16 Temmuz 2017 Pazar

Fred Uhlman - Kavuşmak

Doris Lessing'in Terörist'inde Lenin'den bir alıntı: "Ahlak, devrime dahil edilmelidir." Milyonları ölüme göndermek kolaylaşır böylece, bağlam kolaylıkla göz ardı edilebilir ve her söz her koşula uydurulabilir. Bunu özellikle uygulamaya geçiren adamları da zirvede görürüz, gerçeği eğip bükerler ve yerlerini sağlamlaştırırlar, günümüzde de argumentum ad verecundiam denen nanenin en güzel örnekleriyle karşılaşırız. Ben film izliyordum ama çoğu insan dün gece televizyonlarında denk gelmiştir.

Arka kapakta Bachmann'dan bir alıntı var, faşizmin iki kişinin arasında filiz verdiğine dair. Tahakkümün aktifliğinin yanında pasif bir yönü de vardır; maruz bırakmanın yanında yoksun bırakma. Yaşamlarının belli bölümlerini belli zamanlarda açıp kapayan insanlardan bahsediyorum. Derinlik kazanan bir ilişki böyle bir şeyi -nispeten keyfiyse daha fena- kaldırmıyor. Dünyalar ayrıldığı zaman bir araya gelmeleri zor, çatlaklar kalır. Ayrıklığın ölçüsünde hissizlik büyür, Hans Schwartz'ın ABD yıllarını bir kalemde geçmesini bu hissizliğe bağlıyorum, en iyi arkadaşı Conrad von Hohenfels'ten kaçınılmaz kopuşu büyük yaradır ve yaralar akışa bırakılarak kapatılır. O da akar gibi yaşamış gibi gözüküyor, ta ki son cümleye kadar.

Ahlak devrime dahil edilmeli. Devrimi kazandığı anlamla düşünmemek gerek, büyük değişimler için kullanabiliriz. Almanya değişmek üzere ve iki arkadaş, hatta Uhlman'ın coşkusuna bakarak söylenebilir ki yaşama aynı noktadan bakarak birbiriyle kopamayacak bağlar kuran iki dost bu değişimin orta yerinde kalarak ayrılığın en acı verici biçimini, severek ayrılmayı tadıyor. Kendilerinden başka iyi bir şey yok ve dünyanın üzerlerine yığdığı onca ağırlığın altından kalkamayacaklar. Konradin'in kimliğini belirleyen aile baskısı, bu -bana göre- köhne kurumun diktatörlüğe giden yolda belki de temel basamak olduğunu gösteriyor. Ön sözde Jean d'Ormesson şöyle diyor: "Fred Uhlman'ın kitabında muhteşem ve eşsiz olan, insanın rezilliğinin, aptallığının ve zalimliğinin, izzetinden ve dürüstlüğünden ayrı düşünülemeyeceğini göstermesidir." (s. 11) İkili ilişkilerden toplumun tamamına yayabiliriz bu düşünceyi. Aynı şekilde boyun eğmeyi de araya sıkıştırabiliriz; Konradin Hans'ın evine ilk kez geldiğinde Hans'ın babasının davranışları mesafeyi belirler, Konradin'in karşısında topuklarını birbirine vurarak selam vermesi ve çocuğun tarihe mal olmuş atalarına gösterilen abartılı saygı sınıfsal bir ayrımı ortaya koyar. Hans bu duruma düştüğünü ilk kez gördüğü babasından utanır ve babasının davranışlarına bir anlam veremez. Konradin bir dost olarak oradadır, yaltaklanma derecesinde saygı duyulacak bir soylu olarak değil. Dostluğun saf doğası yara alır, dünyevi işler araya girer ve Hans'ı da zehirlemeye başlar. Çocuk kendi ailesinin de soylu olduğunu, en azından Württemberg'in tarihinde önemli bir yeri olduğunu düşünerek statü eşitlemeye girişir. Bu sadece bir örnek ama hikâyeye gireyim biraz.

Hans on altı yaşında, koleksiyon yapan ve edebiyatla ilgilenen bir çocuk. Durağan bir hayatı var, sınıfa yeni bir öğrenci gelene kadar derslere pek ilgi duymuyor, kurduğu dünyada yaşıyor. 1932, Hitler'in palazlanmaya başladığı yıllar, genel seçimleri o yıl kaybetse de kısa bir süre sonra bu etkileyici ve garip adamın rehberliğinde toplumsal bir cinnet ortaya çıkacak ama tehlike pek o kadar yakın değil. Sınıf kırk kişi, on yıl içinde Rus bozkırlarında ve Alameyn çöllerinde ölecek çocukların sırtlarını görüyor Hans. O sırada sınıfa yeni çocuk, Konradin giriyor ve ilgi kaynağı oluyor, ailesi çok ünlü ve saygı duyulan bir aile. Kliklerin çocuğa yanaşmaları hüsranla sonuçlanıyor, seçkin çocukların şaşıracağı bir şekilde Hans'a yanaşıyor Konradin. Hans'ın babası Yahudi bir doktor, dedeler haham, bu altın saçlı çocukla konuşmaya çekiniyor Hans, arada büyük bir uçurum olduğunu düşünüyor ama Konradin için bu pek önemli değil, o da yalnız bir ruh. Hans, Konradin'in ilgisini çekebilmek için derslerde büyük bir başarı göstermeye başlıyor ve Goethe, Schiller gibi mühim adamlar hakkındaki bilgisini derinleştiriyor. Sonuç olarak konuşmaya başlıyorlar ama Hans hâlâ çekiniyor, Yahudiyle takılmaması gerektiği konusunda Konradin'in uyarıldığını düşünüyor. Bu Yahudi-Hristiyan davası bitecek gibi değil; Yahudilerin suçluluk duygusuyla Hristiyan cengaverlerin peygamber kaynaklı intikam duygusu birleşince pek güzel manzaralar çıkmadı ortaya, ne biçim kan döküldü, dökülmeye de devam edecek. Dinlerin belli açılardan rezalet olduğunu düşünüyorum ama insan çok daha kötü. Meh, yapabileceğimizin en iyisi bu.

Konradin'le Hans Hölderlin okuyorlar, yorumluyorlar, başka birçok şair üzerinde kafa patlatıyorlar, uzayın ve yaşamın ne olduğu üzerine düşünüyorlar, sorular soruyorlar. "Bu sorular, Hitler ve Mussolini gibi geçici ve anlamsız kişilerin varlığından çok daha önemli, gerçek ve ebedi anlamı olan sorular gibi geliyordu bize." (s. 41) İş Tanrı mevzusuna gelince Hans'ın çekilen onca acıya karşı Tanrı'nın sessiz kalmasını kabullenemediği, Tanrı'nın hiç var olmadığı ya da insanları sallamadığı yönündeki fikirlerine Konradin'in cevabı biat oluyor. Bu sorular tarih boyunca soruldu ve cevapları çok bilge kişiler tarafından verildi. "Biz de onların bilgeliğinin bizden üstün olduğunu kabul etmeli ve tevazuyla itaat etmeliydik." (s. 45) Düşünceye ket vurulmasına geliyoruz bu kez; fallacy denen herzeler yüzünden mantığa dayalı argümanlar yine mantık dışı biçimlerle doğruluktan sapabilir, hatta bu yanlışların peşinden milyonlarca insan gidebilir, hatta bu insanlar birbirlerini öldürebilir. Bir milyon ölü için acı çekilemez, bu sorumluluktan kurtulmak da kolay. Her neyse, Konradin boyun eğicidir ve bir din aliminden öğrendiği cevabı tekrarlar. İyilik ve kötülük vardır, iyiliğin değerinin bilinmesi için kötü şeylerin varlığı kabul edilebilir. Konradin birkaç yıl sonra başlayacak deliliğe zihnen hazırdır.

Hans'ın babası agnostik, annesi de babasıyla uyumlu, bu yüzden çocuğun dini bir yükümlülüğü yok ve özgürce düşünebiliyor. Konradin için işler bu kadar kolay değil; Hans'ın evine her hafta gitmesine rağmen kendi evine davet edemiyor arkadaşını. Hans'ın içine dert oluyor bu, madem o kadar yakınlar, neden eve davet edilmiyor? Konradin her şeyin farkında tabii ama aile ve çevre faktörü yüzünden Hans uzunca bir süre Konradin'in evine giremiyor, girdiğindeyse evde anne ve baba yok. Üstü kapalı, konuşulmayan bir sıkıntı bu ama dert etmiyorlar, arkadaşlıklarına devam ediyorlar, ta ki konser gecesine kadar. Bildiğimiz hikâye; Konradin Hans'ı önce görmezden gelir, sonra şöyle bir selam verip annesiyle babasının yanında bir rockstar gibi yürüyüp gider. Ertesi gün Hans ne ayak olduğunu sorar, arada kalmanın stresinden kafayı yemesine ramak kalan zavallı Konradin olduğu gibi konuşur. Annesi Yahudilerden iğrenmektedir ve Yahudi çocuğunu evde görmek istemez, Konradin'in her türlü olumlu girişimini, Hans'ı öven sözünü bertaraf eder.

Araları bozulur, Hitler diktası ağırlığını koyar ve sokaklarda Yahudilere karşı bir nefret dalgası doğar, sınıfındaki çocuklar Hans'ı dışlar ve dövmeye çalışır, ülkeden defolup gitmesini söylerler. Öğretmenleri duruma güler ve bu defolup gitmenin dostça bir tavsiye olarak görülmesini isterler. Hans'ın babası gitmeyi bir an bile düşünmez, atalarının birlikte doğup büyüdüğü bu insanların elbet bu çılgınlıktan kurtulacağını düşünür, sonuçta o da Yahudi olarak değil, Alman olarak görmektedir kendisini. Etraflarındaki Yahudiler yavaş yavaş arazi olur ama onlar kalır, ta ki sınıftaki arbedeye kadar. Baba, Hans'ı ABD'ye yollar, geçici bir süreliğine, durumlar toparlanana kadar. Gitmeden önce iki mektup alır Hans; biri Konradin'den, biri sınıftaki zorbalardan. Zorbalarınki şöyle başlıyor: "Küçük Yahudi - sana veda ediyoruz / İshak ve Musa'ya cehennemde katılasın" (s. 92) Konradin'inki daha acı; Hitler'in Aryan yükselişini başlattığını ve Yeni Almanya'nın eskisinden çok daha iyi olacağını söyler. Tanıdık geliyor mu bir yerden? Sonrasında bir veya iki yıl Yeni Almanya'da Hans'a yer olmayacağını ama sonrasında geri dönmemesi için hiçbir neden olmadığını söylüyor.

Şu filmi izlemenizi tavsiye ederim. Hayatımda izlediğim en korkunç filmdir. Filmin adının altında mevzu birkaç kelimeyle anlatılıyor ama yetmez, böyle korkunç bir uygulamanın nasıl kabul edildiğini görmek lazım. Konradin'i burada, içinde hâlâ bir parça iyilik kalmış adamlara benzetiyorum. Öngörüleri örselenmiş adamlar bunlar, sadece görmek istemedikleri için oradalar ya da. Konradin on altı yaşında bir çocuk, suçlanabileceği pek bir şey yok ama bu ortada bir suç olmadığı anlamına gelmiyor.

Hans ABD'de Harvard'a girip hukuk okuyor ve belli bir ölçüde maddi refaha kavuşuyor. Tek bir isteği var; şiir kitabı yazmak ama yazamıyor ve başarısız bir insan olduğuna inanıyor. Sub specie aeterniatis, sonsuzluğun bakışı altında istisnasız herkes bir hayal kırıklığı. Kimileri bununla baş edebilir, bunu özümseyerek yaşamına devam eder ama Hans'ın anne ve babası için iş bu şekilde yürümüyor ne yazık ki. Bir gün muayenehanesine Yahudilerin ne kadar aşağılık olduğuna dair bir yazı asılıyor, adam da eve gidip subay üniformasını, madalyalarını takıp geliyor, yazıyı asan Nazi'nin yanında duruyor. Kimse bir şey diyemiyor, Nazi'yi yuhalayarak kovuyorlar. Birkaç gün sonra baba gazı açıyor ve ölüyorlar. Bu kadar. İyi ki sonra olanları görmüyorlar, Hans'a koca bir geçmişi unutturan şeyleri.

Sonuna hiç değinmiyorum, kalpte bulanık sudur. Tavsiye ediyorum, okunmalıdır, bu kadar ayrıştırılmışken bu hikâyenin pek uzağında değiliz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder