20 Eylül 2014 Cumartesi

Italo Calvino - Palomar

Şeylerin düzeni üzerine düşünen, görüngüleri kendi mantığıyla çözümlemeye çalışıp sadece görüngülerle bir yere ulaşamayacağını anlayan, sonra kendi mantığından da sıkılan bir dayı Palomar. Kahvede pişpirik oynayan emekli Hilmi Dayı gibi düşünün kendisini, tabii çok daha sofistike bir versiyonu.

"Dünyanın karmaşıklığı ve anlaşılmazlığı karşısında bütünlüğünü yeniden kurmaya, kendi varlığına anlam vermeye çalışır." (s. 32) Işıl Saatçıoğlu, Görünmez Kentler için kaleme aldığı sunuş yazısında Palomar için böyle diyor. Dayı, saf bilince ulaşmaya çalışır ve bunun için nesneleri kendi bilinci, düşüncesi yoluyla kavramaya, var etmeye çalışır. Fenomenoloji. Nesnelerin özü hiçbir zaman olduğu gibi anlaşılamayacaktır, öyleyse neden bunu bilincimiz yoluyla anlamaya çalışmıyoruz. Gibi bir şey. Şunların kaynaklarını tez vakit okumam lazım.

Palomar kumsalda, bahçede. Gökyüzüne bakıyor, taraçaya gidiyor, alışverişteyken düşünüyor, toplum içinde yerini anlamlandırıyor. Palomar çok şey yapıyor aslında, pek bir şey yapmadığı düşünülürken bile.

Dalgaları izlerken tek bir dalgaya odaklanıyor, o dalganın diğer dalgalardan bağımsız olmadığını, hatta her devinimde o devinimi engellemeye çalışan kuvvetlerin de dahil olduğu bir toplamı ifade ettiğini kavrıyor. Kaos bu. Kaosla otoyolda, sigara dumanında, kuşların uçuşunda -ki bunlara benzer olayları Palomar da gözlüyor- karşılaşabilirsiniz. James Gleick'in Kaos'u, mevzu hakkında bilgilenmek için güzel bir kaynak. Neyse, kaosun henüz anlaşılamamış bir düzen olduğu, bir durumun değil de bir sürecin bilimi olduğu, bir varoluşun değil de bir oluşumun bilimi olduğu söylenir. Kaos bir anlam arayışının başladığı noktadır, aslında kaos üzerinden kendini arar insan; düzende, süreçte kendini bir yere oturtmaya çalışır. Bunun için enfarktüsü ve ülseri göze alıyor Palomar, tüm rahatsızlığına rağmen büyük bir problemi çözmeye çalışıyor, dalgalara bakıp dinlenebilse, keyiflenebilse her şey daha farklı olurdu. Sonunda elde etmeyi başardığı bilgi, evreni anlamlandırmaya yetmiyor ve sıkılıyor beyefendi.

Güneşin denizdeki yansımasını görünce diğer yansıyan şeylerle birlikte kendini de düşünüyor. Bir dönüşümün farkına varıyor; benmerkezci düşünen adamının yanında ruhsal çöküntülü bir ben daha var. Bir yansıma, güneş gibi. "Bütün bunlar, ne denizde, ne güneşte oluyor -diye düşünüyor Palomar yüzerken- kafamın içinde, gözlerle beyin arasındaki devrelerde oluyor. Zihnimin içinde yüzmekteyim; bu ışık kılıcı yalnızca burada var; beni çeken de işte bu. Şu ya da bu biçimde tanıyabileceğim tek öğem benim." (s. 16)

"There is no spoon."

Şeylerin biçimlenmesini, denizden çıkarken orada olmayacağı zaman bile yansımaların hep aynı kalacağını düşünüyor Palomar.

Mesela kaplumbağaların çiftleşmesi sırasında hayvanların "billurlaşmış bir içsel bilgiye" sahip olabileceklerini düşünüyor, çünkü insan ilişkileriyle, hormonlarla vs. zibilyon yerden etkilenecek bir sistemleri yok. Biz bozulmuşuz biraz aslında. Karatavukların ıslıklarını dinlerken de bunu düşünüyor, bir sonuca varıyor sonra: Farklı bilişsel süreçlerden geçtikçe sınıflandırmalarla kısıtlı edinimlerin tutsağı oluyoruz. Çocukluğun o saf, işlenmemiş bilinci uzaklarda kalmış oluyor. Palomar, karatavukların ıslıklarını özgün bir ayrıştırma sürecine dahil edemeyince... İşte öyle şeyler.

Bağlar Gazoz reklamı var çok eski, orada bir dayı, "Bağlar! İçiniiiz!" diye haykırıyor, insan korkudan içiyor. Ben de Calvino okuyunuz derim. YKY'den sömürün.


Bunu da dinleyiniz!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder