20 Ocak 2018 Cumartesi

Selçuk Baran - Porselen Bebek

Baran'ın son öykü kitabı, 1996'da basılmış. Karakterlerin çocuk ağırlıklı olması anlatıyı basitleştiriyor, bir o kadar da derinlik kazandırıyor. Çocuklar imgelere daha açık, bu da yetişkinlerin dünyasından daha aydınlık bir dünya demek. Sonsuz bir uzam, çocuklar doldurmak istiyorlar ama büyükler kendi dünyalarını boca etmeye çalışıyorlar. Beceremezler, çocukların düş enginliğiyle baş edilemez.

Porselen Bebek: Çocuk, ablasından eski evlerini anlatmasını istiyor. Ablaya göre öyle bir ev yok, hele ormanda. Çocuk için o ev var, arkasından dere geçiyor, tahta köprülü. Ormanın içinde. Ormanın çağrıştırdıkları için Bachelard'ın mekanlarla ilgili müthiş kitabına bir göz attım, kendini kopyalayan sınırsız bir dünyaya ulaştım. Sonradan gördüm ki ben bunun bir benzerini bir şiirimde deniz için kullanmıştım, denizin ortası için.

"baykuşlar nasıl her yere bakarlarmış gibi
acından denizin her yere aynı uzağı"

Manası çok derin, denizin her yerde aynılığıyla ilgili, bir de baykuşun tek bir noktadan her yeri görebilmesiyle ilgili. Eğer deniz de bakarsa tıpkı bir baykuşa benzer, böyle bir imge. Baykuş benim, çoğalan acı her yer, tekrarlayan acı deniz, aynı şeylerden farklı sonuçlar beklemek baykuş, alçalıp yükselen ama hep orada olan deniz, baktığında acıdan başka bir şey göremeyen baykuş, baykuşun kanadına devrilmiş deniz, denizden tane düşmüş gözü buğulu baykuş.

Öyküde küçük çocuğun ormanı olarak beliriyor bunlar, sonsuza yakın bir imgelem. Abla kabulleniyor, öyle bir ev varmış ama kentteymiş, hep kentte oturmuşlar. Duvar süsüymüş zaten o ev, çocuğun hatırladığı. Düşüp kırılmış. Çocuğun annesi pratik bir çözüm sunmuş. "Kırılan bir şey, der, onarıldı mı eskisinin yerini hiçbir zaman tutmaz. En iyisi atmalı onu. Hiç değilse gözümüz görmez. Gözümüz görmeyince de unutur, gideriz." (s. 670) Neden incindim bilmiyorum ama ciddi ciddi canım yandı burada. Neyse, çocuk yabancı ülkelere gitmek istiyor ve çıkınını yapıp yola çıkıyor. Bozkırda bir yol. Fantastik bir alem, az ileride. Porselen abla ve diğerleri. Dönüşte aileden bir azar, kurtarıcı baba ve porselen bebek, sonsuz imgelemin hediyesi.

Arnavutlar: Bu da tatlı bir düşçülüğün öyküsüdür. Pek bir özelliği olmayan babanın Arnavut bir aile uydurması, savaş anıları, göç anıları derken çocukların da mahallede Arnavut olarak anılmaya başlamaları, annenin isyanı ve her şeyin eski sıkıcılığına dönmesi, babanın sessizliğine mahkumiyeti, acı bir renksizlik. Sonrasında Safranbolulu olduğunu söylüyor baba, komik hikâyeler anlatmaya başlıyor. Gülüyorlar, aile olmanın nasıl bir şey olduğunu anlıyorlar. Hikâyenin paylaşımı çok önemli bir şey, insan ilişkilerinin temelini bu hikâyeler oluşturuyor. Derinliği anlatılanlar sağlıyor, anlatılmayanlar -saklananlar, gizlenenler, karanlık alanlar vs.- başka bir biçimde ortaya çıktıkça yaralayıcı oluyor. Lüzumsuz bir acı.

Acı, İnci ve Mariya Çelesta diğer öyküler. Üçüncüsü Baran için şaşırtıcı bir öykü, fantastiğe en yakın öyküsü olsa gerek.

Öyküler bitti. Selçuk Baran ıskalanmaması gereken bir öykücü. Çok geç olsa da hakkı verilmeli, okunmalı. Okuruna ulaşamama küskünlüğü sona erer belki.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder