David Foster Wallace'ın bahsettiği verici yazar tanımı Kosztolányi'yi tam olarak karşılıyor. Kuramcılar buna bir isim bulmuştur mutlaka, bilemiyorum ama adam yazarken yaşadığı hazzı okura olduğu gibi aktarmayı beceriyor. Eğlenceli kelime oyunlarının ve daha pek çok enerji dolu mevzunun oluşturduğu öyküler. Goodreads'te bir kardeşimizin yazdığını direkt alıyorum, bundan güzel özetlenemezdi: "When I first opened this book I was expecting a type of 1930s 'Fight Club', with a Hungarian Tyler Durden causing mischief on the streets of Pest. But what I got instead was a sort of surreal Hungarian 'Seinfeld' with Dezso Kosztolagnyi and his alter ego Kornel Esti sitting eating soup and talking about well, nothing (though with slightly more emotional depth). And it is five different kinds of brilliant. The writing on its own is worth the price of admission, many of Esti's short stories often are set on trains, trams or Budapest coffee houses with other writers and mischief makers, just hanging out. One of the better stories has Esti on a train travelling through Romania having a conversation in a language he doesn't understand (a plot line which would have happily filled a half hour episode in 'Seinfeld). In fact you could almost play a game Kornel Esti or Seinfeld?
(...)
This book may have been first published in the 1930s, but this has to be the best book of 2014."
Seinfeld'in filmi geliyor, onu da araya sıkıştırayım. Çete son bir film için toplandı!
Her şey olur, her şey mümkündür, her bir insan ayrı bir panayırdır ve bir araya gelen iki insandan sonsuz sayıda dünya türeyebilir. Eh, Kornelius ve anlatıcımızdan çıkan hikâyelerin her biri müthiş, bambaşka tatlar taşıyor.
Mevzu nasıl başlamıştı, ömrünün yarısına gelen anlatıcının bir anda Kornelius'u hatırlaması, on yıldan beri en yakın dostunu görmemiş olması tetikleyicidir. Alter ego Kornelius, anlatıcının gerileme dönemini yaşadığı bir zamanda, belki, ortaya çıkar ve onca yıldan sonra iyi dostlar bir aradadır. Hatıralar bir bir saklandıkları yerlerden çıkar, muziplikler akla gelir. Anlatıcı son derece mantıklı biriyken Kornelius'un getirdiği kaosla çocukluğundan itibaren uğraşır, kaos onun da bir parçası olur. Tabii bir süre sonra bu sonsuz hareket yavaşlamaya başlar ve yollar ayrılır. Sonsuz dedik, Kornelius ortaya çıktı işte. Çok şey yaşamış, çok yer gezmiştir ve bunları kaleme almak ister ama kendisinde o sabır yoktur. Anlatıcı da Kornelius'un yokluğunda yaşadığı sakin hayattan çıldıracak hale gelmiştir. Biri sadakattir, diğeri uçarılıktır. Biri yazmak, diğeri yaşamaktır. Bu ikisini aynı anda yapan tek kişinin Goethe olduğu söylenir, ikinci bir kişi neden anlatıcı olmasın?
Öyküler... Anlatarak katletmek istemiyorum ama bir iki şey söyleyebilirim. Kornelius'un çocukluğu, sanatçı çevresiyle birlikte kadın-erkek ilişkileri, yukarıda bahsi geçen tren olayı. Birbirini anlayamayan iki adamın iletişim çabası. Sırf doğruların söylendiği kent mesela, sonra... Ne diyeyim, mutlaka alın. Deli flanör Kornelius ve sanat, edebiyat, kentler, insanlar... Saf yaşam!
"Yaşamda olsun, sahnede
ışığı dolanmak gerek
her şey gibi ol,
sen ey hiç.
(...)
Yani boş ol sen ve hafif,
hafif, ebedi oyuncu
gören, ama uzakları gören
rengârenk dalgalanan yüz sözcüğün
ipeğiyle, bayrak gibi
ya da sabun köpüğü yukarıda,
rüzgârlar arasında, gökyüzünde,
ve yaşa yaşadığınca ruh,
güzellik ya da kaprisler
çünkü -Tanrı ben- ben de,
ben de salt onca yaşayacağım
Git derinin üstüne dönenmeye
sarınıp, oyun oynar havalarda,
ol işte, hiçbir şey gibi
sen ey her şey."
Hiç yapmadığım bir şey yapıp link de veriyorum, okumanızı isterim gerçekten: Gecekuşu!
Bu da bu güzel kitabın duygusunu en iyi veren şarkı!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder