5 Şubat 2014 Çarşamba

John Steinbeck - Al Midilli

Steinbeck'in en pastoral metinlerinden biri bu. Doğayla iç içe geçen yaşamlar, coğrafyalar, kültürler vs. ne kadar farklı olursa olsun birbirine benziyor. Aynı mücadele, aynı sağlam insanlar ve aynı mutluluklar, üzüntüler. Bizim yazarların öykü dünyasını görebiliyorsunuz bu metinde. Toprakla, hayvanla uğraşan insanların benzerlikleri bir ölçüde mutlu edici; onca farklılaştırılmaya, ayrılığa rağmen dünyanın bir ucundan öbür ucuna aynı şeyleri duyumsayan insanların var olduğunu düşünmek, insanların birbirinden o kadar da uzaklaşmadığını gösteriyor belki. Biz insanız ve bizi hiçbir devlet, hiçbir din, hiçbir şey ayıramaz.

Dört hikâye var. Tiflin ailesi tatlı bir aile. Baba sorumluluklarının farkında olan, toprakla uğraşan insanlar gibi sert fakat şefkatli. Anne sevgi dolu bir arkadaş, Jody ise 10 yaşında, altın sarısı saçlı bir çocuk. Çiftlik ortamında büyüyen, hayvanları seven, meraklı bir velet. Bu dört hikâyeye çiftlik işlerine yardım eden Billy Buck da katılıyor ara ara. Başkaları da var, yeri geldikçe yazacağım.

Armağan: Baba, Jody'ye bir midilli hediye ediyor. Çok güzel bir hayvan bu, Jody pek seviyor midillisini ve okulda bile hep midillisinden bahsediyor. Bir gün midilli yağmur altında kalıyor, biraz Billy Buck'ın ihmalkarlığı yüzünden. Adam normalde her işi pek ciddiye alır ama midillinin varlığına alışamadığı için unutuyor hayvancağızı. Midilli hasta oluyor, suçluluk duygusuyla kıvranan Buck, Jody'ye söz veriyor hayvanı kurtaracağına dair, lakin kurtaramıyor ne yazık ki. Jody midillinin cesedini buluyor, cesede tünemiş akbabayla boğuşuyor ve kuşu parçalıyor, üstü başı kan. Babasıyla Buck geliyor, baba çocuğa kızıyor bayağı, kuşu parçaladığı için. O an Buck, belki de hayatında ilk kez patronuna öfkeyle bakıp çocuğun neler hissettiğini anlayıp anlamadığını soruyor. Bir anlamda kendi suçunun yüküyle Jody ne hissediyorsa aynı şeyi hissediyor. Doğanın kazandırdığı tecrübe, verdiği ders de sert olur, hele hele küçük bir çocuk için: Sevdiğin şeyleri kaybedebilirsin, bunu aklından çıkarma.

Ulu Dağlar: Bir gün yaşlı bir adam çıkageliyor çiftliğe. Kilometrelerce yol yürümüş, gençken ayrıldığı çiftliğe dönebilmek için gece gündüz yol almış. Adı Gitano. Tiflinlerin çiftliğine gelince görüyor ki eski çiftlik yıkılmış, yeni sahipleri tanımıyor fakat yine de geri döndüğünü, çalışabileceğini söylüyor durmadan. Adam çok yaşlı.
Bir günlük misafir ediyorlar adamı, o bir gün iki güne çıkıyor, sonra bir süre kalıyor adam orada. Bir de yaşlı at var çiftlikte, Gitano hep bu atla ilgilenmeye başlıyor, arada Jody'le konuşuyor ve bir gün o yaşlı atı alıp dağlara gidiyor, kimseye haber vermeden. Yine Jody'nin sevdiği bir şey yitiyor.

Vaat: Babası Jody'ye bir tay alıyor, Nellie. Midillinin ölümünden sonra çocuk biraz da gönül eğlesin diye. Tay büyüyor, hamile kalıyor ve Billy Buck, hayvanı öldürmeden yavruyu kurtaramayacağını söylüyor. Doğum sürecine şahit oluyor Jody, travmatik bir olay. Buck'ın üstü başı kan içindeyken hem de. Yazık be.

İnsanların Önderi: Dede geliyor, annenin babası. İç savaş kahramanı, anlattığı hikâyeler babayı sıkmış artık, adam da biraz bunamış herhalde. Anne-baba çekişmesi, dedeye makul davranma ve bütün sıkıntılara rağmen sevgi çekiyor başı. Eh, insanın bin bir türlü hali var. Annemiz, babamız bir gün iyice yaşlanacak, bunayacak, altına kaçıracak çok affedersiniz. Onlara bakacağız. Annemle birlikte anneanneme yıllardan beri bakıyoruz. Sevgiyle. Sevgi olmasa vefa da olmaz, hiçbir şey olmaz. Neyse işte, böyle bir olay.

Çocuk ve hayat, en kocamanından ve acılarla dolu, mutluluklarla da. Bir deneyin, çok şey katabilir.

2 yorum:

  1. Oda Yayınları'ndan çıkan baskıyı okumuştum. Jody'nin arkasında hayali bir bandoyla yürüdüğü bir sahne vardı, çok beğenmiştim. Steinbeck bende çocukluğu da pek güzel anlatıyor.

    YanıtlaSil
  2. Kendini rodeo kahramanı olarak gördüğü bir gündüz düşü de vardı. Çocukluk ya, hayalin gerçeğe en yakın olduğu zaman bence. Jody gerçekten çocuk gibi bir çocuktu, ne güzel anlatılmış bir karakter.

    YanıtlaSil