23 Aralık 2014 Salı

Veysel Atayman - Postmodern "Kurtarıcılar"

Bir derleme olsa da kaynaklar biraz silik, Atayman ele aldığı metinlere kendi fikirlerini de karıştırmış ve ortaya bu metin çıkmış. Metinlerin üzerine yorumlamalar yapıldığı için direkt Atayman'ın adını alıyorum.

Kahramanların geçirdiği değişimler üzerine kurulu, bir adet T-2000, Batman ve Neo içeren bu kitapta postmodernizmin yüksek sanatla halkın süper kahramanları arasındaki çizgiyi flulaştırma çabasının yanında The Matrix Trilogy'nin felsefi bir değerlendirmesi mevcut.

"Kurtarıcının Dönüşümü" adlı bölümde II. Dünya Savaşı'nın ardından kahramanların asık yüzlü, asi olmaktan çıkıp daha insani, duygu yoğunluklu karakterlere dönüşmelerinin öyküsü var. Humprey Bogart örneği veriliyor; Bogart'ın Casablanca'yla ortaya çıkan antifaşist, bir ideale sahip karakteri, kara dizilerin ve gangsterlerin dünyasının yavaş yavaş değişeceğini gösteriyor. Bu durum makinelerde daha garip aslında, onlar insanlara karşı üstünlük kuran varlıklar olarak bilinir. Mesela elin kırılmaması için bir robotla el sıkışılmaması gerektiği eski bir Gine-Bissau şakasıdır ama robotlar da değişim geçirir. Körfez Savaşı'nın bir simülasyon olduğu fikri ortaya çıktığında savaşa harcanan kaynaklar yüzünden daha fazla insanın ölmesine -savaşılan ülkenin insanlarının yanında devletten sosyal yardım göremeyen ABD vatandaşlarının ölümleri de var- yol açılmıştı. Aslında her şey televizyondan izlense de gerçekten birileri ölüyordu. Bombalar, tanklar, makineler karşısında insanın üstü geleceği fikri bu havada belirince T-800 bir ölüm makinesi olmaktan çıktı. İlk filmde önünde kimse duramazken ikinci filmde insanlaştırıldı. Duyguları anlama çabasını, gülümsemeye çalışmasını hatırlıyoruz.

Tipe bak memleket değiştir.

Benzer bir şey de Tarzan'la bilinen Johnny Weismüller'in olayı. Jungle Jim olmadan önce ağaçtan ağaca atlayan kaslı adamımız, yaşlanıp yağ bağlayınca güçlü kahraman mitosunun dışında kalır ve farklı bir karaktere bürünür. Zorunlu bir değişimdir bu. T-800'ün değişimi gibi. T-800 Öldürmemek zorundadır, makineye inmiş bir vahiy gibidir bu. İnsan makineyi yaratır, ona bazı kurallara uyması gerektiğini söyler ve hatta yaratılışına işler bunu; üç meşhur yasa gibi. T-800 belki de bu yasayla hareket etmektedir ki filmin sonunda yine insani bir duygu olan fedakarlıkla kendini imha eder. Düşünebilen bir robot çıkmıştır ortaya, insana oldukça yakın bir varlık. Diğer tarafta daha ileri bir teknoloji vardır: T-1000. Atayman'ın film incelemesinde eski-yeni teknolojinin ifade ettiği anlamlar var, burada kesiyorum.

"Batman" bölümünde göstergeler kaosu içinde oyuncak bir kurtarıcının etrafımızdaki gerçek kurtarıcıların yerini alması, göstergelerin göstergeleri içinde -The Lord of the Rings'in çekim aşamalarının belgeselleştirilmesi vs.- çocukluğun fantastik dünyasına dönüp gerçek dünyadan uzaklaşma gibi mevzular var. Superman ve Batman karşılaştırmasıyla bunun farklı şekillerde tezahürleri inceleniyor. Süper adamımız II. Dünya Savaşı'nın arifesinde ortaya çıkarak kötüleri cezalandırmaya başlamıştı. Başka bir gezegenden geliyordu ve yeni dünyasına kolaylıkla uyum sağlayabilmişti, kötülere karşı verdiği savaşta kendisini güçsüz bırakacak tek şey kendi dünyasına ait bir maddeydi. O maddeden ne kadar uzak olursa o kadar iyi. Yakışıklı kardeşimiz bu göstergelerle patlama yaptı ve yeni kahramanlar ortaya çıktı. Yeni bir endüstrinin doğuşunda farklı karakterler için farklı arka planlar oluşturuldu ve bu yapılırken dönemin toplumsal yapısı ele alındı. Bu açıdan büyük değişimleri süper kahramanlarda görmek son derece mümkün.

Yarasamız, abisine göre biraz muallakta kaldı. Karanlık yerlerde yaşıyor, gölgelerden bir anda fırlıyor, adıyla müsemma gotik bir kentte imgesini oradan oraya dolaştırıyor. Bela mı, kurtarıcı mı? Geçmişi ortaya çıkınca sevilebilecek bir karakter haline geliyor ama süper adamımızdan epey bir farklı. Gündüzleri playboy havasında gezip duruyor, son model arabalarıyla fink atıyor. Koca bir malikanede yaşıyor, partiler veriyor falan. Geceleriyse kurtarıcı oluyor, oradan oraya uçup ailesinin intikamını almaya çalışıyor. Clark Abi ise kendi halinde bir gazeteci. Orta direk bir ailede büyüyor ve hayatında bu çizginin dışına pek çıkmıyor. Atayman diyor ki Superman kardeşimiz büyüklerin kahramanıdır. Büyüklerin dünyasıyla çocukluk arasındaki çizgide gidip gelir, bir yabancılaştırma yaratmaz. Nükleer silahların dünyasında salt doğrunun yanındadır. Batman ise çocukluktan kopuşun acılarıyla doludur. Ailenin yok edilişi, hırslarla dolu bir dünyada  kısılıp kalmak, karanlık kent imgesi, hepsi bir araya gelerek büyüklerin acı dolu dünyasında bir göstergeler imparatorluğu oluşturur.

Geri kalanı 1950'li yıllardan itibaren Batman'in geçirdiği değişimler ve filmlerin incelenmesi. Dolu bölümler ama yine üşendim, geçiyorum.

The Matrix Trilogy faslına geldik. Bölümlendirme yapmadan direkt anlatacağım. Öncelikle filmlerin nasıl sınıflandırılacağı sorunu ele alınmış. Birçok farklı sınıflandırma önerisi ele alınarak Matrix'in BK janrın dahil edilebileceği söyleniyor. PKD için BK neydi, BK emekti. Farklı, vurucu, düşündürücü bir fikirdi işte. Görselliğin vs. yanında felsefeye de el atıldığı malum, buradan yaklaşıyoruz olaya. İnceden bir eleştiri de var; filmler yağdırdıkları referanslarla uçsuz bucaksız bir araştırma alanı açıyorlar. Atayman, felsefenin bu şekilde "ayağa düşürülmesini" eleştirse de bunun sorumlusunun filmler değil, aşırı meraklı okurlar olduğunu söyledikten sonra üç filmin çok daha fazlasını ifade ettiğini belirtiyor.

Üçleme, grunge gençliğinin amentüsüdür. İlk aksiyonlu sahneden sonra Mr. Anderson'ı odasında buluruz ya, bahsi geçen gençliğin odasıdır bu. Düşüncenin başladığı yerdir. Cogito ergo sum için bir doğuştur. İzleyici için odanın dışına çıkmanın sonucu farklı bir dünyaya açılmaktır, bu dünyada ileri teknolojinin kötülüğüne karşı yine insancıllığa sığınılacaktır. Arnold Abi'nin filmlerindeki mevzu burada da geçerlidir; Arthur C. Clarke'ın sözünü hatırlarsak insanoğlunun anlayamayacağı bir teknoloji, sihir gibi gelecektir, anlaşılamayacaktır ve insan da anlayamadığı, bilmediği şeyden korktuğu için bilinmeyenin korkusu bir savunma mekanizmasının ortaya çıkmasına yol açacaktır. Bilinen teknoloji, bilinmeyene göre daha üstündür, kabul edilebilirdir. Kontrol isteği, insanın önündeki en büyük engellerden biridir belki. Transcendence da ilgili bir konuyu işliyordu; insanoğlunun iyiliği için atılan bir sonraki teknolojik adım, anlaşılamadığında tehdit unsuru olarak görülecektir ve bertaraf edilecektir. Belli bir doğrultuda/hızda gelişen teknoloji, sıçramalara göre daha kabul edilebilirdir. Alien, 2001: A Space Odyssey, The Truman Show vs. gibi filmlerle birlikte incelenen bu mevzu derinleşmeye çok açık. İleri-geri teknolojinin yaratıları arasındaki farkın ortadan kalkmasıyla birlikte sanal-gerçek ayrımı da ortadan kalkacaktır, eh, düşünce her iki yolla da varlığını sürdürecek demektir. Bölünecektir de; ontolojik problemlerin belirmesiyle düşünce de kendi içinde ayrışacaktır. Bir sen-ben farkı ortaya çıkacak. PKD'nin paranoya ölçüsüne getirip incelediği öteki kavramı, bu durumun sonucudur. I, Robot'ta diğerlerinden farklı bir bilinç seviyesine ulaşmış robot için kendi varlığını sorgulama hali vardır. İnsanlara ne ölçüde benzer, bilinç seviyesi bir robotu ne kadar insanlaştırır, bunlar hep kafa patlatılası. Evet.

Ben bu kadarını alıyorum, gerisi çok daha geniş. BK hayranları, The Matrix Trilogy hastaları için süper bir derleme.

Bunu da alıyorum, bizim şarkı:



Travis bir de. Eski dost.

1 yorum:

  1. Neticede insanın hep acz içinde olduğu ve kurtarıcılara ihtiyaç duyduğu gerçeğinin doyurulması. Dinlerdeki kurtarıcılara artık inanmayanlara teselli.

    YanıtlaSil