23 Temmuz 2017 Pazar

Kobo Abe - Kumların Kadını

Beton Ada'nın kaçışsız köşelerinde bir adam duvarlara adını yazıp birileri tarafından görülmeyi umuyor, yerleşmemiş toprağın kaymasıyla tırmandığı doruktan aşağı düşüyor ve düştüğü yerde geçmişini tekrar tekrar kurgulayıp çıkmasını sağlayacak bir güç bulmaya çalışıyor. Kişinin kendisini yenmesini sağlayacak bir süreç için nelerden vazgeçilebilir? Alışkanlıklar? Bilinenin konforu? Yaşamın biçimlenebileceği sayısız olasılıktan korkmak doğal bir şey, şehir değiştirmek gibi. Üstesinden gelinebilir, eğer bırakıp gitme özgürlüğü orada bir yerde duruyorsa. Nöbetteyiz, önümüzde bomboş bozkır uzanıyor, daha da iki saat dikileceğiz orada. Bir nimettir; görevin yerine getirilmesinin saadeti günlerin aynılığını katlanılır hale getirir. Kapanmaz bir yaradır; insan kendiyle kalamadığı için, istediği zaman gidemeyeceği için elindeki silahta mermi olmasını umar. Gidememeye yol açan şu duvar, şu dikenli teller, şu erk sahipleri namlunun ucuna yakışır. Bundan sonra kalmak isteyenlerin huzuruna göz dikilir. Kabullendikleri için aşağılıklaşırlar, birkaç kurşun onlara. Gidenlere de tabii. Tellerin ardındaki otoyoldan hızla geçen arabalar kaza yapsın, yukarılardaki uçak düşsün, dünyayı döndüren her şey dursun, burada unutulmuş bir acı çekiliyor ve bu acı dünyanın tamamını kapsıyor, her şey her yerle bir oluyor, bu nasıl oluyor? Durduğum yerde kalbim sökülüyor ve onca şeyin bundan haberi yok, bir tek şu ağaç biliyor, bastığım toprak biliyor, otobanın arasında kalmış beton ada biliyor, kendine sığıştırmak isteyen kumlar biliyor. Onların bildiğini bildiğimiz sürece, başka bir kendiliğe yürüyemediğimiz sürece kurtulamayacağız.

"Cezası olmadıkça, kaçmanın da zevki olmaz."

Epigraf. Ölüme varacak bir kapalı devre. Bilinmeyenin korkusu, kaçmanın/gitmenin cazibesiyle çatışır. Bir daha gidemeyecek olmanın korkusu daha büyük, ölümden önce son bir çıkış olmayabilir. Kafka'nın karanlığındaki her boşluğu kumlar doldurmuş. Tırnak aralarını temizlemek, bütün bir köyü kumdan temizlemek kadar büyük bir iş, büyük olduğu kadar anlamsız. Yaşam ne kadar kapansak da bir çatlak buluyor ve içeride birikiyor. Kendiliğin sonsuz çeşidinden ve dışarıdaki fırtınadan hiçbir zaman kurtulamayacağız. Kumlar bunu çok iyi biliyor, bütün açıklarımızın farkında.

"Bir ağustos sabahı bir adam ortadan kayboldu." (s. 9) S. istasyonundaki görevli adamı çok iyi hatırlıyor. Hayır, onu bir daha hiç görmemiş. Evet, üzerinde böcek toplamak için gereken aygıtlar varmış. Koskoca bir yetişkin neden bir anda böcek toplamak ister, kimse anlamadığı için psikolojisinin bozuk olduğuna karar verilmiş ve kanunlar uyarınca kayboluşunun üzerinden yedi yıl geçer geçmez resmen ölü ilan edilmiş. Bir şey fark etmemiştir belki. Joyce Vincent'ın hikâyesini biliyor musunuz? Gerçeğin kurguya en çok yaklaştığı hikâyelerden biridir. Bu vakadan yola çıkarak Saki'nin Lady Anne Susuyor nam öyküsünü de okumanızı tavsiye ederim. Aradaki ince çizginin ortadan kalktığı nadir örneklerden biri. Neyse, adamın böceklere duyduğu tutku hiçbir canlının hayatta kalamayacağı ortamlarda yaşayabilmelerinden, uyum sağlama yeteneklerinden kaynaklanıyor. Beton Ada'da Maitland'ın kazayı bilerek yaptığına dair duyduğu kuşkunun bir benzeri bu adam için de söylenebilir, belki de dönmemecesine gitmiştir ve henüz bunun farkında değildir. Hayranlığının etkisi çok güçlü olduğu için dönmeme fikri aklına gelmiyor ama çöldeki habitata uyum kurma fikri onu heyecanlandırıyor. Kum dinlenmiyor, sürekli bir akış halinde ve çölün kendine özgür bir ekolojisi var. O bunun bir parçası olabilir mi yoksa sadece bir gözlemci olarak mı kalacak? Karar ona bırakılmıyor, kumların arasındaki bir köye düşüyor. Yaşamın sürdürülebilir kümesi. Av için tuzak. Kumların ötesinde hiçbir şey yok, avcı köylüler yakaladıkları yeni insanı orada tutmak için pek bir şey yapmıyorlar, köyün ayakta kalması için yapılması gerekenler, gündelik yaşamın getirdiği görevler örümcek ağı gibi sarıcı. Adam diğerlerine uyum sağlamamayı, evine düştüğü kadınla çekişmeyi ve hiçbir şeye dahil olmamayı bir çözüm olarak görse de her kaçış teşebbüsü, kaçtığını zannettiği özgürlük anlarının geçiciliği karşısında hüsrana uğradıkça kumların içine dolmasına müsaade edecek.

Kumla şekillenmiş bir yaşam. Köyde bir an bile boş durmak yok, bir gün temizlenen onca kum ertesi gün rüzgarla tekrar geliyor ve bu temizlik her gün, her gün yapılıyor. Kumun üzerinde yüzen gemi imgesi beliriyor adamın kafasında, evler de kumda yüzebilir, hiçbir şey sabit kalmak zorunda değil, her şey hareket edebilir, değişebilir, yok olabilir ve yeniden belirebilir. "Akan evler, şekli olmayan köy ve kasabalar." (s. 36) Bu akışkanlık kendini konumlandırmaya çabalayan insan için büyük işkence. Adam gerçek kişi; nüfus kaydı, ödediği vergileri ve sair özellikleriyle, hatta iş arkadaşına dair anılarıyla toplumda yeri olan bir insan ama bilmediği bir tuzağa yakalandığı zaman, içinde doğup büyüdüğü toplumun normlarından uzaklaştığı zaman böcekten farksız hale geliyor. Uyum sağlama aşaması, avdan avcıya dönüşüp dönüşmeyeceği çatışmanın temelini oluşturan unsur. Cumpei Niki, bir böcek. 31 yaşında. Öğretmen. Tuzaktan kurtulmak için çabalıyor ve kendini kaybettiği oluyor; evinde yaşadığı ve avcı böceğe benzettiği kadına bağırıp çağırdıktan sonra yemek isteyip istemediğinin sorulması, hiçbir şey olmamış gibi sorulması, sanki tuzağa düşürülmemiş, kendi isteğiyle oradaymış gibi sorulması... Kadınla seviştiği zaman tuzak tamamlanır, kaçmanın büyüsü varlığını sürdürse de kumdan kurtulma çabası ötelenebilir hale gelir. Kimlik üzerine düşünüldüğünde geçmişin pek de tatmin edici olmadığı fikri doğar, öğretmen arkadaşla konuşmalar akla gelir.

"(...) ─ Bıraksanız bir tane tebeşir kutusu bile yapamayız ya...
─ Tebeşir kutusu konusunda haklısınız. Ama öğrencilerin, kim oldukları konusunda gözlerini açmalarını sağlamak bile yeterince yaratıcı değil mi?
─ Sayemizde, yeni acıları yaşamak için gerekli yeni duyguları zorla öğreniyorlar." (s. 82)

Belki de akışın getirdiği kendiliğinden yenilik gereklidir. Cinsellik de bu bağlamda ele alınır. Karanlıkta bırakılan noktalar çekiciliği sürdürür, kontrol edilemeyen arzu iktidarın varlığını tehlikeye atar. Kadının adam üzerindeki etkisi bu noktadan doğar, denetimsiz görünen bir isteğin doğurulması. Erkeğin kendi arzularını hissetmesi, dışarıdan bir bakışla farkına varması sağlanır. Kadın için de aynısı geçerlidir, böylece "karşılıklı aynalara yansıyan cinsel ilişkinin sınırsız bilinci" ortaya çıkar. Arzu doyurulur ama daima açtır. Döngü sürer. Hiçbir şeyin ortasında bir asker, kalede düşmanları bekliyor. Ufukta tozu dumana katan orduyu görünce alarm veriyor ama yardıma gelen kimse yok. Tek saldırıda devrildikten sonra hiçbir engelle karşılaşmadan geçip giden düşmanların ardından baktığında kendinden başka kimsenin orada olmadığını görüyor, kale de yok, hiçbir şey yok. Bir hayali koruyan asker, Tatar Çölü bu açıdan da okunabilir mi? Kum bu; gerçekliği büken bir gerçek. Satılabilir olması rüzgarda savrulup geri gelmesine engel değil, köylüler kumu satıyor ve yapı malzemesi olarak kullanılmasına ses çıkarmıyor. Barajlar, binalar kolaylıkla yıkılabilir ve vicdan buna elverebilir, eğer köylüler kendileri de terk edildiklerini düşünüyorlarsa. Öç, diğerlerini umursamamak demektir.

Son. "Buradan nasıl kaçacağını ertesi gün de düşünebilirdi." (s. 172) Biraz araştırdım, Ballard'ın Abe'den esinlendiği birçok kaynakta söyleniyor. Maitland'ın son düşüncelerinin adamımızınkilere benzemesi anlaşılabilir hatta denebilir ki Ballard, Abe'nin anlatısını Londra'ya uyarlamıştır.

Abe Kobo mu, Kobo Abe mi bilemiyorum ama bu adamın bütün kitapları Türkçeye çevrilmeli.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder