4 Şubat 2020 Salı

Michael Foley - Saçmalıklar Çağı

Bu iyi, çağın saçma sapan alışkanlıklarına sahip olmadığımız zaman "çatlak" olarak damgalanacağımızı ve bunun gayet normal bir şey olduğunu söylediği için bile iyi, cep telefonlarını öyle veya böyle kullanmamız gerektiğini, dünyaya belli bir ölçüde uyum sağlamanın mutluluk getireceğini dayatmadığı için bile okunur. Domingo'dan çıkan başka bir kitapta orta yolcu fikirler vardı, uyumsuzluğun ıstırabını dile getirmeden dünyadan çıkış yollarının banal, bayatlamış güzergâhlarını vermekten öteye gitmiyordu kitap. Foley hastalıklı bir topluma uyum sağlamanın sağlıkla bir ilgisinin olmadığını söylüyor, yani kabul edilmenin nimetlerinden faydalanabiliriz ama içeride bir yerde her şeyin yanlış olduğuna dair bir şeyler içimizi kemirir durur. Biraz hassassak deliliği görmezden gelemeyiz. Antidepresanlar kafayı istediği kadar betonlaştırabilir, her metanın, metalaştırılmış cinselliğin, duygulanımların en uç noktasını isteyebiliriz, elde edebiliriz bir yandan ama yine de o çürük tadı alırız, aradığımız şeyin başka bir yerde olduğunu düşünmekten doyumsuz kalırız, hep başka bir yere bakarız, arabamızı, sevgilimizi, eşimizi değiştiririz ama boşluk olduğu gibi durur. Dönemsel ilişkiler sürüp gider, eşyayla kurulan ilişki insanla kurulan ilişkiden farksızlaşır, bir üst modeller elden ele gidip gelir. Foley bu saçmalıkları Tevrat'tan, Buda'dan, Sartre'dan örneklerle sabitliyor ve çıkış yollarını dayatmasız bir şekilde ele alıyor. Doğrudan bir gösterge yok, sadece sezdirilen davranışlar ve düşünceler var. Alt başlığı yayınevi koymuş, "Kafası Karışıklar İçin Olan Biteni -ve Kendini- Anlama Rehberi" olarak okuyabilirsiniz bu metni. Tipik kişisel gelişim metinlerinden uzak bir anlamlandırma çabası işte, bazı bölümlerde kişisel gelişime alaycı bir şekilde yaklaşıyor yazar, hap formüllerin geçici etkilerden öteye gitmediğini söylüyor mesela, bir de bu tür kitapların farklı sınıflar için ne gibi saçmalıklara yol açabileceğinden bahsediyor. İhtiyaçlar hiyerarşisinde alt basamakları işgal eden insanların mutlu olmak için daha fazla oral seks yapmalarını salık vermek örneğin, farklı seviyelerdeki insanların çıkar yolları uyumsuzsa o kitapların hiçbir anlamı yok. "Mutluluğun Saçmalığı" adlı bölümde Foley bu meselelere değiniyor biraz. Önce problemlerin sunumu, sonra stratejiler, sonra da "Saçmalığın Mutluluğu" bölümüyle genel bir çıkarım. Sınıf farkı gözetmeksizin dünyanın durumunu değerlendiriyor, herkes için bir anlam var.

İlk bölümde "mutluluk" var. Herkes daha fazlasını hak ettiğini düşündüğü için tatminsizlikten ölmek üzereyiz. "Mutluluk gibi bayat, eski bir terim için fazla bilgili, fazla sofistike, fazla alaycı, fazla bilge, fazla post-her şeyiz." (s. 2) Mutluluğun tanımı da muğlak biraz, çizgileri belirsiz olduğu için, Arendt'e göre "erdemli eylemlerin doğaları icabı görünmez kalmaları gerektiği" de hesaba katılırsa mutluluğun dilsiz, sadece hissedilen, düşünüldüğü zaman uçup giden varlığı bizi çıkmaza sokuyor. Dünya ve benlik arasında kurulamayan anlam birlikteliği mutluluk için gereken sessizliği sağlayamamamıza neden oluyor. Asgari ölçüde insani ilişkilere gereksiniyoruz ama etrafımızda "ışıltıyla gülümseyen depresifler" var, bu insanlarla birlikte yaşamak oldukça yorucu. Karakter değiller, tip olarak yaşıyorlar ve belli bir yüzeyselliğin ötesine geç(e)miyorlar. Fromm'a göre "anonim otorite" bu şekilde ortaya çıkıyor. "Anonim otoritenin en etkin numarası, tavsiyelerini aksiyom (doğruluğu genel kabul gören önerme) kılmasıdır. Genel kabul görmüş fikirlere ve anlayışlara karşı çıkmak mümkün değildir; ancak çatlaklar böyle bir şeye kalkışabilir. Bu da bir başka aksiyomdur. Şimdiki yaşantımız, doğa yasası gereğidir." (s. 11) Çatlak olarak değerlendirileceğiz, herkesin yaptığını yapmayarak bir tehlike olarak işaretlenip bir ölçüde dışlanacağız, önemli olan bununla birlikte yaşamayı kabul edebilip edemeyeceğimiz. Reklam ve id tarafından sürekli dürtülüyoruz, otoritenin bir parçası olmamız yönünde baskılara maruz kalıyoruz ve bu olanlardan pek hoşnut değiliz, çemberin dışına çıkmak istiyoruz diyelim, Foley'ye göre düşünürlerin binlerce yıllık birikimlerinden faydalanarak başarabiliriz. Tarkovski'nin ve bizim kahveden Hilmi Dayı'nın söylediği şey iyi aslında, insanın yalnız kalmayı öğrenmesi gerekiyor. Gruba muhtaç değiliz, bir başımıza da var olabiliriz. "Nasıl yaşanacağının bir dizi maddeyle söylenmesini talep eden tek çağ, bizim sabırsız, açgözlü çağımızdır." (s. 11) Beyin taramalarında kaliteli ve pahalı markaların dinsel imgelere eşit sinirsel tepkiler doğurduğu görülmüş, insan için bundan daha korkunç bir durum olamaz. Her şeyin pazarlanabileceği bir zamanda Buda'dan medet umabiliyoruz, çağın istencinden anlayarak, içgörü edinerek kurtulabiliriz. İstersek tabii. Tutarlı ve mantıklı davranışları alışkanlığa dönüştürmek sağlam bir çözüm gibi görünüyor, bunun için beyinde yolaklar oluşturan nöronlarımızı biraz zorlamak gerekecek, her birey kendi çözümüne bir şekilde ulaşabilmek için otoritenin insanda çocukluktan itibaren kurduğu yapıları anlayacak ve değiştirecek, bunun için yalnız kalmayı göze alabilmek gerek. Kendinde hak görme olayı, potansiyelin cazibesi de dizginlenecek biraz, her şeyi elde edemeyeceğimizi anlamamız lazım. "Kendini değiştirmeye tapınma" yüzünden birey kim olduğunu, ne istediğini düşünecek noktayı bir türlü yakalayamıyor Foley'ye göre, Bir Sonraki Müthiş Şey'in peşinde devinip duruyor. "Bir ilişkide veya işte zorluklar varsa cezbedici olan, bir diğerine geçmektir. Bu da sorunlarla yüzleşip aşma tatminini devre dışı bırakmakta ve hayati önem taşıyan musibetten pay çıkarma, olanı avantaja çevirme becerilerini mahvetmektedir." (s. 31) Seneca'dan bir alıntı var, yarını düşünüp bugünü çöpe atan insan için huzur diye bir şey mümkün değil. Tüketimsel bir itkimiz var, kendimizi bir ürüne çevirip tükendikten sonra değiştirmek de bunun içinde, bir insan bu açıdan kendini ne kadar değiştirebilirse. Selfie çekip her yerde paylaşmak herkes için aynı anlama gelmeyebilir ama derinlerde bir yerde kendini bir ürüne dönüştürme ihtiyacının getirisi/götürüsü de olabilir. "Ben bir ürünüm, kendimi bu biçimde inşa ettim, bir değerim var, ona göre." Sonra başka bir selfie, böyle gidiyor bu. Pornoyla benzerliklerinden bahsediyor Foley, idealize edilmiş bir gerçeklik boyutu ama gerçeğin çok uzağında. Bunun genetik yansıması için ayrı bir bölüm var, determinizm ve özgür irade arasındaki ilişkiden insanın kendinden başka her şeyi suçlamaya dönük bir gelişim(!) sürecinden geçtiği fikri kabul edilebilir, dolayısıyla çağımızda patlayan komplo teorileriyle başarısızlık kavramının modasının geçmesi aynı kaynaktan doğar gibi gözüküyor. Mantıklı bir hale getirilen saçmalıklar yüzünden her birey kendi saçmalığını üretebilir ve tüketebilir durumda. Sorumluluk duygusunun ortadan kalkmasıyla otoriteye yakınlaşıyor insan, başkasının verdiği kararlardan mesul değiliz, rahatız o zaman. Başımıza gelen kötü şeylerden sorumlu tutulacak birileri, bir şeyler her zaman olacak, böylece talihsizliklerin etrafından dolanabileceğiz. Şahane bir kendini kandırma mekanizması bu, kırılması için insanın bir an durup düşünmesi gerekiyor ama bu da mümkün değil, düşünmemizi engelleyecek milyon tane etken var. Her yerde yüksek sesle çalan müzik, motor sesleri, gözü kör edecek ışıklar var, dikkat dağınıklığı çağın gerekliliği gibi gözüküyor. Aynı anda sekiz kitabı birden okumaya çalışmak, birkaç işi aynı anda götürmeye çabalamak -tabii bu bir şekilde zorunluluktan yapılmıyorsa- canımıza okuyacak dünyanın elini güçlendirmek anlamına geliyor. Bunun bir etkisi de bireye olan inancın azalması olarak ortaya çıkıyor, insanlar artık tek başlarına kitap bile okuyamıyorlar, bir okuma grubu şart. Bir şeyler yazmak için atölyelere gidiliyor, yalnızken yapılan işler değersiz olarak görülüyor. Sessizlik, yalnızlık bir nevi ölüm, acımasızlığın somutlaşmış hali.

"Uygulamalar" bölümünde saçmalıkların derli toplu halleri var, ilk kısım "iş"in saçmalığına ayrılmış. Grup çalışmaları, saçma sapan etkinlikler, takım oyunu, dozunda mizah, rahatlama alanları ve anları, bireyi biçimlendiren bir dolu baskı mekanizması. Aşk bir başka mevzu, karşılıklı beklentilere dönüşen geçici bir coşku halinden öteye gitmiyor. "Doğru kişiyi bulmak" ve "ruh ikizi" kavramlarının sağlam bir eleştirisi var: "Sevdalılar, aşk tanrısının oklarının rastgele kurbanları olduklarına inanmaktan hoşlanırlar ama aslında büyük olasılıkla yoksunluğun, yalnızlığın ve güvensizliğin kurbanlarıdırlar; sorumluluğu teslime heveslidirler ve fantezi kurmaya yetenekleri vardır fakat anlama ve kendini bilmeye yoktu. Ama yaşama ve dünyaya parlaklık katan bir coşkuya kapılmışlarsa ne fark eder? Sevdalılar müthiş seks yapmıyor ve genel anlamda daha çok eğlenmiyorlar mı? Sorun, sevdanın kalıcı olmamasıdır. Büyük ihtimalle daha ısa sürmesine rağmen sevdanın genelde, ortalaması bir yılı biraz geçmek kaydıyla (ortalama dikkat süresi gibi, muhtemelen sevda süresi de azalmaktadır) en fazla iki yılda son bulduğuna yönelik bir iddia mevcuttur. Ama sevdalılar mutlu mesut ve zaman sınırlamasından habersiz yaşarlar ki hüsran bu yüzden şok edici gelir." (s. 183) Mevzunun hormonlarla ilgisi geliyor sonra, sadakat geninden bahsediliyor, birbirine düşkün ebeveynlerin çocuklarının diğer çocuklara göre farklı oldukları yönler ele alınıyor falan, işin özeti şu ki birbirine uygunluk denen şeyin ön koşullardan çok yoğun bir çabayla kazanıldığı ilişkiler uzun sürüyor ve doyurucu oluyor. Yaş meselesi de var, onu geçiyorum.

Saçmalık çağımızın mutluluk kaynağı olabilir, son bölümün konusu bu. Bir çuval para harcayarak kendi gitarımızı yapabilir, en kısa sürede en çok hamburgeri yeme şampiyonu olabiliriz, bunlar bizi mutlu eden şeyler olabilir. Kendimize özgü bir şeyler yapmak yani, bizi yanılgıya düşmeden mutlu eden şeyleri bulmak. Eh, başarırsak yırtıyoruz işte.

Algan Sezgintüredi çevirisi. Bazı cevaplara ihtiyacınız varsa buraya bakınız.

4 yorum:

  1. yeni yazı bekleyen blog takipçilerinin selamı var :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Merhabalar, taşındık efendim biz. Bekleriz. :j

      www.kitaplardananlamayanadam.com

      Sil
  2. Merhaba, Talebe Mektebi adında bir site benim blog içeriğimi kopyalamış. Siteyi incelerken sizin yazılarınızı da kopyaladığını gördüm, haber vermek istedim. Linki bırakıyorum: https://www.talebemektebi.com/kitap/bodoslamadan-kitap-fatma-nur-kaptanoglu/

    YanıtlaSil
  3. Elinize sağlık türkçe böyle kaliteli sayfalar bulmak gerçekten zor .
    takipteyimm
    https://www.libereji.com

    YanıtlaSil