9 Mayıs 2015 Cumartesi

Gustave Flaubert - Duygusal Eğitim

Hemingway'in yazar olmak isteyenlere önerisi, birçok kitapla birlikte bu kitabı okuyup neyle karşı karşıya olduklarını bir görmeleri. Ben bir okur olarak kafa attım, bir şey olmadı. Yazmaya çalışan bir adam olarak, evet, kafa atılacak bir duvara benziyor. Kafanızı iyi kurgularsanız pekmezi akıtmadan bir gedik açıp sıyrılabilirsiniz ama zor, Flaubert 1848'in en civcivli günlerinin ortasına oturttuğu karakteriyle toplumun ve bireyin değişimini eş zamanlı olarak ele alıyor, genelde tek bir anlatı perspektifi kullansa da onca olay ve insan kalabalığının uğultularını duyurmadan. "Her şeyi gördüğüm gibi, bana doğru gelen biçimiyle anlatmak istedim. Ne aşk, ne nefret, ne acıma, ne öfke duymak istiyorum. Yurtseverler de, gericiler de beni bu kitaptan ötürü bağışlamayacaklar... Ama, Bovary gibi, bu romanımın da neyi anlatmak istediği sonunda belli olacak, hatta herkese basit gelecek." Zor iş, mükemmel roman. Flaubert bu kitabı üç kez yazmış; ilkini 21, ikincisini 22 yaşındayken. Flaubert 43-48 yaşları arasında kitabı son kez yazmış ve 16 Mayıs 1869'da sabah saat beşi dört geçe dostu Jules Duplan'a yazmayı bitirdiğini bildirmiş. Ne güzel.

Toplumsal mevzu şu ki 1848'de sosyalist düşüncenin güçlenmesiyle monarşiye karşı çıkıldı, sokaklar yangın yerine döndü derken kral kaçtı, işçi sınıfı ilk etapta güçlendi, liberalizm de öyle. Cumhuriyet kuruldu, Charles Louis Napoleon cumhurbaşkanı seçildi ve iki yıl sonra gizli diktatörlüğünü ilan etti. Onca ateşin bir tek külleri kaldı, 1968'deki hareket gibi uzun vadede özgürlük ve devrim adı altında liberalizm soslu demokrasiye geçilmiş oldu. Devrimcilerin rüyası, gericilerin ateşli çığlıkları arasında kitabın karakterleri de değişim geçirdi tabii, zaten her bir görüşe sahip eser miktarda karakter bulunmaktadır. Kapitalisti, devrimcisi, liberali, orta yolcusu, Frédéric Moreau'nun etrafında belirip kaybolurlar. Bu kardeşimizin eğitimini takip edeceğiz. Kendisi başlarda hukuk öğrencisi, Flaubert gibi. Otobiyografik öğelere sıkça rastlanıyor, Flaubert romanın ilk taslağını bir çocukluk aşkının esiniyle kaleme almış ama o zamanlar 1848'in epey öncesi, yüzyılın ilk çeyreğinden beri süren ekonomik ve politik gerginlik 1848'e zemin hazırlarken Flaubert de büyük ölçüde etkilenmiş olabilir içinde yaşadığı toplumun değişiminden. Belki de kitabı devrimin ardından yaşanacak olayları da görmek istediği için tekrar yazmak istemiştir, o arada Madame Bovary'yi ve Salammbô'yu yazdığını biliyoruz. Sonuçta dönemin panoraması olduğu gibi çizilmiş, kitabın arka kapağında yazdığı gibi toplumbilimciler ve tarihçiler için iyi bir alternatif kaynak.

Frédéric kardeşimiz, zamanla dayımız etrafında dolanacağız metin boyunca. Kendisi her türlü deneyime açıktır, çok duygulu bir insandır. Coşkundur yani, her türlü duygunun kendisini olgunlaştıracağını düşünür, örneğin şöyle dolu dolu bir aşkın. Gecikmez de, vapurda gördüğü Madam Arnoux'ya abayı yakar. Aşık olduğu kadının romantik öykülerdeki kadınlara benzediğini düşünür; evli, çocuklu ve yeni bir maceraya aç. Aşkı o kadar coşkundur ki Werther'le özdeşleştirir kendini. "Charlotte'un tereyağlı ekmek dilimlerinden Werther'in niçin bıkmadığını çok iyi anlıyorum." (s. 564)

Deslauriers, Frédéric'in çocukluk arkadaşıdır, mantık insanı olduğu söylenebilir. Dostunu bu sevdadan kurtarmaya çalışır ve ilgili olduğu dönemin politik olaylarına karşı Frédéric'te bir bilinç uyandırmaya çalışır. Frédéric o sırada bir yandan hukuk okumaya çalışır ama derslere ilgi duymaz, aşkı yüzünden hiçbir şeye odaklanamaz. Sanat tarihi kitabı yazmak gibi pek çok tasarısı varsa da bunların hiçbirini hayata geçiremez. Mösyö Arnoux'nun sanat eserleri sattığı dükkana takılmaya başlar, bir yandan madamı nasıl görebileceğini düşünür. Bu sırada mekanda birçok kişiyle tanışır ki bu kişilere tembelliğimden girmiyorum, siyasi ortam değiştikçe kiminin oynaklığı ortaya çıkar, kimi hızla yükselirken kimi de çöküşe geçer. Banker, ressam, gazeteci, bir sürü insan.

Sonrası bir savruluş. Frédéric büyük bir servete konar ve taşrada yaşayan annesini ve sözleneceği Louise'i bırakıp Paris'e taşınır, dolu dolu yaşar. Birkaç metresi olur, yine de Madam Arnoux'yu unutamaz. Bir araya gelemezler; Madam Arnoux onu sevdiğini söyler ve işleri kötüleşen Mösyö Arnoux'dan gizli buluşmaya başlarlar. Adam çakozlar gibi olur ama çaktırmaz, sonra Frédéric Madam Arnoux'yu evine çağırır, kadın önemli bir sebepten gelemeyince de başka bir kızı çağırır, onunla sevişir ve acısını unutmaya çalışır.

Çok karakter var, Frédéric'in bir şehirde durmadan yürüdüğünü, birileriyle tanıştığını, tanıştığı kişilerden bazılarının zaman içinde tekrar karşısına çıktığını düşünün. Biri de kamerayı tutsun, hepsi kaydedilsin bunların. Kamera az da olsa başkalarını da gösteriyor ama karakterler durağanlık içinde.

Eskiden zaman bolken yazmaya daha çok enerjim vardı, şimdi katlettik güzelim kitabı. En sonunda Frédéric ve dostu Deslauriers hayatlarının muhasebesini çıkarırlar ve görürler ki biri coşkunluğundan yalnızdır ve parasızdır, diğeri de aşırı mantığı yüzünden.

19. yüzyılın en önemli metinlerinden biri, usta işi bir roman. Süper.

1 yorum:

  1. ‘’Asıl acınacak şey dedi; lüzumsuz bir ömrü sürüklemektir.’’

    ‘’Gerçekten de, gece, lamba yanıp rüzgâr camları sarsarken, bir kitap alıp ateş başına oturmaktan daha güzel bir şey var mıdır?’’

    Modern romanın temsilcilerinden olan Gustave Flaubert'in ''Madam Bovary'' adlı romanından en sevdiğim yirmi alıntıyı okumanız için sizinle de paylaşmayı isterim: http://www.ebrubektasoglu.com/yazi/gustave-flaubert-madam-bovary-romanindan-20-sahane-alinti/

    Keyifli okumalar dilerim,
    edebiyatla ve sağlıcakla kalın.

    YanıtlaSil