28 Haziran 2015 Pazar

Selçuk Baran - Güz Gelmeden

Tayin çıkacak mı diye bekliyordum. Stresliyken pek bir şey yapamıyorum, kitap şeyleri dahil.

Beyoğlu çıktı. Tünel'e on dakika. Büyük düşünür Dave Grohl, "I'm gettin' tired of startin' again somewhere new," der, öyle değil. İki yıl Zonguldak'ta, denizle ormanın arasında yaşadım. Şöyle bir dönüp bakınca, eh, doğup büyüdüğüm yere dönmenin ağırlığı yok, denizin ağırlığıysa her zaman omuzlarda. Aynı suysa aynı su; Karadeniz insanı bağlıyor. Zamansız yağmurlar, günlerce aralıksız yağan yağmurlar, deli insanlar -her şey güzel ama bunlar orada yaşamayı oldukça zorlaştırıyor- derken kapılıp gidiyorsunuz. Buraya kadar. İstanbul'a dönüş. Birkaç güzel insanla ömürlük dostluk. Ev, evimi ne yapacağım ben şimdi, cebime tıkıştırdım. Balkonumda ağaçlar arasından yetişen mavi denizim gömleğimde kuru. Özledikçe koklanır. Her an bir gidişin rahatlatıcılığı, dönülebilecek kadar yakın. Bir bilet lütfen. 25 yaşımın çocukluğunu orada bıraktım da, görmeye gidiyorum. Abla, bana yine bir bahçe dolusu güler misin? Unutmaktan korkuyorum.



Geçen hafta yolda başlayıp bitirdim bunu, tamamlamaya karar verip akademinin kokuşmuşluğunu hatırlayınca tamamlamaktan vazgeçtiğim yüksek lisans tezimin konusu olacaktı Selçuk Baran. O kadar gitmek dedik, bir parçayı bırakmak dedik, Baran'ın temel izleği aslında; karakterlerin geride bıraktıklarıyla yüzleşmesi. Yüzleşememesi. Bir yarayı kanırtmak gibidir. Huzursuzluk. Deniz kıyısında güneşin batışını izlerken varlığınızın altında ezilmenize yol açar. Mercek değişti, dünyayı daha koyu görüyorsunuz. Kurtulamıyorsunuz. Tanrının bin bir gölgesi olan renkleri karıştırdınız, hangisiyle mutlu oluyordunuz, hangisi güneşin batmasıydı, sizi diğerlerinden ayıran renginiz hangisiydi? Soldunuz. Kapaktaki feneri görüyorsunuz, ışığını ayırt edemezseniz... Belki de gitmek iyi bir fikir değildir. Bavulunuzda çözemediğiniz mevzularla gittiğiniz her yer aynı.

Kocaeli'nin Karadeniz kıyısında bir sahil kasabası: Yeşilçay. Zengin bir adam, komünist oğlu ve ölen annenin ardından kardeşine karşı annelik görevini üstlenmiş kızı. Bir adet yaşamını geride bırakmaya çalışan avukat. Bir adet aşık olunacak kız, kızın moderniteyle gelenek arasında sıkışmış annesi. Fenerde yaşayan bir akıl hocası. Aşık olunacak kızın ansızın gelen ülkücü kuzeni. Minicik bir kasabada kesişen hayatların birbirini yıkışını göreceğiz. Bir parça umut da var; bazıları kaçışlarına son verebiliyor ama bedelini ödedikten sonra. Geçmiş şöyle dolu dolu göğüsleyemedikten sonra... Geçmiş meydan okunacak bir şey değildir.

Suat nam avukat amcamız Bir Solgun Adam'ın ta kendisi olabilir diye düşündüm, farklı çocuklarla ve eşle. Kitap okuyacak, yaşamaya çalışacak bolca zamanı var. Sol görüşlü öğrencilerin fahri avukatı ne için mücadele ettiğini düşünecek ve sonuçta her şeyi bırakıp Yeşilçay'a yerleşecek. Sessiz, sakin bir yer. İnsanın olduğu yerde böyle bir şey mümkünse.

Erol. Zengin adamın oğlu. İstanbul'a denizcilik okumaya gittikten iki sene sonra çökmüş bir halde dönmesi, babasını çok üzse de ablası tarafından anlayışla karşılanıyor. Hücre evlerinde geçirilen iki yıl avukatınki gibi yılgınlıkla sona ermiyor. Bomba yol açıyor her şeye. Ülkücülerin uğrak yeri olan bir kahveye atılan bomba. Erol'un kafasında derin bir uğultu. Kopmuş kollar, bacaklar. Aklına her geldiğinde bayılıyor Erol, travmadan kurtulamayacak gibi geliyor. Yeşilçay'da, geride bıraktığı can dostundan da uzaklaşmış, eski yakınlıkları yok. Bir kızı seviyor o da, istiyorlar. Mutlu sonun aslında mutlu son olmadığını fark ediyor Erol, sahip olacağı şeyleri gerçekten isteyip istemediğini düşünmek zorunda, anlamak zorunda ama pek zamanı da olmuyor açıkçası; Yusuf'la karşılaşıyor.

Yusuf, ülkücü kardeşimiz. Avukatı ve Erol'u tanır tanımaz onlardan nefret ediyor ama saldırıya geçmemesi gerek; cinayetle sonuçlanan eylemlerinden sonra örgüt tarafından gizlenmesi için gönderilmiş. Bir gece evinin önünde bekleyen adamlardan kaçmak için saklandığı fabrikada birini öldürmeye karar verene kadar saldırıya geçmiyor. Yukarıdakilerden biri veya bahsetmediğim diğerleri için kötü bir son. Bu bölüm atlanmış, sadece karşılaşmaları anlatılıyor ve ölümün ardına geçiliyor. Metnin süreğen zaman algısı bozulur gibi oluyor burada, olumsuz eleştiri olarak bir tek bunu söyleyebilirim.

Birkaç kişi daha, dediğim gibi. Bazı hayaller yıkık, bazıları yeni yeni oluşuyor. Küçük kasabanın insanlık halleri. Küçük kasabalar sayın okurlar, oraların insanlarını anlarsanız doğasını anlarsınız. Geçmişini anlarsınız. Yeşilçay'ın hırçın denizi ve durağan ormanı arasına sıkışmış insanlarında her şeyi bulabilirsiniz. Hepsi Hepsi Hayat Nasıl Olsa demiş Zardanadam. Elbet.

Küçük bir kasabayla ilgili bir şarkı, Bitirdik. Teşekkürler.

1 yorum:

  1. Çok güzel gözüküyor... not aldım, elinize sağlık... teşekkürler...

    YanıtlaSil