Selçuk Baran'ı nasıl anlatsam diye düşünüyorum, beceremem. Şu iki link iş görür: Selçuk Baran ve Hayatı.
"Bir solgun kadın" da derler, Selçuk Baran yazmasa çıldıracaklardandır. Hayatın karmaşıklığından yazmaya sığınır, ta ki başarısız bir yazar olduğunu düşünüp kalemi bırakana kadar. Basit bir yaşam sürer, kendince. Yalnızlığı, aşk acısı ve umutsuzluğu, eserlerinde adım adım takip edilebilir. Yazdıklarını bastıracak bir yayınevi bulamadığı zaman yazma eyleminin makinesiyle kendi arasında olduğunu düşünerek teselli bulmaya çalışır, bulabildiğince. Edebiyat çevrelerinde pek tanınmamıştır, okur da pek tanımaz kendisini. Sessiz sedasız yazmıştır, aldığı ödüllere rağmen eserlerini okurla buluşturmakta sıkıntı çekmiştir. Ötesinde okurunu asıl Selçuk Baran aramıştır bence, hiç kimsenin aramadığı kadar.
Psikanalitik, anlatımcı metotla incelenebilir bu eser, mutlaka o biçimde de incelenmelidir. Bir şeylerin olmasını beklemek, günlüğü vasıtasıyla yaşamına gireceğimiz Mehmet Taşçı'nın da, Selçuk Baran'ın da sık sık hissettikleri yalnızlık duygusunun temelidir. Daha pek çok koşutluklar bulunabilir, ben sadece metni ele alacağım.
Mehmet Taşçı halasından kalan mirasın yardımıyla eşinden boşanmış, müdürlüğe kadar yükselebileceği bankacılık kariyerini emeklilikle, kendi isteğiyle bitirmiş bir modern zaman münzevisidir. Kızlarını pek merak etmez, evli olanıyla yolda karşılaştığı zaman ayaküstü bir sohbet eder, o kadar. Altmış yaşındadır, hayatın sunacaklarını beklemektedir. Çatı katındaki küçük dairesinde durmadan kitap okur, ev sahibesi yetmişlik Dürnev Hanım'ın yalnızlığına katlanır. Bu hanım her türlü yeniliğe açıktır, bu yüzden abimiz kadına çok sinirlenir falan. Taşçı hayatında yeni bir şeyler olsun ister ama değişime son derece kapalıdır. Başlarda. Her gün gittiği birahanenin bir gün pastane olmak üzere kapatılması, mekan sahibinin ölmesiyle yerine oğlunun geçmesi ve Taşçı'yı dükkanında istememesi travmatik bir olaydır adam için, yıllarca süren bir düzenin bozulmasıdır. Bir de arkadaş tayfası var adamın, yaşlı tipler. Biri ressam, biri bilmem ne falan. Onlardan da kopmaya başlar, gündelik sohbetlere katlanamadığını fark eder ve arkadaşlarının suçlamalarına göğüs gererek o tayfayı bırakır. Ha, bu arada her şey bir gün Taşçı'nın düzenli olarak aldığı gazetenin artık çıkmayacak olmasıyla başlar, onu da ekleyeyim. Küçük değişimler bir çığa sebep olur. Şeylerin değişmeyip insanın değiştiğini söyleyen kimdi?
Taşçı dindar bir adam değildir, arkadaşlarından birinin ısrarlı soruları sonucunda Tanrı'nın olup olmamasının kendiyle ilgisiz bir şey olduğunu belirtir. Laplace'ın dediği gibi yani, öyle bir hipoteze ihtiyacı hiç olmamıştır. Günler boyunca takip ettiği yoğurtçunun ve karşı komşunun ilahiyatla herhangi bir bağlantısı yoktur. Bir de bankadan tanıdığı Nevin var, eylemsizliği yüzünden kalbini kırdığı Nevin. Romanın politik boyutunu kapanan birahanedeki sivil polisin dışında Nevin'in tanıdığı gençlerden oluşur. Oğlunun veya kızının arkadaşlarıydı galiba. Her neyse, Nevin'le karşılaşırlar, geçmişin muhasebesi yapılır ve bir ara Taşçı, Nevin'in evinde kalır. Kurgusal zamanı karman çorman ediyorum, olayların sırasını hatırlamadığım için. Nevin, gençler arasındaki kavgalardan bıkar ve bir türlü anlaşamamalarının kaos ortamı yarattığından ve beraberlik ruhunu yok ettiğinden bahseder. Sol fraksiyonların bitmez kavgası.
Taşçı'nın Svevo damarı kabarır bir yerde, genç bir kadın ister. Çok genç de değil gerçi, kırklarında olsa yeter. Konuşsa, yol gösterse, yalnızlığı hafiflese. Oysa ele geçmez biridir Mehmet Taşçı. Arkadaşları için öyledir en azından. Özgecilikten pek uzaktır. Altmışından sonra öyle olmuştur olduysa ki ağır bir suçlama aslında. Yine de dünyasına kimseleri almaması sabittir, bir süre sonra Dürnev Hanım'ı da bırakıp Kadıköy'e geçer. Bu sırada günlükten kurtuluruz, işin içine anlatıcı girer. Durağanlığı yıkmaya, bir anlamda "temizlenmeye" karar verir Mehmet Taşçı. Yeni insanları, yaşam deneyimlerini hayata sokmamayı kirlenmek olarak görürken bir otelde bulur kendisini, karşı odadaki köylü kızına yardımcı olmaya çalışırken insanları tanıyamamasının etkisiyle -yaşamdan uzak kaldığı on yılın sonucudur bu- kandırılır, tekrar eve döner.
Bir süre sonra Anadolu'ya gider, orada bir dost edinir ve bu yeni ortamda yaşamdan keyif almaya çalışır. Orada da tutunamaz gerçi, pek uzun olmayan bir sürenin sonunda oradan da ayrılmaya karar verir. Bu kararın arifesinde bırakırız Mehmet Taşçı'yı. Bir on yıllık durgunluk daha vardır belki önünde, ona göre hiçbir şeyin yapılmadığı on yıl çok çabuk geçer.
Kent yaşamında içe kapanıklığın incelenmesinde pek çok malzeme çıkarılabilir ortaya, ben burada kesiyorum. Selim İleri'nin romanla ilgili bir eleştirisi varmış, pek incelikli bir roman olduğunu belirtiyor İleri. "Pek afralı-tafralı bir roman" olduğunu belirtiyor, günlüklerdeki bazı kelimelerin yersiz olduğundan bahsediyor. Bir günlük yazarını yazan yazar, iç içe geçmiş kelimelerin hem kaynağı, hem de en uzak gözlemcisi olabilir. Taşçı, romanın çoğu yerinde kim olduğu hakkında pek bir şey düşünmediğini söyler. Bu durumda Selçuk Baran'ın Mehmet Taşçı üzerindeki tasarrufu ne kadardır, nereye kadardır? Başa dönüyoruz yine, farklı yöntemlerle incelenebilir roman. Selim İleri'ye pek katılamıyorum bu konuda.
Selçuk Baran'ın hakkını verin, kitaplarını okuyun. Okunmayı pek istedi, istediklerine pek ulaşamadı.
Benzeri bir şekilde okunmayı çok isteyen John Kennedy Toole vardı. Adam kara mizah bir kitap yazdı yayınevi yayınevi dolaştı. Kabul ettiremedi. Sonra intihar etti bu sefer annesinin çabalarıyla basılıp Pulitzer ödülü aldı. Alıklar Birliği kitabın adı. Okumadıysanız blogumda biraz bahsetmiştim.
YanıtlaSilKaç zamandır aklımdaydı, hatırlattınız da sipariş verdim şimdi. Teşekkürler, kitabı okumadan blogunuza bakacağım.
Sil