Bulgakov'u nasıl bilirdiniz? Çekingen bir adammış, ömrünün sonuna kadar gideremediği bu kusuru belli etmemeye çalışırmış. Bağımsızlığını korumaya gelince iş değişiyormuş tabii, üstleriyle hayatı boyunca anlaşamamış ama tek isteği herkese örnek olmakmış çocukken. Hayatında da şen ve alaycı olmasının onu tanıyanlarda bir güvensizlik yarattığına şaşmamak lazım aslında; eserlerindeki iğnelemeler yazar kimliğiyle gerçek hayattaki kimliğinin karışmasına yol açıyordu muhtemelen. Oysa onun alaycılığı sadece ikiyüzlülüğe, uşaklık eğilimine ve yaşadığı toplumda çarpık olan ne varsa ona yönlenmişti.
Doktorluğu bırakıp yazarlığa soyunduktan sonra tiyatro için metinler kaleme aldı ve Bir Ölünün Anıları'ndaki mevzuları yaşadı. Stanislavski'ye kinlendi, oyunlarını değiştirmeye çalışmalarından bıkmıştı. Hep daha iyi bildiğini düşünen insanlar vardı, onlarla mücadele etmekten yılmadı. Yazarlık tutkusuyla otoriteye boyun eğmek arasında çokça kalmıştır, çoğunlukla da bir orta yol bulmaya çalışmıştır ama inceldiği yerden kopmuş elbet. Kopuştan sonra unutturulmaya çalışıldı. Eserlerinden hiçbir yerde söz edilmiyordu, zamanla edindiği yazar dostlarının garip sessizliği yalnızlığını daha da derinleştirdi. Stalin'e yazdığı bir mektuptan sonra memur olarak tiyatroya döndü, memuriyetin yaratıcılığını kısıtlamasından yakındı. Bağımsızlığını tam olarak elde edememişti yine. 12 yıl boyunca bu kitabı yazdı, sevdiği kadın yazım aşamasında daima yanındaydı. Usta ile Margarita, metinde yer alan bu karakterler bir ölçüde Bulgakov'la sevgilisidir. Neyse, Bulgakov yakalandığı hastalıkla uzunca bir süre mücadele ettikten sonra ölür. Stalin'in ofisinden gelen bir telefon gelir, birkaç yazar evi ziyaret eder. Hepsi bu. Tabutu yaşamında çok önemli bir yeri olan Sanat Tiyatrosu'nun önünden geçerken tiyatro çalışanları kendisini son bir kez selamlar. Büyük bir kalabalık uğurlar en son, unutturulmak istenen bu büyük yazar, Oğuz Atay'dan yaklaşık kırk yıl önce okurunun peşine düşen ve bütün engellemelere rağmen okurunu arayan Bulgakov ölümünden sonra okuruyla tanışır. Benzer kaderler.
Usta ile Margarita'ya gelince, saçmadır. Bir kere çerçevenin dışına çıkmak isteyen bir yazar Bulgakov, düzyazının kaldırılması gerektiğinden bahsetmişliği vardır. Belli bir forma bağlı kalmak istememektedir. Yine bağımsızlık. Gogol'ün zavallı hayaleti gibi Bulgakov'un Şeytan'ı da günlük yaşamın saçmalığındandır, beklenmeyenlerinden değil. Moskova'nın orta yerinde Şeytan nereden çıkar, romanın içinde formu parçalayan başka bir romandan. Bundan daha mantıklı bir şey olabilir mi? Olabilir, mesela şu an görme aracı olarak kullandığınız -başka zamanlarda yumurta kaynatmakta kullanıyorsunuz- gözleriniz bir anda eriyebilir. Bunun ihtimali vardır, mantıklı bir mevzudur bu. İnanmayan nedenselliği araştırsın. İsa'nın ve koca bir toplumun çarmıha gerilişi bana kalırsa aynı zamanlara rastlar. İmkansız değil.
Ne olmuş, işte Şeytan ve üç kafadar arkadaşı Moskova'ya inmişler, ortalığı dağıtmışlar biraz. Sanat çevresinden iki arkadaşımız -Allah aşkına, Rus kardeşlerimizin ad ve soyadlarıyla muhatap olmak istemiyorum- İsa'nın hiç yaşamaması, Tanrı'nın zırva olması, bunun edebiyat yoluyla nasıl daha iyi anlatılabileceği hakkında konuşurlarken aralarına Şeytan girivermiş ve Kant'ın ahlak-Tanrı meseleleriyle ilgili bir iki gevezelik edilmiş. Sonrasında katliam başlamış; Tiyatro'nun müdürüydü galiba, adamın kellesini bir tren hallediyor ve olaya şahit olan diğer arkadaş kimle konuştuklarını anlayınca kafayı sıyırıyor, sanatçıların takıldığı bir mekana gidip çok acayip işlere girişiyor ve akıl hastanesini boyluyor.
Bulgakov'un okurunu dolaştırdığı hemen her mekanda, tanıştırdığı çoğu insanda kokuşmuşluk vardır. Şeytan boşu boşuna Moskova'da dolanmıyor.
İnsanların kaybolduğu odalar, ışınlanmalar falan filan derken otoriteyi temsil eden kişiler yavaş yavaş sağa sola dağıtılır, Şeytan icaplarına bakar. Kara büyücü bir şovmen olarak ortaya çıkıp bir de gösteri yapar Tiyatro'da, izleyiciler kafayı yer hafiften. Toplumsal bir cinnet, iktidarın istediği de farklı bir şey değil. Şeytan'ın hükümranlığının yanında çekiç de durmadan sallanmaktadır. Hangisi kötü? Burada işler karışıyor, sonra dönerim.
Bu akıl hastanesine yollanan arkadaşın adı Ivan. Şair kendisi ve toplumcu gerçekçi şiirler yazıp hayatını kazanıyor. Yazdıklarının beş para etmez şeyler olduğunun farkına varıp şiiri falan bırakıyor, o başka. Ivan'ın akıl hastanesinde tanıştığı bir adam var: Usta. Ustamız Pontus Pilatus ve Yeşu'yla -ecnebi memleketlerde Jesus olarak anılan zatın adının etimolojik halleri- ilgili bir kitap yazıyor, İsa'nın son günü. Sevdiği kadın bir başkasıyla evli olmasına rağmen derin bir aşkla bağlılar, kadın -Margarita- eseri bitirmesi konusunda Usta'ya yardım ediyor. Bulgakov'un yazdığı kitap, başka bir biçimde metinde de yazılıyor yani. Kitabın yayımlanması mümkün değil ama adam doğruları yazmaktan bir türlü vazgeçmiyor. İsa'nın şu sözlerine bakın:
"'En önemli sözlerim şunlardı,' dedi tutuklu. 'Bir kere, her iktidarın insanlar üzerinde baskı yaptığını belirttim, bir gün ne Caesar'ların ne başkalarının iktidarı kalır, dedim. İnsanoğlu gerçeğin ve adaletin egemen olduğu bir düzene kavuşur; o zaman hiçbir iktidarın gereği kalmaz.'" (s. 78)
Basbayağı Bulgakov işte.
İki bölümden oluşan kitabın ilk bölümünde Usta'nın hikâyesini öğreniriz, Şeytan ve tayfası üstünden şöyle sıkı bir sistem giydirmesi görürüz ve ikinci bölümde asıl mevzu başlar: bağışlanma, daha doğrusu Usta'nın kurtuluşu. Usta ve Margarita, yukarıdan gelen bir istekle, Şeytan'ın da yardımıyla birlikte huzura erecekleri bir yere giderler. Moskova'da zamanla her şey normale döner ve Şeytan'ın yol açtığı karışıklık zaman içinde unutulur.
Biz unutur muyuz, unutmayız. Şeytan'la başlarsak Şeytan bir kere ışıktır, ecnebi alemlerde Lightbringer derler. Ben Şeytan'ın, kötülüğün Tanrı'dan tamamen ayrı bir şey olduğunu düşünmüyorum, mantıksız geliyor. Tanrı'nın varlığını reddeden sanatçıyı öldürmesi ilginç mesela. Neyse, Şeytan elindeki ışıkla yol göstericiliğini yapar. Işığın çekiciliğine kapılıp yolu göremeyenler için bin eyvah.
İyilik-kötülük ve Tanrı-Şeytan üzerinden gidersek, iyiliğin kendiliğinden kaynağı -diyelim-Tanrı'nın tahtından indirilmesi ve koca bir toplumun üzerine çöken yoksulluk-yozlaşma döngüsünü deşmeye çalışanın Şeytan olması bir fikir verebilir. Burada, sözde sosyalist düzen eleştirisinde Şeytan'ın ucundan kıyısından gösterdikleri çok önemli. Dağıttığı paraların alkol şişelerinin etiketlerine dönüşmesi ayrı bir iğne, gazete kağıtlarına dönüşmesi ayrı bir iğne. Girdiği hemen her mekanı ateşin arındırıcılığıyla kutsaması, verdiği büyük partide şömineden çıkan ölüler... Eduardo Galeano'nun bir Bolivya yolculuğunda gördüğü kozmetik reklamıyla Margarita'nın cadılığının kına gecesinde bütün vücudunu yağlaması arasında bağlantı kurabilir miyiz?
"Kadınlar, bu kremi sürünüz. Neden siz de ten renginizden ötürü yalnız kalasınız? Sürün bunu!"
Özet geç diyenler için: Devlet güdümünde bir edebiyat olmaz. 1930'ların Moskova'sı. Tanrı öldüyse bu ne? Entelijansiyanın kokuşmuş kısmı kesilmelidir. Matta Levi'nin Yeşu'ya karşı hissettiğini Margarita Usta'ya karşı hissetmektedir. Özgürlük, akıl ve adalet!
Ek: Etgar Keret kaybolma izleğini Bulgakov'dan pırtlatmış olabilir mi? Çok yazar çok şeyi kaybedebilir gerçi.
Ekin Eki: Evet, biraz araştırmayla kaynak buldum. Gogol ve Bulgakov'dan etkilenmiş Keret, Kafka'dan sonra.
Çizgiromanını okumuştum ben bunun, tabi romana göre çok yavan olduğunu tahmin etmiştim yüksek ihtimal öyle de. O günden beri de okuyacağım güya.
YanıtlaSilAyrıca şarkı çok iyi.
SilKitap on numara, şarkılar şahane. Her şey süper. :B
Sil