12 Temmuz 2017 Çarşamba

Arkadi & Boris Strugatski - Tanrı Olmak Zor İş

Scheler, Hınç. Platon'a göre insan Tanrı olsaydı sevmezdi. Varlığın en mükemmel biçiminin böyle şeylere "ihtiyacı" olmaz. Aristoteles'e göre de Tanrı "seveni harekete geçiren sevilen" olarak görülür. Nesneler harekete geçer, sevilene ulaşmak için çaba gösterip yarışırlar, olimpiyatların ve her türlü politik mücadelenin temelinde bu ulaşma çabası, arzulama vardır. Hristiyanlık bu durumu tersine çevirir, daha aşağı olana duyulan sevgiyi ortaya çıkarır. Düşkünler, pespayeler, kendini feda etme yoluyla sevilirler. Her şey sevgiye layıktır. "Bu yüzden yalnızca pozitif yanlış hareket değil sevme başarısızlığı da bir 'suç'tur. Bu aslında bütün suçluluğun temelinde yatan suçtur." (s. 47) Ressentiment denen nane bu noktada ortaya çıkar; daha iyinin daha kötüye yardımı eksiltici değildir, özgeciliğin fenalığından bahsedebilmek için benliğin kendi değerini bilmemesi gerekir. Yardımlaşmanın zenginlere karşı duyulan hasede dönüşmesi bu bağlamda gerçekleşir. Bireyin kendilik bilgisine sahip olması durumunda bile engellenebileceği birçok yol vardır; toplum, devlet, bir dünya şey.

Anton/Don Rumata'nın Tanrıcılık bunalımlarını incelerken daha iyinin ulaşılabilir konumda olmasını unutmamak gerekiyor ama öncesinde gözlemcilerin rollerinden bahsetmem lazım. Bizimkine benzer şartlarda, insanların yaşadığı başka bir gezegene gözlemci olarak yollanan görevlilerin amacı tarihin kaydını tutmaktır, bu sırada olaylara müdahale etmeleri yasak. Gözlemlenen gezegende Orta Çağ karanlığı hüküm sürüyor, bilim insanları paranoyak yöneticiler yüzünden öldürülüyor. Yanlış anlamadıysam üç bölge var ve bunlar birbiriyle savaş halinde, aralarındaki husumet Dünya tarihindeki olaylarla örtüşen sebeplere sahip. Aziz Mika'nın öldürülmesiyle ortaya çıkan düşmanlık, Akınlar, suikast girişimleri derken bizdeki din savaşlarının, çıkar çatışmalarının yansımalarını görüyoruz. Kaotik, düzeni henüz anlaşılamamış bir yapı. Bizde gelinen son durumda bilgi kayıt altına alınıyor, saklanıyor veya satılıyor, paylaşım yasak. Böyle iş mi olur diyerek bilgiyi bütün insanlığın kullanımına sunmak isteyen genç idealistler devlet tarafından tehdit ediliyor, sindiriliyor veya yok ediliyor. Yanlış bilmiyorsam sosyal bilimlerde böyle bir durum pek yok ama iş teknolojiye doğru kaydıkça denetim mekanizmaları sıkı çalışmaya başlıyor. Denetleme sistemi gezegende mevcut ama bilginin tamamen ortadan kaldırılması yoluyla çalışıyor. Okumayı bilenlerin bile kellesi gidebiliyor, böyle bir despotizm var.

Anton, Pavel ve Anka, bu üçüyle başlıyoruz ve Anton'un Don Rumata kimliğiyle devam ediyoruz. Bu arkadaşların emrinde helikopterler ve çeşitli silahlar var ama acil durumlar haricinde bunları kullanmak yasak. Ne yapıyorlar, soyluların kimliğine bürünerek gözlemliyorlar, bütün olayları bu. Sarayla Boz Milisler arasındaki mücadele ve ittifak, arada ezilen bilginler ve yoksullar, her an ölebilecek olmanın yıldırıcılığı, yakılan kitaplar, kaçak okur yazar avları... Arkanar Krallığı'nın dışındakilerle pek muhatap olmuyoruz, burada gerçekten bir kıyım var. Dünyanın yuvarlak olduğunu söyleyenler darağacına, çarpım tablosunu bilenler darağacına, bilgiye sahip olan herkes darağacına. Tanrıcılık oyunu burada devreye giriyor.

Anton'un hıncının bir hedefi yok. İsrailoğullarının tanrısı felaket saçmada son derece eli açıktı, dedikleri yapılmadığı zaman kafalara taşlar yağdırırdı ve kendince bir adalet anlayışı vardı ama Anton için müdahale etme arzusunun belirli bir hedefi yok. İyiliğin gücünü yıkım yoluyla insanların gözüne sokabilir ama içlerine sokamaz, insanlar o şekilde kurgulanmamıştır. Anton'un sevgisi de bu insanlar için değil, daha iyi bir düzen ve uygarlaşma içindir. Sevgi duyabilme gücüne sahip olsa da görevi ve "kendisinden daha tanrı olanlar" tarafından engellenir, belki de kendi kendini engeller çünkü bir anlamda kendi tarihinin ve atalarının çirkinliğine maruz kalmaktadır. Bir noktadan sonra sadece en iyileri kurtarmaya bakar, nüfuzunu kullanarak bilim adamlarını görevlendirir ve onları tehlike bölgesinden uzaklaştırmaya çalışır. Yahudi bilim adamlarının Almanya'dan kaçırılmalarına benziyor. Bir yandan diğer gözlemciler/tanrılar da kendisini rahatlatmaz, hatta baştaki üç gözlemcinin üç büyük dinin tanrısı olarak sembolize edildiğini düşünüyorum. Anton gördüklerinden son derece rahatsız ve tarihin akışını değiştirmek istiyor, bir diğeri kurbanlar üzerinden oluşan bir sosyal düzene müdahale edilmemesi gerektiğini söylüyor. Aralarındaki çatışmalar da tanrı olmanın zorluğunu gösteriyor, hiçbiri aslında tanrı olmasa da. Kendilerinden önce gelenler daha işlevsel; Dünya'daki koşulları ortaya çıkarmak için aktif olarak görev alıyorlar ve çatışmaları körüklüyorlar. Anton zaten işleyen bir sistemin çarkı olarak kendinde olmayan dişleri de kullanmak istiyor ama böyle bir şansı yok. Başlarda hıncı hedefsizdi ama sonradan insanlara dönüyor, insanlıklarını sorguluyor falan. Şahit olduğu onca barbarlığa karşı akıl sağlığını koruması gerek. En sonunda kendi yaratıcılarını eleştirip deneyi bu insanların üzerinde değil, gözlemciler üzerinde yaptıklarını söylüyor. Gözlemcileri gözlemleyenler... Sevgisi yavaş yavaş yok olduğu zaman suçluluk duygusu artıyor ve görev tanımının dışına çıkarak risk alıyor, çatışmalara katılıp yakalanıyor ama kendisinde görülenden çok daha fazlasının olduğunu sezenler tarafından serbest bırakılıyor. Sevgisi yok oluyor dedim ama doğru değil; küçülttüğü duygularını tek bir insana, tek bir kadına yönelterek insanlığını/tanrılığını unutmamaya çalışıyor. Sevgi varsa suçluluk katlanılabilir hale gelir.

Anlatıya çok girmedim, dünyamızla kurulan bir iki bağlantıyı yazıp bitiriyorum. Anton'un Shakespeare'den dizeler sıkıştırması güzel. Bunun yanında tarih yazıcılığının sadece güçlülerin tekelinde olduğunun Arkanar'da gerçekleşen olaylar çerçevesinde anlatılması da güzel. Budah nam bir bilginin insanoğlu hakkındaki tespitleri de başarılı. "İnsanlar bir birlik olmak istediklerinde kaçınılmaz olarak bir piramit formunda birbirlerine sarılmalıdırlar." (s. 199) Sınıfsal yapıların çıkış noktası. Asıl dikkatimi çeken nokta şu oldu; Budah'la Anton arasında tanrının insanlar için ideal düzen yaratıp yaratamayacağıyla ilgili bir diyalog vardır, konuşmalarda insanın üretim/tüketim bilinci yüzünden tanrının belirgin olmayan dokunuşlarının pek bir işe yaramayacağı anlatılır. Her bir dokunuşun insan tarafından nötralize edileceği, hatta negatif bir sonuca varacağı çıkar, bunun engellenmesi için belki de Tarım Devrimi'ne kadar geri gidilmesi, bir şeylerin farklı yapılması gerekir ama Anton eğer tanrı olsaydı bile bunu yapamayacağını söyler. Hah, kitabın sonunda kardeşlerden biri, kitabın yazıldığı dönemde Kruşçev'in sanatçılar üzerinde kurduğu insanlık dışı baskıyı anlatıyor ve yine de Sovyet Rusya'dan umudunu kesmediğini sezdiriyor. Neden? Kendi kurgularında Anton başarısızlığa -kendi açısından- uğramış ve görevi bırakmışken Sovyet Rusya'dan nasıl bir ilerleme bekleniyordu, kurguyla gerçek arasında bu ölçüde bir benzerlik varken? Belki de gerçeğin kurgudan daha güçlü olduğunu ve her şeyin iyiye gideceğini umdu kardeşler, bilemiyorum.

Başka... Hikâyenin başta eğlenceli bir macera olması amaçlanırken dönemin politik çalkantılarında hedefinden şaştığını öğreniyoruz, daha iyi olmuş bence. Adamlar kitabın basılacağını da hiç sanmıyorlarmış, alttan alta ağır bir şekilde eleştirilen iktidardan sille beklemişler ama kitap basılmış. Galip Tekin'i anacağım, 1980'lerde paşaların oluruyla çıkan dergilerde cuntayı topa tutmak için bilim kurguyu kullandığını söylemiş bir röportajında. Benzer bir durum sanırım.

Tanrı olmak zor, olamamak daha zor. Biraderlerden büyük bir roman.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder