5 Nisan 2014 Cumartesi

Ernest Hemingway - Güneş de Doğar


En soldaki Hemingway, İspanya'da festival günleri. Gazeteci olarak başladığı yazı hayatını roman ve hikâyeyle sürdürecek olan yazar, festival günlerinin bitmesiyle birlikte ilk romanını yazmaya başlıyor. Kendisini dünyaya tanıtan romanlardan ilki, belki de yalınlığı açısından en önemlisi. Iceberg Theory diyorlar; Hemingway'in karakterleri, olayları vs. görünmeyen kısmın küçük bir yansıması sadece. Son derece yalın bir dille yazılmış metinlerin altında yatanlara buradan ulaşılabilir.

I. Dünya Savaşı'nın getirdiği kayıp neslin romanı bu aslında, modernist bir perspektifle yazılması/okunması doğal. Çağın sağduyusu bombalar altında kalmışken geçmiş veya gelecek mümkün değil. Büyük bir bunalımdan çıkılmış, savaşa katılan, katılmayan herkes yeni bir dünyaya uyanmış ve bazıları bu yeni dünyayla mücadele ederken, bir şekilde hayatını sürdürmeye çalışırken bazılarıysa moratoryum ilan ederek sadece yaşamak istemiş. Bohemlik bir yana, belki de sadece yaşamanın ağırlığını biraz olsun duyumsamak ve derinlerde bir yerde bir anlam bulabilmek. Şurada modernizm ve Hemingway'le ilgili güzel bir şey var, fikir verebilir: Ucundan Modernizm.

Epigrafların biri Gertrude Stein'dan: "Sizler yitik bir kuşaksınız." Diğeri de Vaiz Kitabı'ndan; her yolculuk yine kendine döner temalı bir bölüm.

Jake Barnes anlatıyor. I. Dünya Savaşı'ndan yaralanarak üreme fonksiyonunu kaybetmiş bir adam. Kayıp neslin bir sembolü; üretkenliği yok. Arkadaşı Robert Cohn'la birlikte Paris'te tenis oynuyor ve bol bol içiyor. Leydi Brett, Jake'le baş başa kaldıkları zaman gizlediği kişiliğini ortaya koyabilen, diğer zamanlarda primadonna kompleksinden mustarip bir kadın. "New Woman" deniyor; yaşamı tamamen kendi elinde, istediği gibi yönlendirebilir. Çok güzel, ihtişamlı ve mutsuz. Mike ve Bill gruba sonradan katılıyor. Mike ve Brett sevgili. Olabildikleri kadar tabii. Paris'in kafelerinde geçirdikleri zamanlarda mutlu oluyorlar gibi görünüyor, onun dışında hayatı ıskalama duygusu Cohn haricinde pek kimseye gelmiyor. O çağda yapabilecekleri daha iyi bir şey yok. Yapsalar dahi savaşın yıkıcılığında her şeyin bir anda toz olabileceğini görmüşler.

Paris'te geçen bohem yaşam, İspanya'ya gitmeleriyle sürüyor. Boğa güreşlerini izleyecekler ve gezecekler. Hemingway ava ve boğa güreşlerine tutkun. Boğanın önündeki adam o:


Bukowski, Hemingway'in ilk metinlerini çok seviyor, tamamen yaşamak üzerine kurulu olanları. Güneş, İşte Burdayım'da diyor: "At yarışları bir şey yapıyor insana. İçmek gibi. Sıradanlığın dışına çıkarıyor insanı. Hemingway'in boğa güreşlerini kullandığı gibi kullanıyorum ben hipodromu. Tabii ki hipodroma her gün gidersen sıradanlığın dışına çıkmak söz konusu değildir; adamın anasını beller." (s. 98) Boğa güreşleri, hipodrom, mücadeleyle yüz yüze gelinen her şey yaşamı hissettiren bir olgu haline geliyor. Evlerinden çok uzakta, yaşamanın ne olduğunu hatırlamak isteyen insanlar için kurtarıcı haline geliyor bu tür olaylar. Gruptakileri anlatan şu bölümle birlikte anlaşılabilir hale geliyor bu: "Sürgünsün sen. Toprakla olan ilintiyi yitirmişsin. İnceliveriyorsun. Yapay Avrupa ölçüleri bitirmiş seni. İçkiden öleceksin.. Cinsellikten başka bir şey düşünmüyorsun. Bütün zamanını çalışacağına konuşmakla harcıyorsun. Sürgünsün çünkü, anlıyor musun? Ömrün kahve köşelerinde geçiyor." (s. 122) Jake'in cevabı başka bir sayfada: "(...) Belki insan gittikçe yeni şeyler öğreniyordu, gerçekten de. Niçin olduğu beni ilgilendirmiyordu. Bütün istediğim nasıl yaşanacağını öğrenmekti. Belki insan nasıl yaşanacağını öğrenebilirse niçinini de öğrenebilirdi." (s. 156) Buzdağının bir an için ortaya çıkan kısmı.

Hasan Ali Toptaş'ın Haraptarlı Nafi'den aktardığı: "Hayat nedir diye sorarsan, bilmiyorum evlat; sormazsan biliyorum..." Herkes kendi yoluyla bu anlama ulaşmaya çalışıyor; kimi düşünerek. Bazılarıysa yaşayarak, yaşamadan bir şey düşünülmüyor, elde edilemiyor çünkü. Hemingway'den kayıp kuşağa armağan.

1 yorum:

  1. Ben bu romanı geçtiğimiz son baharda Paris'te okumuş, yazısını da şurada yazmıştım: http://kitapnot.blogspot.co.uk/2013/11/paris-hemingway-ve-iki-kitap.html

    Iceberg denilen anlatım tarzını bazen aşırı yalın bulmuştum. Eylemler üzerinde durulmuş ama insan bazen biraz da duygu, biraz da betimleme arıyor.

    Ben romanın kendisindense, ''based on a true story'' olmasından daha çok etkilenmiştim. Romanda ilk resimdeki beş kişi var, bir tek fotoğrafın ortasındaki eşi yok. Ama biraz da mahcubiyetinden romanı oğluna ve eşine adamış. Zaten bu tatil de evliliği için sonun başlangıcı olmuş.

    YanıtlaSil