22 Ağustos 2012 Çarşamba

Stephen King - 11/22/63

Edebisi bol şeyleri okumak keyiflidir. Keyif vermesinin yanında bazılarının koltuklarını da kabartır.

"Evet, ağır edebi şeyler okuyup edebiyat kuramları bilgim sayesinde kolaylıkla sevişiyorum."

Gerçekten incelenmeli. Edebiyat zannediyorum güzel bir şey. Zannediyorum, çünkü bir fikir sahibi değilim. Edebiyatı fikir sahibi olduracak bir şey olarak göremedim, görebildiğim zaman sanırım ciddi işler yapmaya başlayacağım. Neyse, King okumak da keyiflidir. Çok keyiflidir. Bir şey okurken zevk aldığımı hissediyorum en azından. Mesela çok saçma bir şey yapacağım; Böll olmasaydı da King ayarında başka bir yazar olsaydı, mesela Cem Akaş olmasaydı da King'ten bir adet daha olsaydı... Olmayan bir şeyden haberdar olamayacağımız, haliyle bu durumu zerrece sezemeyeceğimiz için hiçbir şey fark etmezdik, yine de böyle bir şeyin olmasını tercih ederdim sanıyorum. Adam kaç yaşına geldi, hâlâ yazıyor, inatla yazıyor. Ver ellerinden öpeyim.

Odunlamasına anlatımla şu: Alkolik olan karısının terk ettiği edebiyat öğretmeni Jacob Epping -namı Jake- bir gün Al adlı restoran işletmecisi bir arkadaşının, işyerindeki "tavşan deliği" adlı bir zaman geçidini göstermesiyle geçmişe gider ve Kennedy suikastını önlemeye çalışır. 800 küsur sayfalık kitabı piç etmek için böyle söylenebilir, lakin söylememek lazım. Döverler adamı.

Jake'in hayatı leş, çünkü karısını seven ve karısına yıllar boyunca katlanan bir insan. Kadını barlardan topluyor, her türlü cinsliğine karşı sesini çıkarmıyor. Derken karısı alkolikler için yapılan toplantılarda tanıştığı bir adamla basıp gidiyor. İlerideki serüvenler için psikolojik temel bu. Adamın öğretmenliği sevdiğini de söyleyebiliriz, edebiyat sevgisi de var. Haliyle hayatı biraz güzel. Bir de çalıştığı okuldan aksak bir hademe olan Harry'yi bizim açık lise benzeri bir olaydan mezun ediyor. Adam yaşlı, hocasına minnet dolu. Al'a gidiyorlar, fotoğraf çektiriyorlar falan.

Ertesi gün Al'dan telefon geliyor acil görüşmeleri gerektiğine dair. Jake bir gidiyor, Al çökmüş. Gözlerin feri gitmiş, derinin rengi çamur gibi olmuş, bir acayip. Anlamıyor olayları, Al da anlatıyor, hatta geçidi de gösteriyor. Zamanda gidip geliyor Jake. Geçit her zaman 1958'e açılıyor, hep aynı yere ve aynı zamana. Al orada yıllarca kalmış, kansere yakalanınca dönmüş. Amaç suikastı engelleyip dünyayı daha süper bir hale getirebilmek. Geleceğin değiştirilebilmesi konusunda Al'un yaptığı bir deney var; zamanın gazetelerinden bir kaza haberini görüyor ve geçmişe gidip kazayı engelliyor, zamanına döndüğünde geçmişteki değişimin işe yaradığını görüyor. Jake de kendince bir deney yapıyor ve Harry'nin sakat kalmasına yol açan, aynı zamanda kardeşleri ve anneyi de öldüren babayı engelliyor. Sonuçlarından da memnun kalıyor ama şöyle bir şey var; bir sonraki gidiş, önceki gidişin etkilerini yok ediyor.

Büyük olay için bir gün süre istiyor, düşünüyor Jake ve işi tamamlamaya karar veriyor. Bu geçen gün içinde Al ölüyor, Jake Al'un suikastla ilgili tuttuğu notları alıyor ve 1958'e gidiyor. Bundan sonrası bir insanın geçmişe uyum sağlaması, aşık olması ve değişmek istemeyip bu yolda bir dünya engel çıkaran tarihle mücadelesi. Kıvrıklardan gidiyorum bundan sonra.

Al kanser, sürekli kan geliyor ağzından. Peçete meçete kâr etmiyor, başka bir şey kullanıyor Al.

"İşte size insanlık halinin acı gerçeklerinden biri: Çürümekte olan vücudunuzun artıklarını emmesi için büyük boy Orkid'e ihtiyacınız olduğu gün başınız belada demektir. Hapı yutmuşsunuzdur." (s. 60)

Bir de o çok sevdiğimiz filmleri falan hatırlayalım. Geçmişe gidip kendimizi öldürürsek ne olur paradoksu mesela.

"'İyi ama ya geçmişe gidip kendi büyükbabanı öldürürsen?'
Şaşkın şaşkın bana baktı. 'Niye bunu yapasın ki?'
Yerinde bir soruydu, bu yüzden devam etmesini işaret ettim." (s. 67)

Asddf.

Ceset'te ergenlerle ilgili bir iki şey söylemiştim, King de söylüyor. Ben ergenlerin kaotik hallerini King'ten daha başarılı bir şekilde anlatan yazar görmedim.

"Duygusal açıdan hassas ve kolayca kırılan yaratıklar olsalar da ergenlerden anlayış bekleyemezsiniz. İnsanlar anlayışlı davranmasını çok sonra öğrenir, o da öğrenirse." (s. 93)

Sıkı King okuyucuları için romanın en keyifli bölümü, birinci bölümün altıncı alt bölümü olacaktır. Çünküsü:

"(...) Kendimi iyi hisediyordum.
Derry'yi görene kadar." (s. 125)

Tadaa. Derry'ye hoşgeldiniz. Ucubeleriyle, öcüleriyle, kararmış insanlarıyla ve yaprakları dökük ağaçlarıyla cennet gibi bir şehir. Jake de hissediyor bunu, diyor ki, "Bu şehirde bir şeylerin yanlış olduğunu daha adım atar atmaz anlamıştım." (s. 125) İş Derry'yle de bitmiyor, zira O'nun etkileri sürüyor. 1958 diyoruz, Pennywise'ın çılgın attığı zaman. Kısa bir süre önce sepetlenmiş olmasına rağmen halk hâlâ çocuk ölümlerinden korkuyor ve yabancılara şüpheyle yaklaşıyor. Bunlar bir yana, eski dostlarla karşılaşıyoruz: Beverly Marsh ve Richie Tozier. Yemin ediyorum çok sevdiğim ve yıllardır görmediğim dostlarımı görmüş gibi oldum ikisine rastlayınca. Savaşlarından zaferle ayrılmışlar ve Bev Jake'e her şeyin bittiğinden, korkulacak bir şey kalmadığından bahsediyor güven taşan sözlerle. Ya... Şunlara gelin, tüyleri diken diken olmayan var mı? Ben mi kendimi kaybediyorum King'i anlatırken yoksa.

"Başımı salladım. 'Sır tutabildiğinize eminim. İddiaya varım yazdan kalma birkaç sırrınız vardır.'
Bu sözlerime karşılık alamadım." (s. 147)

Bamya kadar çocuklar nelerle uğraştı o yaz, bilmiyorsun Jake.

Şu noktada King'in bazı izleklerinden bahsetmem gerek. Birincisi; unutuş izleği. Ceset'te, O'da, Rüya Avcısı'nda, başka birçok romanda onca olaya, onca korkuya rağmen insanların unuttuğunu görüyoruz. İnsanlar unutur ve acılar geçmişte kalır, öyle bir geçmişte kalır ki belki de ölüm anına kadar bir daha anımsayamayız. Çok utandığımız, çok acı çektiğimiz anlar o an için büyük bir yoğunlukla, sanki silinmeyecekmiş gibi aklımıza kazınırlar o an. Ölmek isteriz, sefil hayatımızı daha fazla sürdürmek istemeyiz. Fakat rüzgar eser, güneş doğar, bulutlar yer değiştirir ve bunlarla birlikte biz de değişiriz; unutarak. Eğer unutuş olmasaydı insanoğlunun ansızın delirmesinden daha doğal bir şey olmazdı dünyada.

İkincisi; kötülüğün bilinmeyen, anlaşılamayan izlerinin insanlardaki tezahürü. Uykusuzluk mesela, renkler. Çılgınlığın Ötesi, aklıma gelmeyen birçok roman. Kötüleşen demek istemiyorum ama başka bir kelime de bulamadım, kötüleşen karakterlerin bilinmeyen, sezilemeyen bir kaynaktan aldıkları doğaüstü güç, King'in romanlarında sanat haline geliyor adeta. Şimdi bu kitaptaki izine bakalım:

Harry'yi söylemiştim, babası cinnet getirip aileyi çekiçle katletmişti hani. Babasının adı Frank ve şu şekilde geçiyor: "Ama bu nazik adamın buz gibi gözleri vardı. Kendisine hayran hayran bakan kadınlarla -haremiyle- konuşurken gözleri maviydi. Ama kısa süreliğine de olsa bakışlarını bana çevirdiğinde griye, kar yağmadan önce gökyüzünün büründüğü renge döndüklerine yemin edebilirdim." (s. 157)

Renkler, King'te asla tekin değildir.

Ve Derry için muhteşem final: "'Gel bak,' diye fısıldadı O, kulağıma. Geri kalan her şeyi boş ver Jake - gel bak. Gelip bizi ziyaret et. Burada zamanın bir önemi yok; burada zaman süzülüp gidiyor. Gelmek istediğini biliyorsun, merak ediyorsun. Belki bu da başka bir tavşan deliğidir, başka bir geçit." (s. 183)

Gitmemiş göt! Hâlâ orada!

Kitabı okuyacaklar küfretmesin diye daha yazmıyorum, sadece şunu söyleyebilirim ki böyle kitaplardan korkulmasın, kalınlığı hiç korkutmasın. Kalın kitap diye bir şey yoktur, az okuma vardır. Bir diğer şey; bir öğretmenin geçmişte beş yıl yaşayışını en ince ayrıntısına kadar görmek gerçekten keyif verici. O zamanın insanları, öğrencileri, okul yaşamı, ilişkileri ve bir sürü, bir sürü ayrıntı. Sadece bir serüven değil, yaşamı yarı yıkık bir öğretmenin hayatı anlatılan. Kahraman olan öğretmen olayı biraz can sıksa da ve sonu tam Türk filmine bağlasa da ben bir kere daha okurum bu kitabı ama muhtemelen emekli olunca.

On numara kitap, ellerinden bir kez daha saygıyla öperim King Abi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder