Demir Özlü'den devam, lakin tezle alakalı kaynak kitapları okumam gerekiyor öncelikle, bir süre Demir Özlü okumayacağım daha fazla. Mekan açısından okumalıyım bunları, şu aşamada daha çok teorik bilgiye ihtiyacım var.
Soluma daha bir "kentleşmiş" varoluşçuluk içeriyor. Adamımızın derdini anlatmaktan ziyade derdini yaşadığını söyleyebiliriz. Başka bir kentte, İstanbul'da değil artık.
Kanal: Yeni şehrin insanları karşısında küçük valizli bir adam. Yürünecek sokaklar, sıkıntıyla bakılacak binalar çok. Demir Özlü'de bina, sokak betimleri çok önemli. Adam özellikle bakıyor, özellikle yazıyor onları ki şehrin nasıl üste çöktüğünün kanıtı ortaya çıksın.
Oda buluyor kendine arkadaşımız, sonra şehri turlamaya çıkıyor ama asıl amaç kanalı bulmak. Kanala gidecek. Gitmeden bir şeyler içmek için otelin barına oturuyor, birileriyle tanışıyor, o birileri de başka birileriyle tanıştırıyor. Belirip kaybolan insanlar çok, hızlı giden bir trenin camından dünyayı görmek gibi. Bir de illa birileriyle tanıştırılıyor bu adam. Tanıştırmaya çok meraklı bu Avrupalı kardeşler sanıyorum. Ben belki tanışmak istemiyorum mesela. Tipini beğenmedim. İlla tanışacağız. Hadi bakalım.
Baba her gördüğüne kanalı soruyor, kimi burada diyor, kimi şurada diyor, bir türlü kanalı bulamıyor bizimki. Bu yüzden saplantı haline geliyor zaten; adamın hayatı bir arayış, bir kurtuluş çabası. Memleketinden kaçmış, aradığını bulmak için hiç bilmediği bir yere gelmiş ve o şehirdeki tırto bir kanal için yürüyor Allah yürüyor. En sonunda biri, "Aha şurada da sen napıcan orayı, boklu dere gibi bir şey," diyor. Hiç bu kadar yaklaşmadığı için -çok affedersiniz- bok mok dinlemiyor adam, en sonunda kanalı buluyor. Yaptığı şu: İntihar ediyor. Bulunca hoop, atlıyor. Arayış sona erince en makulü.
Derine: Bu öyküde adamımız sürekli, "Derine, derine," diyor. Yine sokaklar, bir şeyler. Odası şöyle:
"Ortalık iyice kararmadan odama dönmek istiyordum. Odama; orda, kıpırtısız ama uzun gecenin geçmesini belki de beni sarsan sanrıların yoklayıp yoklamayacağını bekleyebilirdim." (s. 495)
Şimdi dur bir. Odasına gönülden bağlı olan biri olarak, ki odamın adı Küçükodam'dır, gayet küçüktür ve benimdir, anlayabiliyorum abimizi, biraz da olsa. Hani korku filmlerinde hayaletler enerji birikmesinin sonuçlarıdır ya, ben öldüğümde hayaletim garanti bu odada dolanır. Bütün sıkıntılar, bütün şeyler odadadır. Oda bir dünyadır, değilse odanın penceresi dünyaya açılır. Canım odam, seni bırakıp gidebileceğimi pek sanmıyorum.
Evet. Abimiz evine geliyor, kapı çalıyor. Bir adam. karşı komşunun eski metresi olduğunu, abimizden bir güzellik yapmasını istiyor. Kadından haber alamamış bayağıdır, bir haber çıkarsa ses etmesini istiyor, adresini verip uzuyor. Giderken kapıda ardından bakıyor bizimki, sonra karşı kapının gıcırdayarak kapandığını işitiyor. Meğer kadın da çaktırmadan kesiyormuş gideni.
Sonra bunaltıcı bir Pazar günü abimiz verilen adrese gidiyor, bir kadın açıyor kapıyı. Kadın çok tanıdık, fakat çıkaramıyor bizimki. Sonra evine dönüyor, uyuyor, bir düş görüyor. Bu düşe döneceğim.
Sabah komşu açıyor camı, atlıyor. Meğer evvelsi gün abimizin gördüğü kadınmış. İki polis geliyor, "Siz mi öldürdünüz?" diye soruyorlar. Bizimki duraksamadan, "Evet, evet," diyor.
Şimdi yine intihar var. Arkadaşlar, öykülerde bir intihar izleği mevcut. Bu intihar olayından önce adamımız merdiven boşluğuna bakıp oradan düşen birinin kıyılara çarpa çarpa öleceğini düşünüyor. İntihar bir kurtuluş, o tamam. E intihar eden kadının katlinin faili olduğunu söylemek ne oluyor? Demin söz ettiğim rüyada, abimizin gittiği A. Sokağı'nın bir ucunda yine bir merdiven var ve merdivenin ucu boşluk, hiçlik. O sokak canlılığıyla var oluyor anlatıcının zihninde, sokağın ucuysa yokluğa açılıyor. Saçma bir şehrin bunaltısından kurtulmak için intiharı cinayete çevirmek çok mantıklı.
Caddede, Miss Walde'la: Çıkış izni almaya çalışıyor adam, gidecek. Bunun için bir eve gidiyor, Henri var orada. Bir de Miss Walde. Miss Walde bu işle uğraşan bir memur, tanışıyorlar adamımızla. Türkçe bilmediğini söylüyor, ertesi gün şakır şakır Türkçe konuşuyor. Bu bir. Adamın neler yaptığını, neler hissettiğini biliyor, telepat gibi. Bu iki. Yine bir ölüm vakası, bu kez rüyada:
"Bense uyumuş düş görüyordum. Uzun, beton bir caddedeydim. Ağaçsız, çıplak doğanın ortasına doğru uzuyordu cadde. Geçerken, caddenin kıyısındaki büyükçe bir su birikintisinde küçük bir çocuğun boğulduğunu gördüm. Çocuğun yırtık pırtıktı giysileri. Suların arasına girdi, bir daha da gözükmedi. Uyku arasında bu olay bana varlığımı temelden sarsan bir olaymış gibi görünüyordu." (s. 507)
Çocuğun boğulmasının varlığının temel sorunlarından biri olduğunu düşünüyor adam, uyanıyor. Miss Walde'ın bıraktığı mektupta belirtilen buluşma yerine gidiyor, ağaçlar altında birbirine sarılmış iki erkek görüyor. Eşcinsellik de var bak, cinsiyetler karışıyor bir süre sonra. Miss Walde'ın erkek olup olmadığını sorguluyor bizimki. Miss Walde birazcık fantastik bir kadın kimliğine büründürülüyor anlatıcı tarafından.
Buluşuyorlar, oturuyorlar, Miss Walde şehrin insanlarından annesine kadar geniş bir konuşma yapıyor. İşte insanlar size bakıyorlar, anneniz böyle böyleydi.
"Bir sokaktan aşağıya doğru sıçraya sıçraya koşan bir adam düşünün, durgun doğaya, düzenli kente ne değin aykırıdır." (s. 513)
Şehre uyumsuzluk adamı maymun eder valla. Ardından yine bir eşcinsel münasebet isteği. Adamın teki yanaşıyor, sizinle sevişelim falan diyor. Garip ortamlar.
Miss Walde'ın çalıştığı yere gidiyor adam, orada dosyası inceleniyor. Miss Walde diyor ki bu dosyadaki bilgileriniz ne kadar sizsiniz, insan dosyalara ne ölçüde sığabilir falan. Böyle böyle öykü gidiyor, yine intiharla bitiyor. Lan iki dakika atlamayın.
Sarkmak: Pencerelerden sarkan bir adamımız var, niye sarktığını soruyorlar, söylemiyor.
"Bu sarkma bana yeryüzünde olduğumu duyurmuştu." (s. 532)
Nietzsche, Hölderlin okuyor adamımız. Niçe'den (yazmaya üşendim dsfd) ne kadar etkilendikleri malum varoluşçuların, araya sıkıştırılmış. Bu noktada emekçiler de devreye giriyor. Damdan, pencereden düşüp ölen işçiler var bir yanda. Bu adamlar da şehrin bir parçası değil, zira şehir öğütüyor bunları. Kapitalizm. Diğer yanda sarkma sanatını icra eden insanlar var. Bizimki usta, kendisinden taş çatlasın iki üç tane olduğunu söylüyor. Öykünün sonunda neden sarkıldığına dair açıklama var, varoluş varoluş işler. Sıkıntı, bunaltı. Falan.
Soluma: Önceki öykülerde de yer bulan Saldon isimli adamımız var burada. Adı sürekli değişiyor bunun, ne derlerse o kimliğe bürünüyor. Yazdığı metinler hakkında şöyle bir yorumu var: "Kim okur beni benden başka?" (s. 538) Demir Özlü'nün yansıması diyebilir miyiz? Anılar, hatıralar, kentler, anne, baba.
Böyle. Demir Özlü devam edecek, sırada Gecenin Sonuna Yolculuk var.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder