin takıldığı Bunker Hill civarlarına gider, gezinirmiş. Bu olay bence tek başına yeterli, Bukowski'nin ne büyük bir hayranlık beslediğini anlayabilmek için.

Bandini Colorado'dan otobüse atlayıp Los Angeles'a geldi, bir otele yerleşti ve yazmaya çalıştı. Amacı büyük bir yazar olmaktı. Kütüphanelere gitti, şehirde dolandı, aylaklık etti ve aklına gelen her şeyi kağıda dökmeye çalıştı. Çoğunu attı kağıtlarını, elinde kalanların kendisini en iyilerden biri yapacağını düşündü. Bu bölümüyle biraz Martin Eden'a benziyor Bandini; hikâyeleri sürekli geri çevriliyor, deniyor ve deniyor. Tabii ki bundan ibaret değil bütün olay, loser olmasa da yenilgileri, dengesizlikleri ve aşırı özgüveninin dünyayla çatışması var. Git gelleri bol bir adam. Böyle bir adamın yaşama uğraşısı bu, benzerleri arasında Bandini'nin doğallığı ve bütün diğer şeyler fark yaratıyor.

Annesine mektuplar yazıyor Bandini. Uydurduğum bir örnek: "Anneciğim, yeni bir anlaşma yaptım; hikâyem basılacak ve yüklü bir miktar para alacağım ama şartlar gereği bir ay sonra ödeme yapılacak. Bana bir onluk gönderebilir misin? Seni çok seven oğlun Bandini." Gelen para striptiz kulüplerine, barlara gidecek ve Bandini yaşayacak, oradan oraya sürüklenecek ve hikâyeleri için yaşadıklarını biriktirecek.

"Bandini (İsveç yolculuğuna çıkmadan önce verdiği bir söyleşide): 'Genç yazarlara tavsiyem son derece basit. Yeni deneyimlerden kaçınmasınlar. Hayatı bütün yanları ile yaşasınlar, cesur olsunlar.'
Gazeteci: 'Bay Bandini, size Nobel ödülünü kazandıran bu kitabı yazmaya nasıl karar verdiniz?'
Bandini: 'Kitap bir gece Los Angeles'da yaşadığım gerçek bir olayı anlatıyor. Kitapta yazılı her şey gerçek, yaşadım hepsini.' (s. 21)

Bandini için gelecekteki kendisi üçüncü tekil şahıs, o büyük bir yazar çünkü. Kendi kimliğinin ötesinde bir varlık. Üne kavuşmuş, zengin, hayranları var, yüzlerce mektup alıyor ve aç değil, haliyle. Bandini aç kaldığında portakal yemekten iğrense de portakala güzellemeler yazıyor, yaşadığı odada takılan fareyle arkadaşlık kuruyor. Hayalindeki kendisini bir başkası gibi görmesi son derece normal. Bir üst-insan hayalindeki. Tanrıyla konuşmalarında bile fark ediliyor bu. Ateist Bandini, öyle olduğunu düşünüyor en azından. Kilise onun için "aptalların, ahmakların, cibbiliyetsizlerin ve şarlatanların sığınağı." (s. 20) Sonradan düşündükleri de yanar dönerliğine güzel bir örnek: "(...) Tanrım artık bir ateist olduğum için beni bağışla ama Nietzsche'yi okudun mu? Ne kitap! Ulu Tanrım, sana karşı dürüst olacağım. Benden büyük bir yazar yarat kiliseye döneyim. Ve lütfen tanrım, bir ricam daha olacak: annemi mutlu kıl. İhtiyar o kadar önemli değil, onun şarabı var ve sıhhati yerinde, ama annem her şeye kaygılanır. Amin." (s. 20)

Bandini kendini de bilen bir adam aslında; ateist olmadığının, tanrıya isyan etmediğinin, iyi bir yazar olmak için feda etmesi gereken çok şey olduğunun, hepsinin farkında. Yine de anlık fırtınalar adamın düşüncelerini çok uzaklara savurabiliyor işte. Aşık olduğu zamanlar bunu daha iyi görebiliyoruz.

Camilla Lopez, Bandini'nin hayatına girince metnin anlatım tekniği ve odağı değişiveriyor. Yine Bandini var merkezde ama artık kadınlarla ilişkilerin üzerinde daha sıkça duruluyor. Adamın kadınlarla ilişkileri... Yok. Belli bir noktaya kadar ilerletiyor, sonrasında arazi oluyor. Kaçıyor kadınlardan, duygusal sömürücü, istediğini almak, daha ötesine geçmemek için yetiyor ona. Camilla'da böyle olmuyor. Camilla ezmeye çalışıyor Bandini'yi, adam da daha büyük ataklarla karşılık veriyor. Kırıcı, saldırgan bir ilişki bu. İlişki de değil aslında; Bandini aşık olduğu güzelliği yıkmak istiyor ve Camilla da kendisine acı verilmesini istiyor. Roller değişiyor bazen. Çok karmaşık. Aniden ortaya çıkıp bir gecede baş döndüren Vera Rivken, büyük bir depremde öldüğü zaman Bandini kendini suçluyor yine, günah işlediği için deprem olduğunu düşünüyor ve Camilla'ya dönüyor. Sonu üzücü bir hikâye, Bukowski, Kasabanın En Güzel Kızı'nı yazarken direkt buradan esinlenmiş. Ya da o da yaşadığını yazmıştır. Çok farklı hayatlar yaşamamışlar sonuçta.

On numara bir Bandini sözüyle bitiriyorum: "Hayat böyle yaşanmalıydı, gayesizce dolaşarak, bir mola ve yola devam, beyaz çizgiyi izle, bir sigara yak ve çölün şaşırtıcı göğünde anlamları ara boşuna." (s. 145)

5 yorum:

  1. Ben de okumuştum kitabı.
    Güzel kitaptı, portakalları yerken hayal ettim onu. Dağınık bir odada. Camilia'yla olan ilişkisi de çok ilginçti, onu da hep fırfırlı elbiselerle, dalgalı saçlarla hayal ettim. Öyle mi anlatıyordu bilmiyorum.

    YanıtlaSil
  2. "Sevgili Pejmürde Çarıklar,
    Farkında olmayabilirsin, ama dün gece bu öykünün yazarına hakaret ettin. Okuman yazman var mı? Varsa, on beş dakika zaman ayırıp bu başyapıtı oku. Ve bir daha sefere dikkatli ol. Bu çöplüğe gelen herkes serseri olmayabilir.

    Arturo Bandini"

    Öyküsünün yer aldığı derginin onlarca nüshasından birini Camilla'ya bırakırken yazdığı not. İlişkiye güzel bir başlangıç dsfd. Birbirlerine giydirmekle zaman geçirdiler, yakınlaştıklarında her şey için çok geçti. Kız Meksikalıydı, tasvir ettiğin şekilde hatırlıyorum ben de.

    YanıtlaSil
  3. Filmi de var bunun.

    http://www.sinemalar.com/film/4733/aska-sor

    YanıtlaSil
  4. Filme kötü diyorlar ya, ben de izlemek istemedim o yüzden. Kitabın bıraktığı etkiyi de batırır filan. İzledin mi sen, nasıl?

    YanıtlaSil
  5. Yillaaar once izlemistim, cok sıkılmıstim. Konusunu falan hatirlamiyorum zaten. Unuttum gitti. Sadece sıkıldıgımı hatirliyorum.

    YanıtlaSil