5 Mayıs 2015 Salı

Anthony Burgess - Bir Elin Sesi Var

Bol televizyonlu, konserve yiyecekli, orta sınıflı bir mevzu. İngiliz aile nasıl balatayı sıyırdı? Amerikan Rüyası İngiliz'e gelir mi, gelmez. Mütevazılıktan aşırı tüketime geçiş insanları nasıl manyak yapar, hepsi burada.

Anlatıcı Janet Shirley. Markette rafları düzenliyor, az malzemeyle nefis yemekler yapıyor ki benim bile yiyesim gelmişti o konserve bezelyeleri falan, kocasıyla mutlu mesut yaşıyor. Böyle bir genç kadın, erken yaşta evlendiği kocası Howard'ı çok seviyor. Ablasının evliliği rezalet, o açıdan çok şanslı olduğunu hissediyor. Okulda pek bir şey öğretmedikleri için güzelliğiyle kıvırabildiğini düşünüyor. Kadın işte bir tane.

Howard dayımız fotografik hafıza dediğimiz naneye sahip. Bir araba satış mağazasında çalışıyor, eşini seviyor. Dünyayı sevmiyor.

İlk bölümde çifti tanırız, yaşamları hakkında bilgi ediniriz ve ikinci bölümde anlatıcının iddiasının aksine, romanın özünü burada buluruz. Aralarındaki günlük bir konuşmada Howard her şeyi yaşadıktan sonra Janet'la birlikte ölmek istediğini söyler. Gelecek diye bir şey yoktur belki, dünya boka sarmakla meşgulken günler de birbirinin aynı şekilde geçmektedir. Dünya kötü bir yerdir kısaca. Janet mevzuyu tek cümlede bitirir; dünyanın değil, insanların kötü olduğunu söyler. Metnin sonuna gidiyorum, spoiler yiyeceksiniz devam ederseniz. Direkt diğer paragrafa geçebilirsiniz. Neyse, sonda bu düşünceleri Howard'ın sonunu getirir. Paranın dibine vurduktan sonra Janet'la birlikte ölmek ister, Janet kocasını öldürerek kurtulur. Howard'ın düşüncelerini paylaşmıştır aslında, en azından bir kısmını. "Aslında kimseyi incitmek değil niyetim, tek istediğim doğru düzgün yaşamak, hayattan olabildiğince zevk almak. Eninde sonunda dünyaya bunun için geldik." (s. 157)

İşler buraya nasıl geldi, tüketmeye başladıkları an yoldan çıktılar. Daha doğrusu lüks tüketimin olanaklarına kavuştukları an. Tamam, en doğrusu televizyon izlemeye başladıkları an. Yarışma programları Howard'ın şirazesini kaydırdı, zaten pek normal bir adama da benzemiyordu. Yani dışarıdan nasıl görülüyorlarsa öyleydiler, orta sınıf bir aile nasıl görünür? Küçük şeylerden mutlu olarak sanırım, çoğumuz böyle mutlu olmaya çalışıyoruz. Bir iki milyarımız bir araya gelip düzeni değiştirme gibi bir uğraş edinene kadar böyle olacak en azından. Bu ikisinin zevkleri de küçüktü, Howard'ın hafızası onca bilgiyle birlikte sonsuz tüketimi hayattan keyif almanın tek kaynağı olarak saklayana kadar. Bir ikilem de var aslında; Howard her ne kadar televizyonda gördüğü dünyayla uyumsuz olsa da onun bir parçası olarak kurtulmayı düşünüyor. Nihilizm-hedonizm kokulu abimizin ilk ve son kez uyum kurma çabası, şu kanatları yanan mitolojik canlının sonuyla aynı yere çıkacak. İkarus'un kafatası çekiç darbeleriyle toza dönüşmedi tabii, o başka.

Şöyle oluyor ki Howard bir yarışma programına katılıyor, büyük ödülü kazanıyor ve bu ödülle at yarışı oynuyor, kendi yarattığı algoritmayla deli para kazanıyor ve bu parayı dünyayı dolaşarak, istediği her şeyi alarak harcıyor. Janet'in durumu ilginç asıl. Janet hiçbir zaman böyle bir yaşantıyı istemese de Howard'ın sözünden çıkmıyor. Eşinin kararlı duruşu, kendinden eminliği baba figürüne benzer bir şey ortaya çıkartıyor olabilir. Durağan bir sevgi var, yılların sade yaşamının getirdiği bir dinginlik. Ani değişim bu eskimiş sevgiyi çatlatır, dönüştürür daha doğrusu. Janet zengin olmalarından sonra karşılarına çıkan bir şairle yatar, tamamen heyecan kaynaklı bir olay. Sorumluluklarından kurtulduğu hissiyle hareket ediyor. Howard'ı yine seviyor ama, öyle bir şey. Ben üzülüyorum böyle mevzulara ama yeri burası değil, geçiyorum.

Böyle işte. Tükete tükete kendini tüketiyor insan. Kitabın mottosunu da buldum: Bir lokma bir hırka. O kadar.

2 yorum:

  1. otomatik portakalı da yorumlar mısın?

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. okuyalı çok oldu, yorumlayamıyorum. baudrillard'la birlikte okuyup yorumlayacağım ama zamanın birinde.

      Sil