24 Ocak 2017 Salı

Maja Beutler - Flissingen Haritada Yok

Bir kere basılmış. Sahaflardan ve malum siteden edinebilirsiniz. Yazarın başka kitabı çevrilmemiş, Yıldız Ecevit'in ön sözünden yola çıkarak söyleyebilirim ki büyük kayıp. Sözcüklerin bazı anlamlara gelmemesi, iletişimsizlik gibi meselelerden Pirandello hassasiyetine yakın bir anlatı dünyası kurulduğunu düşünüyorum. Yayınevleri, çevirmenler göreve.

Yine aynı ön sözde yazarın 1968'den sonra ortaya çıkan nispeten özgürlükçü ortamda feminist yazarların da kendilerini gösterdikleri söyleniyor, bunlardan biri Beutler. "Beutler'in yapıtlarında egemen anlatım tutumunu, insanın kendisine ve çevresine karşı geliştirdiği eleştirel bilinç belirliyor." (s. 8) Meselesi bariz bir yazar Beutler; birey-toplum ilişkisinin çıkmaza girdiği noktaları, bireyin toplumsal yapılar karşısında önceden belirlenmiş koşullar altında verdiği tepkileri inceliyor. Kurmacasında iç içe geçmiş anlatılar, bireysel ilişkilerin sözcük yığınları karşısında iletişimin sekteye uğramasının güzel bir yansıması. Pirandello'dan bir bölümle karşılaştırma yapacağım, ilk alıntı Beutler'dan: "'Artık sağlığına kavuştun' diyorsun sürekli; ben de sana, 'Evet, artık sağlığıma kavuştum' diyorum. Ama tümceler bizi taşımıyor, başaramıyoruz. Birbirimizin yanısıra uzanıp susuyoruz. Gerçeği yansıtmayan tümcelerin arkasına sığınıyoruz." (s. 9)

Bu da Pirandello'nun Biri, Hiçbiri, Binlercesi nam kitabından: "Siz o sözcükleri bana söylerken kendi anlamınızla dolduruyorsunuz; ben de kavrayamıyorum onları, kaçınılmaz olarak kendi anlamımla dolduruyorum. Birbirimizi anladığımızı sandık; oysa gerçekte birbirimizi anlamadık." (s. 48)

Beutler iyi bir öykücü, text-context uyumu hoş.

Mahkeme: Kafkaesk. Mahkeme sürerken gençlerin karşısında yerini alan yaşlılar, özel iletişimin varlığını sürdürmesi gerektiğini söyler. Gençler tam tersini iddia eder. Mektupların içerikleri ve kanundaki maddeler araya serpiştirilmiştir, bireyselliği bitiren toplumsal temayül sergilenir. Her şeyin apaçık olduğu bir toplumun daha huzurlu olacağı düşünülür, yaşlıların zamanı geçmiştir. Öykünün sonunda yaşlılar ayağa kalkar, gençlerin karşısında son bir duruş sergilerler. "Hayır" diyebilmenin erdemi varlığını sürdürür.

Resim Yapmasına İzin Veriyorum: İzin ironik bir hadise tabii, memur adamımız Max, Elsa'yı memnun edemediği gibi kişiliğinden de tamamen def edilmiştir. Hikâye anlatamaz, odanın havalandırılması gerektiği konusundaki düşünceleri külfet haline gelir. Bağ öyle onmaz bir şekilde kopmuştur ki Max, Elsa'nın yaşamında neyin önemli olduğunu bilemeyecek hale gelmiştir. Özneliği değersizlikle birlikte yitmiş, nesneliği de beş paralık olmuştur. Muştur da muştur, hayalete dönüşen bir adamın öyküsü.

Sözcük Müzesi: Anlamsız bir sözcüğünü müzeye kaptıran adamla ilgilidir. Sözcüğün bir anlam ifade edip etmemesi önemli değildir, mühim olan sahibin haklarından sonsuza kadar feragat etmesinin acısıdır. İnsanlar sahibe güler, müze görevlisi adamı pışpışlar, kişiliğin bir parçasının herkese sergilenmesinin ve kimse için bir anlam ifade etmemesinin acısı daimdir.

Blues: Ölümün umut olarak algılandığı bir dünyanın biçimlendirilmesiyle ilgilidir. Trafik kazaları haricinde ölüm meleğine pek iş düşmeyecektir, herkes mutlulukla yaşamına devam edecektir, tabii ölümün yaşamın bir parçası olduğuna inanılmayan bir dünyada.

Bekleyiş: Kocası ölümü bekleyen bir kadının kitapçıyla girdiği diyalogla derinden bağlantılıdır. Bilge Karasu bunu üçlü olarak kurgulamıştı, burada ikili. Kadının aklından kocasının pek zamanının kalmadığı geçerken satıcı kitapları sayar, birinin düşünceleriyle diğerinin sözcükleri iç içe geçer ve iki insanın gerçekten birbirini anlayamamasına yol açacak duruma şahit oluruz. Siz ne konuşuyorsunuz ya, öyle bir acım var ki dünya batsın, herkes ölsün sendromu. Hani aşık olduğunuz kişi sizi terk ettiğinde falan olur. Hah, o. Bir de zamanı kitaplarla ölçme meselesini düşündürür ki o da mühim. Acaba okunacak kaç kitaplık ömrümüz kaldı?

Şimdi Adım Irma Kramer: Evet, son derece feminist bir öykü. Yaratılan personalarla ilgilidir. Benim bir tanesinin adı Erbil Yaşmaklı, bir iki dergide şiirlerim basılıyor mesela. Servet Büyükyangöz adıyla bir gazetenin kitap ekinde kitap tanıtımı yazım çıkmıştı. Kendinizi kaç kişiliğe bölmek isterseniz o kadar kişisiniz, Hawthorne'a göre mühim olan asıl kişiliğinizi unutmamanız. Unutmayın. Bu öyküdeki kadın unutmuyor. Bir kişiliği sanatçı, diğeri tutkularından vazgeçmek zorunda kalmış mutsuz bir eş. Hangisi gerçek kişiliği, onu sezmek güç. Arada bir form oluşmuş, anlatıcı o. Üçüncü bir kişi.

İşin bu boyutu zannediyorum çok önemli, azıcık Güzin Abla'lık yapacağım. Lütfen birlikte olduğunuz kişinin tutkularını, zevklerini öldürmeyiniz. O kişiyi lüzumsuz can sıkıntılarıyla darlamayınız. İnsan sosyal bir varlıktır, sosyalleşmenin gereği insan ilerleyecektir, gelişecektir ve dönüşecektir. Lütfen bunlar olurken o insandan geri kalmayınız, yaşamınızı o insanın üzerine kurmayınız. Kimseyi boğmayınız, kendinizi de boğdurmayınız. İlişkinizi kişisel problemleriniz yüzünden öldürmeyiniz. Gölgenin Kadınları'nı ve Şükrü Erbaş'ın Yaşıyoruz Sessizce'sinde yer alan şu dizeleri okuyunuz: "Babanız içerde şiir yazıyor diye/Çocuklarımı sessiz ağlattım ben."

Öykülerin yarısı böyle, diğer yarısı ellerinizden öper. Almanca bilsem oturup çevirmeye başlayacağım, öyle güzel.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder