18 Mayıs 2016 Çarşamba

Robert E. Howard - Solomon Kane: Dehşetengiz Serüvenler


Süleyman Kani dünyanın bütün iblislerine karşı. İki piştov, bir alaybozan ve kafa biçmede süper etkili meç, şeytanın uşaklarına musallat oluyor. Zaman zaman kara büyünün de yardımına başvuran püritan Kane için bir problem yok, kötülüğe karşı her türlü silahı kullanabilecek derecede gözü dönmüş. Tanrı'nın ışığı altında serüvenden serüvene koşuyor, yer yer ölümle burun buruna gelse de bir şekilde yırtıyor ve savaşa devam ediyor. Uzun, ince ve soluk bir yüz, tüysüz bir şapka, upuzun ve kara bir giysi, cehennemden fırlayıp gelmişçesine korkunç. Haksızlığa hiç gelemeyen, kadınlar şiddete maruz kalınca öfkesinden çıldıran bir savaşçı. Gunman. Gunslinger yaratılırken Kane örnek alınmış olabilir, King'in şöyle bir sözü var: "Howard en verimli haliyle, fantezi edebiyatının Thomas Wolfe'udur." Kendisi sonsuz yolculuğunda bir kahraman, Gılgamış'tan Supernatural Biraderler'e kadar uzanan kahraman mitinin orijinal bir halkası. Howard'ın höy höy dövüşen karakterlerinden en karanlık olanı denebilir.

Seri halinde öyküler var, öykü fragmanları var, müstakil öyküler var, hepsinin meselesi doğaüstü ve doğal düşmanlara karşı verilen amansız mücadele. Klasik anlatı biçiminde başlayan öyküler, ortamdaki sorun ve karakterler belirtildikten sonra Kane'in mekana gelip mevzuyu çözmesiyle son buluyor. Bazı öyküler savaşın orta yerinde başlayabiliyor, bazen de hikâyeye Kane tehlikeyle yüz yüz gelmeden hemen önce müdahil oluyoruz. Bu açıdan kuru bir tekrar yok, Howard'ın farklı perspektiflere sahip olması farklı anlatım biçimlerine yol açmasa da anlatımı çeşitlendiriyor.

Birkaç öyküyü anlatayım, sonra Howard ve kitap hakkında bir şeyler yazıp muz yiyeceğim. Çünkü muz dünyanın en süper meyvesidir; tok tutar, liflidir ve lezzetli olmakla birlikte son derece pahalıdır. İki muz 4 TL, o ne lan.

Öyküleri birkaç sınıfa ayırabiliriz, ben ikiye ayırıp yırtayım. Birinci bölümde İngiltere'de geçen öyküler var. İngiltere ve başka uygar memleketler. Buralarda daha çok kılıç savaşlarını izliyoruz, en az Kane kadar güçlü ve hızlı, kötü adamlarla savaşlar var. Umacılar falan da var tabii. Hristiyan mitinden çok ayrı mevzular yok, kadim zamanların büyüleri, yaratıkları ikinci bölümdeki Afrika maceralarında. Aklıma geldi de, cadı avıyla ilgili herhangi bir hikâye de yok. Kane'in yaşadığı 16. yüzyılda kaç bin kadın yakıldı, bir tanecik bahis geçmiyor. Howard'ın kadınları ya çok güçlü ve ortamı dağıtan ya da haksızlığa uğramış ve yardım edilmesi gereken kişiler. Yazarın feminist damarından bahsediliyor, av kolektif bir delilikten ibaret olduğu için bu olaylara değinmemiş olabilir. İkinci bölümdeki öyküler birbirinin devamı niteliği taşıyor. Afrika'nın uygarlaştırılmamış bölgelerinde geçen maceralarda gezegen kadar, hatta gezegenden daha eski ritüeller, inançlar ve büyülü güçlerle girişilen mücadeleler var. 

Yıldızlardaki Kafatasları: İki yol var, biri bataklıktan ve yarı deli bir adamla kuzeninin evi civarından geçiyor. Diğeri düz, sorunsuz bir yol ama köylüler Kane'e bu yoldan gitmemesini tavsiye ediyor. Kane, maceraya susamışlığıyla düz yola giriyor ve biçimsiz bir varlığın saldırısına uğruyor, ağır yaralanıyor ama mahluğun da pekmezini akıtıyor, inancından doğan cesaretin gücüyle. "Zira insanın tek silahı, Cehennem'in kapısına dahi gelse irkilmeyen türden bir cesarettir ve hatta Cehennem orduları dahi karşı duramaz böylesi bir silaha." (s. 10) Sonradan anlaşılıyor ki deli adam kuzenine büyü yapmış, adamın hayaleti de huzur bulmak için adamı arıyor ve o sandığı herkesi öldürüyor. Kane durumu anlıyor ve adamı bir ağaca bağlıyor, hayalet gelip haklıyor adamı. Burada Kane'in ahlaki yargısı incelemeye değer. Adam öleceği için bir müddet pişmanlık duyuyor Kane ama sonuçta diğer yolcuların ölmemesi için iyi bir şey yaptığına karar veriyor. Ölüm, diğer ölümleri engelliyor. Üstesinden gelinebilir bir vicdan azabı.

Kıyametin Sağ Eli: Bir Kane macerasından çok korku öyküsü olarak değerlendirilebilir. Ölüme mahkum edilmiş bir büyücüyü yakalayıp adalete teslim eden adamın yan odasında kalan Kane, gece vakti gelen gürültülerden bir şeylerin döndüğünü anlar ve yan odaya dalar. Kesik bir el adamı öldürür, kane eli hacamat eder ve anlaşılır ki büyücü elini kesmiştir, bizim elemanı öldürebilmek için. Yabancı el sendromu, oldukça garibinden.

Kızıl Gölgeler: 1928'de Weird Tales'ta yayınlanan ilk Kane öyküsü. Bu öyküdeki kimi karakterlere ve objelere başka öykülerde de rastlarız. Zincirin ilk halkası.

Bu öykü medeni dünyalarda başlayıp Afrika'da son bulur. Le Loup -Kurt- denen bir eşkıya, çetesiyle birlikte terör estirir ve bir kıza zarar verir. Kane ortamda biter, ne ki Kurt'u elinden kaçırır ve adamı uzun süre takip edip Afrika'da bulur. Kurt bir kabilenin esas adamlarından biri haline dönmüştür, Kane tek başına üstesinden gelemeyeceği bir mücadeleye girişir ve N'Longa'nın yardımıyla galip gelir. Kara Tanrı'nın esas adamlarından N'Longa sayısız çağı görmüş, dünya kadar eski bir varlıktır, bence başka formlara dönüşebilse de insan suretindedir ve elinde çok, çok eski bir asa vardır, gücünü bu asadan alır. Kane yakalandığı zaman N'Longa, ruhunu başka bir varlığa aktarır ve arkadaşını kurtarır. Sonrasında soluk kesen bir savaşın ardından Kurt cehennemi boylar. Dayanıklılığı sayesinde Kane kazanır ama kötü yaralanır, yine de hayatta kalmayı başarır. 

Kane, N'Longa'nın ödünç verdiği asayı alır, ne zaman sıkıntıya düşse asayı göğsüne koyup uyur, böylece N'Longa'nın ruhani yardımına kavuşacaktır. Bu asadan biraz bahsetmek isterim, kadim bir objedir. Tanrılar kadar eskidir, bir ucu kedi kafası şeklinde yontulmuştur. Kedi hakkında Lovecraft'in Ulthar'ın Kedileri adlı öyküsünden bir alıntı: "Denir ki Skai ırmağının ötesinde uzanan Ulthar'da hiç kimse bir kediyi öldüremezmiş ve ateşin başına oturmuş mırıldayan kediye baktığımda buna gerçekten inanabilirim; çünkü kedi gizemlidir, insanların anlayamadığı tuhaf şeylere yakındır. O, Eski Mısır'ın ruhudur ve Meroe ve Ophir'deki unutulmuş kentlerin masallarının taşıyıcısıdır. Balta girmemiş ormanların efendilerinin akrabası, eski ve uğursuz Afrika sırlarının mirasçısıdır. Sfenks onun kuzenidir ve kedi onun dilini konuşur; ama Sfenks'ten daha kadimdir, onun unuttuklarını hatırlar." Çok mühim bir gereç yani; Süleyman'ın cinleri ve kırk bin çeşit mahlukatı yönetirken kullandığı, Hz. Musa'nın denizi fşırt diye yararken elinde tuttuğu asa. Rivayete göre bu asa, dünyaya dönen Mesih'in ellerinde tekrar yükselecek. Kane'e vahiy inmediği malum, yine de mitsel bir anlatının içinde olduğumuz için bunun gerçekleşip gerçekleşmeyeceğini bilemeyiz, belki henüz zamanı gelmemiştir. En azından bir azizlik ateşlesin kilise. Adam iblis avlayacağım, Tanrı'nı krallığını yayacağım diye canını dişine takıp oradan oraya koşturdu.

Son bir öykü, Gecenin Karanlığındaki Kanat Sesleri. Bu da güzeldi, Gaiman'ın tanrılarla ilgili mevzularında mitle gerçeği kaynaştırmasının temelidir belki. Zamanında memleketlerinden kovulan harpiler, Afrika'nın sık ağaçlıklı yerlerinde yüzyıllar boyunca terör estiriyor. Kane gelip mevzuyu çözüyor ama onlarca insan öldükten sonra. Azabından kuvvet alıyor adam, mazotu azap.

Bir tane daha, hatta iki tane; Asur'un Çocukları ve İçerideki Ayak Sesleri. İkincisinde Araplarla Türkler var, Kane bunların eline düşüyor ve yolda rastladıkları eski bir mezarı açgözlülükle açtıkları zaman dışarı fırlayan kadim iblisi asasıyla alt ediyor. Kane'in gerçekten korktuğu tek yaratık bu öyküde. Bir de insanlığı, aydınlıkla karanlığın savaşını özetleyen pasaj.

"Solomon Kane'in içini bir ürperti kapladı; aşina olmadığı türden bir Hayat'ı görmüş, karşılaşmadığı türden bir Ölüm'le karşılaşmıştı. Aynı Atlantisli Neagiler'in tozlu koridorlarında, korkunç Ölüler Tepesi'nde ve Akaana Diyarı'nda fark etmiş olduğu şey geldi aklına: insan hayatı sayısız varoluşları, dünya içinde dünyaları barındırıyordu ve tek bir varoluş boyutu yoktu. İnsanların dünya diye tanımladıkları gezegen hesaplanamayacak kadar uzunca bir süredir dönüyor, döndükçe de Hayat'ı meydana getiriyordu. Bu hayatta, kurtçuklar gibi kıvranıp duran canlı şeyler de nihayette çürüyüp gidiyorlardı. Hükmü geçen kurtçuk artık insandı... Neden insanoğlu kendisini ve onu tamamlayan diğer canlıların ilk kurtçuklar ya da bir anda tahmin bile edilemeyecek şeyleri hayata geçiren bir gezegendeki son varlıklar olacağını düşünsün ki?" (s. 342)

İlkinde Asurlular tamamen yok edilmemiş, bir grup Afrika'da medeniyeti devam ettiriyor. Kane onlara esir düşüyor bu kez. Bu da ilginç bir konu.

Birkaç öykü daha var, benden bu kadar. Aralarda manzum hikâye türü kısımlar var, keyifli.

Diğer şeyler: Kitabın iki çevirmeni var ve ikisi arasındaki fark çok bariz. İlk birkaç öyküde adeta Dede Korkut okur gibisiniz, masalsı bir dil var. Sonrasında tipik anlatıya dönüyor olay. Bütünlük bozulmuş. Bir de 20 sayfa kadar bir bölüm iki kez basılmış, öykünün ortasında önceki öyküye dönüyorsunuz. Büyük hata. Bunların dışında typo yok denecek kadar az.

Kitapta başka ne var, canım Lovecraft'in Howard'la ilgili bir yazısı var. Howard'ın İrlandalı-İskoç ataları, Piktlere ve Keltlere olan ilgisi, Weird Tales macerası ve yarattığı karakterlerin kökeni, pek çok mevzuyu anlatıyor Lovecraft. Muazzam bir yazı.

Biyografi, fedakarlık ve inancın gücüne bir zeyl. Howard, sağlık durumu her an bozulmaya meyilli bir anneyle doktor bir babanın oğlu. Teksas'ın yedi farklı kasabasında yaşıyor, köksüz. Bu köksüzlüğü annesinin ölümcül hastalığıyla birlikte sonunu getiren nedenlerden biri olacak olsa da öykülerindeki serüvenciliğin kaynağı da olabilir, anlatıcılığını ateşleyen temel sebep. Ataları eski kıtadan gelen ve yolculukları -kendi yaşamında bile hissettiğine göre- hiç bitmeyecek insanlar. Howard çocukluğunda bile hikâyeler uydurup arkadaşlarını hayretler içinde bırakırmış, sanki nesiller boyu süren bir macerayı dile getirir gibi.

"Her zaman, hatta kendimi hatırlayabildiğim yaşlardan itibaren, ekmeğimi yazarlıktan kazanmak gibi bir arzum oldu; bu alanda müthiş bir başarı kazanmamış olsam da en azından son birkaç senedir kısıtlayıcı çalışma saatleri olan bir işte çalışmak zorunda kalmadım. Yazarlık sizi özgür kılar; zaten bu mesleği seçmemin asıl sebebi de bu." (s. 399)

Yaşam ağrısı diyeyim, Howard'ı parlatıp söndüren şey. Çocukluğundan beri içten içe bir uyumsuzdu. Yaşadığı kasaba hakkında söylediği: "Petrol patlamasıyla -altına hücum gibi bir şey- ilgili olarak hemen şunu söyleyebilirim: bu, bir çocuğa Hayat'ın ne denli berbat bir şey olduğunu öğretir." (s. 397)

Okulla ilgili: "Okul yıllarımı hatırladıkça, okuldan daha da nefret ediyorum. Beni bu şekilde hissettiren şey çalışmak zorunda olmam değildi; derslerde aritmetik dışında öğretilen şeyleri anlamakta hiçbir zorluk çekmiyordum. Zaten aritmetiğe yeteri kadar çalışma zahmetine girseydim, bu derste de başarılı olabilirdim. Tarih dersi dışında hiçbir derste sınıf birincisi değildim ama sınıfın sonuncusu da değildim. Genellikle derslerimi geçecek kadar çalışırdım; bu denli tembellik ettiğim için de hiç pişmanlık duymuyorum açıkçası. Ancak asıl nefret ettiğim şey, okulun beni birçok açıdan sınırlamasıydı... her şeyin saati saatine yapılması şartı, sürekli olarak sözlerime ve davranışlarıma dikkat etmek zorunda kalmamdı; belki de en çok birilerinin bana sözünü geçirebileceğini düşünmesi, davranışlarımı sorgulaması ve düşüncelerime karışma hakkını kendinde bulmasıydı." (s. 400)

Sistem rezil, hangimiz böyle hissetmedik? Öğrenciyken okulu nasıl yakmadığımıza şaşardım, öğretmen olduktan sonra öğrencilerin okulu nasıl yakmadığına şaşıyorum. Neyse.

Howard bir konuya ilgi duyduğunda durup dinlenmeden araştırma yaparmış, bunu öğreniyoruz. Bir de "iç içe geçen dönemleri bir arada kullanma fikri" çok ilginç. İnsanlık tarihini tek bir planda görebilmek, çağları birbirine bağlayıp farklı kültürleri öykülere yerleştirebilmeyi sağlıyor. Kazaklar, Keltler, hepsi bir arada.

İntihar... Yaşam, hassas insanlar için işkenceden başka bir şey değil. Howard annesi ölmek üzere olduğunda intihar etse de bunu çocukluğundan beri kurduğunu söylüyor. Sasta annesini üzmeyecek olsa çok daha önce intihar ederdi muhtemelen, Caraco gibi.

"'Yaşlanmak istemiyorum. Vakti geldiğinde ölmek istiyorum; ölümümün hızlı ve ani olmasını istiyorum, hem de gücüm ve sağlığım yerindeyken.'" (s. 408)

Howard, görünüş itibariyle Conan'ı oldukça andıran bir irilikteydi, sporu çok sevdiği için yıllar boyunca boks yaptı, vücudunu sağlamlaştırdı. Beynini dağıttığında sekiz saat daha yaşadı böylece, ardından 11 Haziran 1936'da öldü. 30 yaşındaydı. Atalarıyla birlikte yeşil tarlalarda at sürüyordur şimdi.

Kitap sanıyorum ki ileride nadirleşecek, şimdiden edinmenizi öneririm. Kılıç ve büyü türü anlatıların ilk örneklerinden olduğu için çok değerlidir, biraz olsun fantazya seven herkesin kitaplığında bulunmalı.

Ek: Yeni bir şarkı yaptık, belki hoşunuza gider.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder