5 Ağustos 2014 Salı

H. G. Wells - Dr. Moreau'nun Adası

İnsan çok acayip bir şey, biliyorsunuz. Onca hormon, güdü, duygu falan derken oho, şamata gırla. Buradaki mevzular teknoloji, iktidar ve başka bir sürü şey. İnsan bir curcunadır.

Charles Edward Prendick, kimi coğrafyalarda anlatıcı da denebilir, amcasının başından geçen bir mevzuyu anlatıyor. Bir gemi kazasında ortadan kaybolan Edward Prendick'in kayboluşu ve ortaya çıkışı arasındaki zamanda geçen serüven, insan olmanın nasıl sıkıntılı bir şey olduğunu anlatacak okura. Olay örgüsü tipik Wells anlatısı aslında; orada olmaması gereken bir adam, gizemlerin açığa çıkması/çıkarılması ve kurtuluş. Bir de hafiften tezli bir roman. Wells, hayvanların kesilip biçilmesine karşıymış, bilimsel amaçlar güdülse bile. Metinde bunun biraz geliştirilmiş haline cephe aldığı açık. Geliştirilmiş halinin ne olduğu kapaktan belli. Bence kapak başarısız. Oğlum biraz gizem olsun, mevzu direkt kapağa konur mu?

Neyse, amca Edward anlatıcı rolüne bürünüyor ve başından geçen olaylara girişiyor. Bindiği gemi battıktan sonra Moreau'nun adamı olan ayyaş Montgomery'nin bulunduğu başka bir gemi tarafından kurtarılıyor. Bu geminin kaptanıyla Montgomery arasında büyük bir nefret var. Kaptan, Montgomery'nin yardımcısını sevmiyor, korkuyor hatta. Belki de insan gibi davranmasına rağmen pek başarılı olamadığını fark edip tiksinti duymaya başlamıştır, öyle bir şey olsa gerek. Replikalarına karşı insanın bir nefret duyması ilginç bir şey aslında. Bize özgü bir bencillik olsa gerek. Biz insanız ve bizi ne kadar başarıyla taklit ederseniz edin, bizden biri olamayacaksınız. Gibi.

Neyse, Moreau ve Montgomery'nin yaşadıkları adaya geliyorlar. Montgomery Edward'ı istemiyor. Kaptan da Edward'ı istemiyor. Edward kendi çabalarıyla yola devam etmeye çalışırken geberecek gibi oluyordu galiba, Montgomery alıyor bunu yanına. Zorunluluktan.

Moreau ve Montgomery doktor, Moreau'nun bazı çalışmaları yüzünden kötü bir şöhreti var, inzivaya çekilip araştırmalarını Pasifik'teki bir adada sürdürmeye karar vermiş. Montgomery ayyaşı da bunun peşinden. Adadaki 10. yılı. Edward'la kıyıya çıkarken yanında bir sürü tavşan var, adanın doğal ortamına salıp çoğalmalarını ve besin kaynağı olmalarını sağlayacak. Adada başka hayvanlar da var, ne kadar hayvan denebilirse onlara.

Edward bir zaman parçalanmış bir tavşan görüyor, ardından takip edildiği hissine kapılıyor. Gerçekten de bir şey kovalıyor onu, zorlukla kaçıyor. Sonra iki çatlak profesörün hayvanlarla yaptıkları deneylere şahit oluyor, hayvan-insanların çığlıklarını falan duyuyor ve bir odaya kapatıldığı için kobay gibi hissediyor ve uzuyor oradan. Eh, mevzu bundan sonra başlıyor.

Moreau, Edward'ı geri dönmesi konusunda ikna etmek için konuşurken mevzuları anlatıyor. Şöyle; acıyı yok edip yapay bir insanilik yaratmak. Hayvanları açıkçası kesip biçerek insanlaştırma çabası. Elbette isyan çıkıyor ve iki doktorumuz insanlaştırılmaya çalışılan hayvanlarca öldürülüyor. Wells'e göre "ayağına insanlık prangası takılmış hayvanlar" (s. 162) öze dönüyor ve Moreau'nun koyduğu Kanun'a, Acılar Evi gibi soyut cezai engellere rağmen, eh, hayvan hayvandır arkadaş. Moreau, yapabildiği için tanrılığa soyunur bir bakıma. Kendi yarattığını düşündüğü kullarına ödül ve ceza sunar, onlara karşı müşfik ve zalimdir. Olay hayvanlar için daha zor aslında, yaratıcısını sezen insanın zaman zaman hissedebileceği korkunç yalnızlık belki üstesinden gelinebilir bir şey, ama yaratıcısı somut bir şekilde karşısında duran insanlaşmış hayvanların daha ne olduklarını bile bilmemesi, yani insanın kendini arayışından -bence- daha derin bir mevzu olan biçimsizlik diyeceğim, gerilemeye yol açmayacak da ne olacaktı? Biz cenin pozisyonunda uyuruz, insanlaşmış hayvanlar kendi doğalarını hatırlayıp eski tanrılarını parçalar. Özgürlüğün yolu parçalanabilecek bir tanrıdan geçiyordur belki.

Böyle. İktidarla, babalıkla belki, çoğunlukla toplumla ve en önemlisi insan olmayla ilgili güzel bir mevzu. Tavsiye ederim. Şunları da tavsiye ederim:



Cessie: Playlist bizim işimiz, istersen beş dakikada hazırlanır, hemen teslim edilir. Hanımların dikkatine, overlok makinesi ayağınıza geldi.

2 yorum:

  1. Yeni şarkıları görünce bi' gözlerim parladı, yazının sonundaki notu görünce de neredeyse doldu ulan! Çok salak ağlak bir dönem geçiriyorum *.* Bi mutlu oldum.

    Kitap ilginçmiş ama anlamadım hiçbir şey. Başım ağrımadığında bu yazıyı bir daha okuyacağım.

    <3 <3 <3

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Kafam yerindeyken bir daha okudum yazıyı. İlginç kitap gerçekten. Okurum bulursam.

      "Özgürlüğün yolu parçalanabilecek bir tanrıdan geçiyordur belki."
      Şiir gibi konuşmuşun yine :)

      Sil