3 Ağustos 2018 Cuma

Erlend Loe - Bildiğimiz Dünyanın Sonu

Üçlemenin son kitabı bu sanırım, neden ikinciden devam etmediklerini bilmiyorum. İsveç ormanlarında geçen bir üç yıl var, o kısım kayıp. Doppler'in kafayı kırdığını, kent yaşamına uyum sağlayacak yetilerini iyiden iyiye yitirdiğini göreceğiz ve bunun sebebini bilemeyeceğiz, o üç yıl içinde yaşananlar çok şey anlatabilirdi ama eve dönüşten başlıyoruz direkt. Arada büyük bir kopukluk var. Hiç hoş değil. İkinci metin de çevrilmeli, adamın Bongo'yla sınırlı sosyalliğinin yaktığı balatalar ortaya çıkmalı. O zamana kadar boşluğu hayal gücümüzle doldurmak zorundayız, yoksa ilk metinde bir parça olsun mantıklı ilişkiler kurabilen Doppler'le bu metinde iyice ilkelleşmiş halde bulduğumuz Doppler'i denkleyemeyeceğiz.

Doppler dönüyor, ormanın derinliklerinden çıkıp evine geliyor ve dışarıdan baktığında her şeyi değişmiş buluyor. Ev maviye boyanmış, posta kutusunun üstünde Egil Hegel diye birinin adı var, kendi adı kazınmış. Ortadan kaybolmadan önce nasıl biri olduğunu hatırlayarak ismini tekrar oluşturmaya çalışıyor. Okuduğu okullar, yaptığı iş, eşi, çocukları, her şey yerli yerindeydi bir zamanlar, artık değil. Yıllar boyunca ormanda yaşadı ve hayat devam etti; çocukları büyüdü, eşi Solveig yaşlandı ve işte bir başka adamın adı var artık. Her şey yabancılık yaratıyor, bunu hiç beklemiyordu. "Doppler bunu anlayamıyordu. O yabancı değildi ki. Kendi evine bu rahatsız edici, yabancılaştırıcı duyguyu hissetmeden yaklaşabilmeliydi." (s. 10) "Kendi evi" olarak bahsettiği ev, kapitalist düzene uyum sağlarken edindiği bir metaydı ve artık ona aitmiş gibi değil, zaten aidiyet duygusundan kurtulalı çok olduğu için geri döndüğü zaman bıraktıklarını aynı bulamıyor, kendini de. Dönüş yolunda Bongo'yu bıraktığı çevreci çocukla sarılıp ağlaştıkları zaman çocuğa hayatını iyi değerlendirmesi gerektiğini, tüketime saplanıp kalmamasını öğütleyip yola düşen Doppler'in unuttuğu yaşam biçimi yabancı bir ev olarak beliriyor, yabancı bir adam olarak.

Evin kenarındaki bir ağaca kamp kuruyor Doppler, ailesini geri almak için aylar boyunca gözlem yapıyor. Hegel iyi bir adam, düzenli bir işi ve ortalama bir geliri var, çevreci, spor yapmayı seviyor, kendine bakıyor. Bir zamanlar Doppler'in olduğu gibi bir adam, Solveig'ın istediği türden. Doppler hemen uç fikirlere sarılıyor, şaşırtan nokta bu, çünkü bu herif hatırladığım kadarıyla böyle değildi: "Kişi bir dakika ortadan kaybolmaya görsün, hemen her türlü orospuluk ve hedonizm serbest miydi yani? Yaşamını ve yatağını paylaştığı Solveig, iş buraya varınca eni konu bir sürtük müydü?" (s. 14) İlginç. Neyse, doğal yaşamın içinde yıllarını geçiren Doppler iki farklı yaşamı bir araya getirmeye çalışır ama beceremez, kadınların düzen istediğinden, böylece yumurtlayabildiklerinden bahseder ve evini geri almak için planlar yapar, evdekilerin yaşamlarını inceler ve harekete geçer. Dürbünle gördüğü güvenlik şifresini girerek eşinin yastığına attırır, başka birçok eşyaya attırır ve Hegel'in fişini çeker, eşiyle Hegel arasındaki kavgayı memnuniyetle dinler. Bu sırada attırma alıştırması için komşusu Sara'nın evine gider, önce onunla sevişmek ister ama kadın sadece attırmaya müsaade eder. Sonrasında Hegel'in paketlenişi gelir, Doppler evine döner. Ev sadece bir meskendir, Doppler'i eski haliyle geri getirmemiştir, adamın da geri gelmek için ne yapması gerektiği hakkında hiçbir fikri yoktur. "Kendisi kırkına varmadan önce kendisiyle iletişim kurmuş değildi. Bir kez daha düşününce, kırkına vardığında bile bunu yapabildiğinden pek emin olamadı." (s. 30) Sadece yaşıyor Doppler, hayvan içgüdüsünü kazandıktan sonra kent hayatının idame ettirilmesi hakkında hiçbir bilgiye sahip değil, ne olacağını bilmiyor ve döndüğü evine uyum sağlamaya çalışıyor.

Metin, bu tür değişimlerin gerçekleştiği her seferde bölümlenmiş, şimdi Mavi Evdeki Zaman var. Çocuklarıyla sağlıklı bir ilişki kurmaya çalışıyor Doppler ama zaman çok şeyi değiştirmiş ve Hegel'in çocuklarının üzerindeki etkisi silinecek gibi değil. Nora'nın başka erkeklerle eve gelmesi Doppler'in canını sıkıyor, kızına bir elma olduğunu ve herkese ısırık verirse geriye koçandan başka bir şey kalmayacağını söylüyor. Bu elma metaforu önemli, ileride karşımıza çıkacak. Sonra, Solveig'ın eşine alışma çabaları var. "Burada mısın?" diye soruyor kanepede televizyon izlerlerken, ekrandaki amatör aşçı ağlıyor, yemeği becerememiş. "Doppler kesinlikle burada değildi. Nerede olduğundan bihaberdi gerçi ama en azından burada olmadığını biliyordu." (s. 63) Aşçıyla özdeş bir Doppler, belli ki beceremeyecek. İşe girdiği yalanını birkaç ay sürdürebiliyor ama Solveig'in sabrı tükenince her şey açığa çıkıyor. Kadının olabildiğince anlayışlı olduğunu söyleyebiliriz, Doppler yaşama ayak uydursun diye uzunca bir süre dayanıyor, ona model uçak bile alıyor. Pilot bir koca, eh, bu da bir şeydir. Televizyonu tekrar keşfeden, daha doğrusu medeniyeti(!) tekrar keşfeden Doppler'in saatlerce televizyon başında oturmasındansa hobi edinmesi daha iyi. Yalan söylememesi de. Yalan Yasası gerekli bir şey diye düşünüyor Doppler, insan yaşama uyum sağlayamıyorsa yalan söylemek suç olmamalı. Sanayi Devrimi'nden beri geçen, görece kısacık sürede bu kadar çok şeye sahip olmak, daha çok şeye sahip olmak istemek, elde para yokken kredilere yumulmak, sürekli tüketmek, daha iyisini istemek, daha iyisini elde edemeyince mutsuz olmak, insanları mutsuz etmek, mutluluğu elde edilebilecek nesnelere bağlamak, dünyayı sadece bu nesnelerden ibaretmiş gibi görmek, bu nesneleri elde edebilmek için yıllarca çalışmak, en değerli şey olan zamanı heba etmek, ilk metindeki hemen her şey yine yerin dibine sokuluyor. Doppler bir türlü alışamıyor.

Aralara serpiştirilmiş göndermeler var, bir ikisini alayım. Shakespeare'in Venedik Taciri'nden bir bölüm var, model uçak uçuranlarla diğer insanlar arasındaki bir diyalogda geçiyor, Doppler Solveig'a söylüyor bu tiradın bir bölümünü.

Sensei Arntzen'ın Doppler'in hayatına girdiği kısım bu. Tekerlekli sandalyesiyle karate öğretmeye çalışan bu kara kuşak sahibi ilginç adam, kıyamet tellallarının en moderni belki de. Çocuklara verdiği dersi izleyen Doppler adamın sert davranışları karşısında şaşırıyor. Sensei, kıyamet geldiğinde çocuk veya yaşlı dinlemeyeceğini, herkesin aklını başına toplaması gerektiğini söylüyor. İlişkileri ilginç, Sensei'nin ağzından ne çıkacağı belli olmuyor pek. Çocuklara söylediği bir şey: "Öğretmenler kim olduklarını, ne halt ettiklerini bilmedikçe siz gençlerin de adam olmasını bekleyemeyiz." (s. 123)

Potlaç, Doppler için en büyük kırılmanın gerçekleştiği bölüm. Solveig'ın hatıra defterini okuyan Doppler, eşinin Hegel'i özlediğini ve kendisinden giderek uzaklaştığını görüyor. İnternete dalıyor bu sırada, yıllar sonra. pembe blogcuların sitelerini inceliyor ve herkesin boktan nesneler biriktirdiğini, boktanlıktan kurtulmak için bunlardan kurtulmak gerektiğini düşünüyor. Afiş yaptırıp sağa sola asıyor, arınmak için eşyaların yakımına davet. Gün gelince Nora'nın elinden telefonuyla bilgisayarını alıyor, evdeki eşyaları toparlıyor ve römorka atarak belirtilen alana gidiyor. Sensei de orada. Ateş yakılıyor, eşyalar yanmaya başlıyor ve o sırada Hegel'le Solveig geliyor. Polisler de. Gösterinin sonu. Hegel eve taşınıyor, Doppler bodruma postalanıyor ve orada kıçları keşfediyor. Bir sürü kıç. Hepsi çok güzel. Kıç eksperi oluyor Doppler, yakamadığı yulaf ezmesi karıştırıcının ardından acısını hafifletmek için. İlk metinde kızıyla aralarında geçen Yüzüklerin Efendisi geyiğini hatırlarsak Doppler'in fantastik dünyayla ilgili pek bir halt bilmediği aklımıza gelir, oysa tam da bu noktada karıştırıcıyı yüzükle bir tutarak yüzük için söylenen birleştirme, bulma ve bir araya getirme konulu dizeleri alıntılıyor. Aslında bir şeyler yapmış adamımız, en azından kızının okuduğu şeylere bir göz atmış ama aradan yıllar geçince, kafa da biraz kırılınca pek bir şeyin önemi kalmıyor. Sürüklenmeye başlıyor Doppler, bir süre önce sokakta görüp yardım ettiği Roman kadın Mirela'nın yanında dilenmeye başlıyor, bir müddet Mirela'nın kabilevari ortamında yaşıyor ve kıskanç bir adam kendisini deşmeye niyetlenince uzuyor oradan. Sonrasında Danimarka'daki porno serüveni geliyor ki Doppler'in elmaya dönüşme süreci tamamen bir gelişine vuruş işi. Artık nereye sürüklenirse orada tutunmaya çalışıyor Doppler, metnin sonuna kadar.

Günümüzün dünyası delirtici, bir yerinden tutulmazsa kopuluyor. Sosyal medya hesapları olmadan bir hiçmişiz mesela, beğendiğim bir yazarın röportajını izlediğimde sırf "varlığını sürdürebilmek için" birkaç tweet attığını söylüyordu. Varlığımız birkaç gevezeliğe bağlı. Ormanda yaşamak istemeye şaşmamalı. Doppler bir yandan saygı duyulası bir adam, kente dönmesiyle ipin ucunu kaçırdığı bölümleri dışarıda bırakırsak ideal bir yaşamı var. Az insanlı. Huzurlu. En önemlisi bu, huzur.

 

2 yorum:

  1. Doppler'i okuyup beğenmiştim. Bunu da okurum artık. Bu dolu dolu yazın için teşekkürler

    YanıtlaSil