9 Ocak 2017 Pazartesi

Richard Brautigan - Kürtaj: Tarihi Bir Aşk Romanı, 1966

Sevdiğim yazarların kitaplarını okurken işi aceleye getirmiyorum, bir yazarın bütün kitaplarını arka arkaya okumak istemiyorum. O evrende ziyaret edecek yerler kalmalı, tek seferde kuşatmak nedir? Açlıktır. Açlık iyidir ama bitirmek iyi değil. Bitirmemenin iki yolu var; yazarın bütün kitaplarını okumamak veya okunan bir kitabı tekrar okumak. İkincisi pek yaptığım bir şey değil. Kitabın duygusunu yitirmekten korkuyorum, önceden açtığı dünyanın üstüne bir yenisini oturtmak istemiyorum. Tarihimi bölümleyen şeyler içinde kitapların belli bir zamanı imlediği noktalar var, bunlar bozulmamalı. Bu yüzden üzgünüm; Tezer Özlü'yü, Vüs'at O. Bener'i, Truman Capote'yi ve aklıma gelmeyen birçok yazarı geçmişte bıraktım, bir daha kolay kolay yakalayamayacağım onları, ya da onlar beni yakalayamayacak, nasıl yürüyorsa artık. Geriye okunacak kitap bırakmak kalıyor, bırakıyorum ben de. Brautigan'dan pek bir şey kalmadı geriye, kendisini 10 yılda bir okumaya başlasam iyi olacak.

Brautigan ve Fante, iki naif ayna. İşlemelerden olabildiğince uzak durduklarını görürsünüz. Fante'de hemen hemen hiç yoktur, Brautigan'da sıkmayan, yormayan oyunlar şeklinde görülür. Kitaba gelelim, bu kitaptaki kütüphane kadar oyuncul, yaşamın belirsizliğini taşıyan başka bir kurum/kuruluş yoktur. Sanki Tutunamayanlar Ansiklopedisi'nden fırlayan tipler kitaplarını bırakıp ortadan kaybolur.

Yine bodoslamadan girdim, başa alıyorum. Brautigan, naifliğine aşık olduğum üç, beş yazardan biridir ve yazdıkları kadar tetiğini çektiği tüfekten sebep beyin parçalarıyla duvara işlediği son eseriyle de dikkat celbeder. Halil Turhanlı demiş: "Duyarlılığı bu hayatı kaldıramayacak kadar keskinleşmişti." Şu an yağan kara bakıyorum, küçük taneler sonsuz sayıda. Brautigan gündelik yaşamın kaç parçasını/tanesini taşımak zorunda kaldı, inceldiği yerden anlayabilirsiniz. Kürtaj, incelikli bir romandır.

Epigraf olarak Richard'ın Frank'e bıraktığı bir not var; iki saate kadar döneceğini söyleyen yazar, arkadaşından romanı okumasını istiyor. İki saatte okuyabilirsiniz gerçekten, ağırlığıysa hayatınızda kitabın duygusunu yaşadığınız her an hissedilecek.

"Kitapların varlığını, üzerinde durdukları ahşabı onurlandırış biçimlerini seviyorum." (s. 9)

Kütüphane San Fransisco'da. Posta yoluyla kitap kabul edilmiyor, yazarlar kütüphaneye kadar gelip kitaplarını bırakmak zorunda. Belli bir sıralama düzeni yok, zira kitapların talibi de yok. Bildiğimiz kütüphanelerden değil bu, kitaplar depolanıyor, o kadar. 24 saat açık, vaat edilen maaş hiçbir zaman ödenmiyor, ölü doğumların teslim edildiği bir yer. Kitapların sahipleriyle kurulan diyaloglara bakılırsa kitaplarından bir an önce kurtulmaktan başka bir dilekleri yok. Çocuklar, yaşlılar, herkes kitabını bırakıyor ve tarih sahnesinden siliniyor. Kaybedenler Kütüphanesi, kaybettiklerinizin anıtlara dönüşeceği yegane yer.

Kütüphaneci, adı K olsun, 31 yaşında ve geleceğin kendisi için sakladığı bir yığın şeyi bulana kadar kütüphanede çalışacak. ABD'de bu işi yapabilecek tek kişi kendisi, öyle hissediyor. Önceki kütüphanecilerin hayatlarının sayımını yaparken yenilgilerinden başka bir şey anlatmıyor. Kitaplarını kabul ettiği insanları anlatırken sadece o anı inceliyor; birkaç cümle, kitabın teslimi ve puf, her şey bitti. Kitabını teslim edenler arasında Richard Brautigan da var. "AMERİKAN GEYİĞİ, Richard Brautigan. Yazar sarışın, boylu posluydu ve ona yanlış bir zamanda yaşıyormuş gibi bir görünüm kazandıran uzun, sarı bir bıyığı vardı. Başka bir çağda yaşasaymış kendini daha fazla yuvasında hissedecekmiş gibiydi." (s. 22) Diğer kitapların içerikleri: Dostoyevski'nin kitaplarındaki yemek tarifleri, kediler, elbiselerin ölümü, ki ölen elbiselerimi hala giyen biri olarak çok merak ettim,
yazımı yirmi yıl alan bir kitap ve sürüsüyle metin, kavanozlarda yüzen ceninler gibi.

Vida var bir de, kapaktaki hanım oluyor kendisi. Vücudu kendinden önce kadınlığını keşfettiğinden etrafındakilerin bakışlarından tiksiniyor, vücudundan çıkıp saklanmak istiyor. Ablasıyla vücutlarını değiştiklerini rüyasında gördüğünden beri işler yolunda gitmiyor onun için, K karşısına çıkana kadar. Kahveyi çok iyi yapıyor ki bir kadına aşık olmak için yeterli bir sebep. Sutyen kopçasını açamama ata sporunu pek iyi beceren K, Vida'yla birlikte yaşamaya başlıyor. İnceliklerden bir inceliktir bu sutyen olayı, kimileri içinse beceriksizliklerin en büyüğü. Davranışların kişilere göre anlam kazanması... Yaşamın kaotik yapısı en çok burada biçimleniyor sanıyorum.

Kürtaj. "Dünyada çok fazla çocuk var ama yeterince sevgi yok. Kürtaj tek çözüm." (s. 59) Yolculuğa çıkacaklar, kütüphanedeki kitapları dağdaki depolara taşıyan Foster'ın salık verdiği doktora gidecekler, istikamet Tijuana. Foster gibi şenlikli, hayta bir adama kütüphane emanet edilir mi? Etmek zorundalar.

Yolculuğun büyüsünü kaçırmak istemiyorum, uçağın kanadındaki kahve lekesinden daha şiirsel bir şey varsa o da geri geri giden uçaktır, hatta ding dong sesinden ibaret bir bölümdür, diyalogların bir tarafının üç noktayla geçiştirildiği bölümdür, hoş Brautigan oyunculuğudur, anlatım tekniğinin değişmesinin sayısız fırsat taşıyan geleceğin gelmesiyle, kütüphanenin dışındaki hayata adım atılmasıyla gerçekleşmesidir, ABD ve sınırın ötesindeki dünyanın karşılaştırılmasıdır, kısacası her yeni şey şiire özgüdür ve Brautigan bunu anlatırken kürtajı adımladığı dünyanın her yerinde sezdirir. Soğuk neon ışıklar altında ABD dışındaki dünyalar, terk edilen kitaplar, kütüphaneden ayrılış, hemen her şey kürtajın bir yüzünü imler. Daha iyisi -diyemiyorum, daha başkası için eldekinden kurtulmak lazım gelir.

Bir sene boyunca Brautigan okumayacağım, bu güzelliği uzunca yaşamak istiyorum. Başka bir güzellik, Jackson C. Frank'i şuraya bırakıp bitiriyorum. Bana göre ikisi de benzer ruhu paylaşmış adamlar. İkiniz de bu dünyadan geçtiniz, bunu bilmek bile bir adım daha atmak için yeterli.



Gözlerim doldu, şu adamları düşününce... Dünya nasıl sevilmez?

2 yorum:

  1. Daha önce hiç Brautigan okumadım ve en kısa zamanda başlamak istiyorum. Çok güzel yazmışsın, eklediğin şarkıları da çok sevdim. Teşekkürler =)

    YanıtlaSil
  2. İlk üç paragrafına öyle katılıyorum ki altına kalıbımı da imzamı da basarım. Aynı sebepten ötürü, tüm külliyatını okudum dediğim hiçbir yazar yok henüz. Brautigan'ın bir iki kitabı var elimde, okumuyorum, bekletiyorum.

    Fante'nin naifliğini kimselerde görmedim. Çok yalın, çok dümdüz ama aynı zamanda bu kadar içli, şaşırıyor insan. Fante'ler de bekliyor, onları da okumuyorum. Brautigan daha -gerçeküstü- diyeceğim. Kalbimi onun kadar yaralayan pek az yazar var. Düşününce ben de ağlamaklı oldum bak...

    YanıtlaSil