5 Şubat 2014 Çarşamba

Ray Bradbury - Resimli Adam

"Vücudunun öteki bölümlerine gelince; nasıl oturup da seyrettiğimi anlatamam. Çünkü bu vücut insanların, dağların, roketlerin bir başkaldırısıydı. Öylesine karmaşık ayrıntılar ve renklerle oluşmuştu ki bu vücutta yer alan kalabalıkların küçük, sessiz mırıltılarını duyabilirdiniz. Derisini şöyle bir oynattığı zaman minik ağızlar kıpırdıyor, küçük, yeşil ve altın renkli gözler kırpışıyor, mini mini eller çırpınıyordu. Sarı çayırlar, mavi ırmaklar, dağlar, yıldızlar, güneşler, gezegenler, adamın göğsünde uzanan samanyolunu bile dolduruyordu. Midesinin üzerinde olduğu gibi bileklerinde, böğürlerinde, sırtında, omuzlarında, kollarında yirmiden çok garip insan kümeleri vardı. Onları kıl ormanları içinde, çillerden oluşmuş birtakım yıldızın arasında bulabilir ya da koltukaltı mağaralarında elmas gözlerin parıldadığını görebilidiniz. Her biri eylemini gerçekleştirmeye niyetli, her biri ayrı bir portreler galerisi..." (s. 9)

Binbir Gece Masalları gibi bir başlangıç; hikâyeleri anlatacak olan karakteri tanıyoruz ve ardından onca hikâyenin arasında kayboluyoruz. Resimli Adam'ın anlatacağı çok şey var, dövmeleri hayat buluyor ve her biri değişik biçimler alıyor, devingen bir vücut. Sonsuz hikâye çıkar buradan.

Bendeki baskı bu. Kemal Bek çevirmiş. 1991 tarihli ilk baskı, Yılmaz Yayınları. Bu tür yayınevleri uzun ömürlü olmuyor ne yazık ki, kim bilir kaç tane vardır bilimkurgu basıp da kepenkleri kapatmak zorunda kalan. Don Kişotluk bu.

Usanana kadar hikâyeleri ayrı ayrı anlatmak istiyorum, her biri ayrı bir insanlık eleştirisi. Lem, Bradbury, PKD gibi yazarları tür içindeki diğer yazarlara oranla daha çok seviyorum; gezegenler, uzay gemileri, asırlar sonrasının dünyaları, hikâye ne şekilde işlenirse işlensin metnin altında bize dair her zaman eleştiri okları gizli.

Kitabı okuyalı iki ayı geçti, bazı yerleri yanlış hatırlayabilirim, sıkış yapabilirim, affola.

Çayır: Çocukları için her şeyin en iyisini alan ebeveynler bir noktada kontrolü kaybediyor, çocuklarıyla pek ilgilenemiyorlar ve veletler de kendi dünyalarında yaşamaya başlıyorlar. Çocukların çok acımasız olabilecekleri malum, ahlak ve sevgi kavramları beyin gelişimine paralel olarak o yaşlarda tamamlanmadığı için her şeyi yapabilirler. Bu çocuklar da yapıyor.

Çocukların böyle bir aletleri var, hayal güçlerine göre böyle ortamlara geçirebiliyor. Anneyle baba, bu aleti yasaklamaya çalışıyor, çok vakit geçiriyorlar çünkü bununla. Çocuklar sinirleniyor, sonra kabul ediyorlar. Bir gün ailelerini odaya kilitleyip safariye çıkarıyorlar. Gezinti güzel, aslanlar gelene kadar. Aslında aletin tam olarak bir gerçeklik yaratma özelliği yok ama çocukların düşünce şekilleri mi artık, nefretleri mi, her neyse, anneyle baba bir anda Afrika'nın orta yerinde buluyorlar kendilerini. Teknolojinin hayatları ele geçirmesini eleştiren, kitaptaki ilk hikâye bu, bunu seven kitabı elinden bırakamaz zaten.

Çiçek Dürbünü: Bu da ilginç; bir mekikte patlama oluyor ve birkaç astronot uzaya saçılıyor. Kimi bir gezegene doğru gidiyor, kimi uzayın derinliklerine doğru. Telsiz bağlantıları var, konuşabiliyorlar. Uzayda bir çöpmüş gibi sürüklenirlerken. İşin kötüsü bu telsizi kapatamıyorlar. Birkaç saatlik ömürlerinin kaldığını bilen adamlardan bazıları çıldırıyor haliyle, sonra çaresizlikle birbirlerinin kirli çamaşırlarını ortaya dökenler, birbirlerine hakaret edenler falan, gırla. Yalnızken ve çaresizken insan en yırtıcı, en tehlikeli hayvan haline geliyor.

Finali kes:

"'Atmosfere çarpınca bir göktaşı gibi yanacağım. Acaba,' dedi, 'beni kimse görecek mi?'

Kent dışında bir yolda, küçük bir oğlan göğe bakarak çığlık attı:
'Bak anne, bak! Kayan bir yıldız!'
Illionis'in akşam karanlığı içindeki göğünde, parlak, ak bir yıldız kaydı.
'Bir dilek tut,' dedi annesi, 'bir dilek tut!'" (s. 42)

Öteki Elin Kozu: Willie, ailesi ve diğerleri, Mars'ta kendi düzenlerini kurmuş siyahi insanlardır. Bir gün beyazların Dünya'dan geleceklerini duyarlar. Willie, siyahlara yaptıklarından ötürü beyazlara çok kızgındır, ne hakla Mars'a geldiklerini sorar etrafındakilere ve zamanında beyazların aşağılama amacıyla yaptıkları olayların aynısını yapar. Sonra beyazlar gelirler, boku yediklerini, Dünya'nın yaşanamayacak bir yer haline geldiğini söylerler. Mars'ta yaşamak için yalvarırlar hani, o derece çaresizdirler. Willie önce halkı galeyana getirmeye çalışır, sonra düşünür: "Tanrı bunu başarmamızı sağladı. Artık başımıza ne gelecekse, herkesin başına da aynı şey gelecek. Aptallık dönemi sona erdi. Aptallık etmemek zorundayız. Adam konuşurken anlamıştım bunu. Beyaz adamın, şimdi, bizim her zaman yaşadığımız yalnızlığı yaşamaya başladığını anladım. Yıllarca bizim yersiz yurtsuz kaldığımız gibi, şimdi o da yersiz yurtsuz. Şimdi her şey eşit. Yeniden başlayabiliriz, hepimiz aynı düzeyde..." (s. 59) Bundan güzel bir ırkçılık eleştirisi okumadım ben, işte gerçek bilimkurgu bu be. Aşırı keyif alıyorum böyle metinlerden.

Usandım dsfd. Ya bu sadece üçü, on beş tane daha var böyle şahane hikâyelerden. Eşini ve çocuklarını seven bir adamın uzay mekiği hurdası alıp yaptığı güzel sürpriz, Venüs'ün durmadan yağan çıldırtıcı yağmurundan kurtulmaya çalışan adamların mücadeleleri, bir dünya mevzu. Bu Venüs olayı işleniş açısından çok farklı olsa da yaşam mücadelesi açısından Lovecraft'ın Eryx'in Duvarları İçinde adlı hikâyesini anımsattı, belki Bradbury kendi üslubuyla Lovecraft'ı anmıştır.

Nefis nefis, kaçırmayın. Kitabı okurken arkada Ayreon dinleyebilirsiniz, epey bir zamandan sonra hatırlayıp dinledim ben de. Eski şarkılar, eski dostlar.

2 yorum:

  1. Kitaplarınızı çok büyük bir zevkle takip ediyorum. Siz hep yazın, bizlerde takip edelim sizi. Çok teşekkürler, emeklerinize.

    YanıtlaSil
  2. Çok teşekkür ederim, okuduklarımızı unutmamalıyız. :j

    YanıtlaSil