Natalia kitabı verdiğinde sıkı metalcilik bizim işimizdi. Posterler, kasetler, CD'ler, oho. Onulmaz acılar, kızgınlıklar içindeymişiz gibi dolanmalar falan. Neymiş bu diye aldım kitabı, şöyle bir baktım. Led Zep kadar meşhur bir grupta gitar çalan bir adamın hikâyesi olduğunu gördüm, o dünyayı tanımak için okudum. Mevzunun bambaşka bir şey çıkması bir yana, şöyle okkalı bir tokat yer gibi olmuştum o zamanlar. Tekrar okudum, birkaç kez okudum da doyamadım. Sonra çok yakın bir arkadaşıma verdim kitabı, o arkadaşla iletişim kesildi ve kitap aklımdan çıktı. Geçenlerde Sezin hediye etti sonra, kitabı okuyalı 10 yıl falan olmuştu. Heyecanlandım, korktum. Eski dostlarla görüşmeden önce bir korku olur ya, ne kadar değiştik, ne kadar büyüdük falan gibi şeyler. Aynen öyle oldu. Sonuç olarak oldukça büyümüşüz, evet.
Daniel Weir, son derece sıradan bir adam olmasının yanında müzikal yeteneği sağlam bir kardeşimizdir. Alt sınıfın gençleri ne yaparsa onu yapar başta; geçici işlerde çalışır, mastürbasyon yapar, sivilcelerini patlatır ve bunun gibi şeyler. Baba şiddetinin travmasını atlatmış gibi görünür, sol görüşlüdür ve gettolardan kurtulmanın tek yolunu müzikte arar, bu yüzden semtin zengin çocuklarının grubuna sakız olmaya çalışır. Frozen Gold'un bir konserini izler ve konserden sonra elemanların yanına gider, bütün sakarlığı ve pervasızlığıyla bestelerini paylaşmayı çok istediğini, grupta bir ışık olduğunu ve bestelerinin yardımıyla çok daha başarılı işler yapacaklarını söyler. Elemanlar burun kıvırır gibi olur ama bestelere bakarlar ve gerçekten Weird'ın yetenekli bir adam olduğunu görürler. Grubun bas gitaristi akademisyenlik için gruptan ayrılır ve Weird, iki alışveriş poşetine yerleştirdiği eski bas gitarıyla birlikte gruba dahil olur. Konserler, çılgınlıklar, müzik endüstrisi, rockstar yaşamı, aşk, facialar derken nefis bir roman. Kabaca böyle. İncesi bambaşka bir şey.
İki gün önce intihar etmeye karar vermiş bir Weird'la başlarız romana. Yapamaz, anılarla doludur ve ne olursa olsun merak duygusu ağır basar, neler olacağını görmek ister. Trenin saatini beklemektedir, yolculuğun detayları hakkında okurun hiçbir bilgisi yoktur o zamana kadar, sonlara doğru mevzuyu öğreniriz ama öncesinde Weird'ın hikâyesini dinleriz. Grupla tanışma falan, elemanlar. Çılgın Davey. Adonis. Les Paul'üyle bir tanrı gibidir. Melodiler gitardan ırmak gibi akar. Christine Brice, okulda Weird'ın bir dönem üstü. Davey'yle müthiş bir ikili, tanrıça gibi bir kız. Teknoloji manyağı bir klavyeci, bir de davulcu var. Davulcu normal bir adamdı galiba. Neyse.
Grubun elemanlarıyla tanıştıktan sonra Weird'ın günceline döneriz, St. Jute adlı bir kilisede yaşamaktadır ve alt sınıftan iki arkadaşı vardır, onlarla görüşür. Biri işçi sınıfından, komünist bir İskoç. Diğeri 18 yaşındakiler ne yapıyorsa -uyuşturucu kullanmak, sevişmek, aylaklık vs.- onu yapan bir genç. Zenginlik içinde yüzen bir adamın bildiği hayatı sürdürmesini sağlayan kişiler. Gerçek bir arkadaşlık. Weird, otuzlarında inzivaya çekilmiş bir adamdır ve yaşadığı yerde onu kimse tanımaz. Stüdyosunda film, reklam müziği yapar, içer ve hatırlar. Zamanı böyle geçer. En büyük problemi, kiliseye girip sağa sola sıçan güvercinlerdir. Bir de hayatıyla ne yapacağı var tabii. Parasıyla değil, parasının miktarını bile bilmez. Cebindeki plastik kartlardan fazlası değildir para.
Grup oldukça ünlenir ve turnelere çıkarlar. Inez'le birlikte mutludur Weird, Dave'le Inez'i yakalayana kadar. Christine'le kısa süreli ilişkisi olur. Ya buraları katletmeyeyim ben, anlatıcıdan duymanız lazım
Davey, Weird'ın bulduğu ve gerçekleştirilmesi konusunda ısrar ettiği bir sahne şovunda işlerin ters gitmesiyle elektrik akımına kapılır ve ölür. Weird için sayı. Christine, Davey öldükten sonra solo albümler çıkarır ve müzik yaşamına devam eder. Yıllar önce Frozen Gold için Weird'ın bulduğu bir sahne şovunu gerçekleştirir, fanatik dindarlar tarafından kurşunlanarak öldürülür. Weird için ikinci sayı. St. Jute'a gelip Weird'a müziğe devam etmesini söyleyen menajeri anlatır Christine'in başına gelenleri. Weird, gruba katılmadan önce şehirden kaçmayı düşünürken yine aynı durumda bulur kendini, bu sefer geçmişindeki aşkına gidecektir. Kız gerçekten iyidir, güzeldir ama Weird'ın şaşkınlığı -şapşallığı da diyebiliriz- aralarındaki ilişkiyi zayıflatır ve ayrılırlar. Zaman içinde ara ara görüşürler, kız evlenir, çocuğu olur falan. Weird en sonunda her şeyi göze alır ve trene atlayıp kızın yaşadığı kasabaya gider. Mutlu sonla biter mevzu. Güzel. Metnin başında tren saatinin anlamını da böylece öğrenmiş oluruz.
Bir de iki Weird'ın birleştiği nokta var. Şu İskoç kavgacı bir tiptir, lüks bir barda kavga çıkartır ve her şey parçalanır, kırılır. Goril korumalar ortaya çıkıp ağız burun düzeltecekken Weird yalvar yakar kendini dinletir, kartlarından birini mekan sahibine verir ve kimliğini söyler. İskoç şaşkınlığa düşer, zenginlere, sömürüye beraber sövdüğü adamın kim olduğunu öğrenir haliyle falan. Mekan sahibi, Weird'ın kartıyla mekanı rahatlıkla satın alabileceğini söyleyerek tüy diker. Haha, bir de Weird'ın kafasını yardığı korumalardan biri Frozen Gold hayranı çıkar, yanındaki albümleri imzalatır falan.
Pek de bir şey anlatamadım ama müziğe yakından uzaktan ilgisi olan herkesin okumasını isterim. Iain Banks'in, adıyla soyadının ortasına "M" koyarak çıkardığı kitaplardan çok farklı, çok hoş bir şey.
Ek: Wikipedia'dan öğrendiğimize göre Frozen Gold, Fleetwood Mac ve Pink Floyd izleri taşıyormuş. Bir de Weird'ı yaratırken Fish'ten etkilenmiş Banks. Valla Fish'i, Marillion'ı çok severim, mutlu oldum.
Bugün Govan, Minnemann içeren bir Steven Wilson paylaşmak istedim, bir ara hayatımın fon müziğiydi.
İlginç mi ilginç yine.Çok teşekkürler. :)
YanıtlaSil