27 Ağustos 2014 Çarşamba

Mustafa Kutlu - Zafer Yahut Hiç

Abdülhak Hamit Tarhan'ın Eşber adlı manzum piyesinden alınmış bu söz. İskender'e yenilen Eşber, cesaretiyle hayranlık yaratır ve İskender, Eşber'in hayatını bağışlayıp kılıcını ona geri verir. Eşber intihar eder, İskender bunun anlamını hocası Aristo'ya sorar ve Aristo noktayı koyar: "Zafer yahut hiç!"

Kutlu'dan bir kolaj bu; hızla yayılan şehir, bu şehirde zorlukla yaşayan ve bambaşka hayatlar yaşayıp bir araya gelmiş insanlar. Kır-kent geçişinin sancıları.

Tam öküzce anlatıyorum şimdi, kitabı bitireli altı ay olmuş ve pek bir şey hatırlamıyorum dsf. Ferit var bir tane, doktor. Tepeköy'e gidiyor, dayısı mı amcası mı neyse, belediye başkanı. Ferit yurt dışında ihtisasını tamamlayıp gelmiş, alanında uzman. Memleket hasreti ağır basıyor, dönüyor işte. Bir de gönül yarası vardı, hatırlamıyorum mevzuyu.

Samet Görmüş, belediye başkanı. Çalışkan bir adam ama hızla serpilen kente bürokrasi yüzünden ayak uyduramıyor. Yapmak istediği çok şey var, Ankara'ya gidip geliyor epey ama devletin işleri işte, elinden geldiği kadar. Halk onu çok seviyor, ideal bir idareci denebilir. Sağlık ocağını, okulu falan kendi ayarlıyor. Mevzuyla alakalı, oranın yerlisi bir arkadaş şöyle diyor: "Durum umutsuz. Devlet hazırlıksız, para kıt. Devlet halkın dinamizmine yetişemiyor. İşte şurda bir semt kurulmakta. Beş on seneye kalmaz şehirle birleşir. Ama ne alt yapısı var, ne üst yapısı. Bizim devlet ilk günden bu yana böyle galiba. Kervan yolda düzülür misali. Vatandaş kendi işini kendi görmek zorunda kaldı. Nüfus artıyor, ekmek aslanın ağzında. Kentleşme böyle mi olur? Azgelişmiş denince kızıyoruz. Hiç hakkımız yok. Balık Ankara'dan kokuyor. Yıllarca seçildiği ili milletvekili olarak ziyaret etmeyen, tanımayan mebuslarla geçirdik zamanı. Milletle devletin arası açıldı, bir türlü kapanmıyor." (s. 24)

Tepeköy'de durum bu. İçme suyu tankerle geliyor. Fabrika yüzünden akan dereler hastalık yuvası. İstanbul'dan bir örnek, Orhanlı mesela. Sabancı Üniversitesi'nin kuzeyi. Anket yapmaya gitmiştim de. Her yer çamur, yol yok, yaşam standartları inanılmaz düşük, insanlar üç beş paraya çalışıyor. Öyle işte.

Başka, Neriman Hemşire var. Arkadaşı Oya var ki esas kadın. Öğretmen. Pek gençken kocası Almanya'ya gidiyor, gidiş o gidiş. Çocukla kalakalıyor Oya, sonra Tepeköy'e geliyor.

Bulut, onun da kişisel trajedisi pek acıklı. Pek sevdiği eşinden boşanıyor, Oya'ya aşık oluyor. Ferit geliyor, o da Oya'ya aşık oluyor. Tepeköy aslında bir kaçış yeri olmuş, bir yeniden başlama noktası. Çoğu karakter, Tepeköy'le birlikte kendi yaralarını sarmak için orada aslında.

Böyle bir yerin iti kopuğu da eksik olmaz, Kolsuz var. Bulut bir türlü suç üstü basamıyor Kolsuz'u, çomak sokuyor en fazla.

Bulut'la Ferit, Oya'ya aşık oldukları için aralarında inceden bir gerilim var ama mantıklı, aklı başında adamlar. Bu gerilim hiçbir zaman kavgaya vs. dönüşmüyor. Yalnız kitabın sonu tam bir sürpriz. Kutlu, mevzuyu sonda patlatmayı seviyor. Kitabın adına yaraşır bir son.

Kutlu'nun yaralı insanlarını sevenler için güzel bir roman.

1 yorum: