"Eline hidrosposferik plazmatik silahını aldı ve ateş etti."
İsim çok şekil, evet. Fakat ne bu. Nasıl çalışıyor, olayı nedir. Bilmiyoruz. Niven bunu yapmıyor, her şeyi açıklıyor adam. Açıklarken, "Bak birader, bunun böyle böyle olmasının sebebi şu şudur, çok kimyasal işler," de demiyor, kurguya yediriyor. Tamamen hayvani teknolojiye dayalı bir dünyaya girdiğimiz romanlarda bu çok çok önemli. "İyi bilimkurgu iyi edebiyattır" der ya Metis serisi, aha. Bu, doğrudan anlatım tekniğiyle alakalı.
Olay şu: Yıl sanıyorum 2960 civarı. Romanın sonlarına doğru laf arasında geçiyor insanoğlunun uzaya çıkmasından 1000 yıl sonra diye. Louis Wu adında 200 yaşında bir arkadaşımız var. Kendi doğum günü partisinden sıkılıyor ve bir kabine girip dünyayı turluyor. Ulaşıma gel: Telefon numarası tuşlar gibi yapıyorsun ve hoop, Singapur. Hoop, işte bilmem neresi. İşte bu Louis Wu gezinirken alakasız bir yere gidiyor, bir otel odasına. Puppeteer namında bir tür var, teknolojik olarak çok ileriler ve ölümüne korkaklar. Bilinen uzayı uzun zaman önce terk etmişler, çünkü galaksi çekirdeğinde bir patlama gerçekleşecek ve Dünya ayvayı yiyecek. Neyse, işte puppeteer Nessus -adını insanlar anlasın diye Nessus olarak belirtiyor, yoksa gerçek adı gırtlak yapısının mümkün kıldığı orkestral bir müzik- Louis Wu'yu oluşturduğu bir takıma davet ediyor. Takımın amacını söylemiyor puppeteer, sadece keşfe çıkacaklarını söylüyor. Wu da flâneur bir abimiz olduğu için teklifi kabul ediyor, üçüncü arkadaşı almak üzere bir bara gidiyorlar. Burada kzin adındaki türle karşılaşıyoruz. Bu arkadaşlar zamanında insanlarla fena savaşmış, sonunda kaybetmişler. Kaybetmelerinin sebebi de ticaretin kralını yazmış Kayserili Outsider isimli arkadaşların insanlara muazzam hızlı bir taşıt satmaları. Napolyon mu diyordu savaşta hızın pek mühim olduğunu? Bir de savaşla ticaretin birbirini pışpışlaması gerçekten mide bulandırıcı. Silah satın ve dünya çok daha barış dolu bir yer haline gelsin. Amin.
İşte bu kavgacı ırkı da alıyorlar yanlarına. Bu dev, turuncu kürklü arkadaşın adı Konuşmacı. Fakat şu savaş olayına geri dönelim.
İnsanlarla kzinlerin arasındaki savaşın sonunda koloniler el değiştiriyor, tamamen savaşa yönelik yaşayan kzinlerin nüfusunda oran olarak olmasa da sayı olarak ciddi bir azalma yaşanıyor. Oran olarak da ciddi gerçi; 1/8 oldukça ciddi. Ardından kolonilerdeki kzinlere insan ahlakı öğretiliyor, insani değerler öğretiliyor. Asimilasyon yani. Bak; akademisyenlerce, böyle mühim mühim görevlerde bulunup hım hım, çok mühimim modundaki adamlarca bilimkurgu, fantazya falan pek sallanmıyor ne yazık ki. Kaçış edebiyatı, yok bilmem ne. Oysa dünyaya dair o kadar çok eleştiri, o kadar çok gözlem var ki bu romanlarda. Bunda da ara ara çıkacak, yakaladıklarımı yazacağım.
Üçüncü adam da tamam, dördüncüsü bir kız. Teela. Önce gelmiyor gibi oluyor, sonra geliyor. Uzun Atış adlı gemiye atlıyorlar, istikamet uzay. Yolda katakulliler oluyor, ırklar arasında sıkıntılar, bir şeyler. Biraz zayıf bir roman bu yönden, ırkların özelliklerini karakterler yoluyla vermede pek başarı yok. Diyaloglarda da yok. Tek boyutlu karakterler.
Bir yere varıyorlar, beş gezegen yan yana. Puppeteer arkadaşlar bu gezegenleri çekmiş. Teknolojileri o kadar ileri, düşün. İniyorlar bunlardan birine, sonra yine yolculuk. Esas yere burada geliyoruz.
Dünyaya gel. Olay şu: On numara bir yıldızın etrafında iki halka. İç halkada gölge dikdörtgenleri var, dış halka için gece-gündüz olayını ayarlıyor. İç halkanın yüzeyi de sağdaki. Bu yapı muazzam bir yapı, hız olayını çözemeyip yakınlarda kendi dünyalarını kuran varlıklara ait, fakat bilinmiyorlar tabii.
Buraya inmeye çalışıyor bizimkiler ama dünyanın savunma sistemleri var. Lazerler, bilmem neler. Bilinmeyene doğru seyahat eden bizimkiler için sonu faciayla bitecek gibi oluyor, bitmiyor. Bundan sonrası ağır spoiler, isteyen okumasın. Dünyamızda üreme yasaları var, kafana estiği zaman çocuk yapamazsın. Bunun yanında üreme piyangoları da türemiş. Kazanana çocuk hakkı veriliyor işte. Teela ve bilmem kaçıncı atasına kadar hepsi bu piyango yoluyla doğmuşlar. Şans faktörü. Bu şans faktörünü ayarlayan da Nessus. Nesiller boyunca bekliyor Nessus ve Teela'yı şans getirmesi için yanına alıyor. Kzinler için de benzer bir aşağılatıcı uygulama var. Cıngar çıkıyor tabii bir noktadan sonra ama daha anlatmayayım.
Halka Dünya'nın yapımı, atmosferi, şuysu buysu hakkında sayfalarca bilgi var, akıl yürütme var daha doğrusu, almıyorum. Bir şekilde inmeyi başarıyorlar ve medeniyetin izini sürüyorlar. Çöller var, bazı bölgeler ayvayı yemiş. Derken insanlarla karşılaşıyorlar ama fizyolojileri biraz değişik tabii. İnsanlar bunlara tapar gibi oluyor, sonra beklediklerinin onlar olmadığını anlayınca düşmanlaşıyorlar. Kaçıyor bunlar da. Ondan sonra gemiden ayrılmak zorunda kalıyorlar, uçan binaların olduğu bir yere geliyorlar, Teela'nın şansının kendilerine değil, Teela'ya yardım ettiği ortaya çıkıyor, şu bu derken kurtuluyorlar gibi oradan.
Evet, dediğim gibi üçleme. Diğerlerini de alırız umarım. Kitap böyle. Bence güzel. Ben okudum, sizin okumanızı da isterim. Güzel yani. Dünyaya bak zaten, böyle bir dünyanın olduğu kitabı okumayacan mı?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder