23 Ağustos 2017 Çarşamba

Leylâ Erbil - Hallaç

Erbil'in öykülerinde insanlar boş bir sayfadır da çevredeki edimlerle doldurulur gibidir. Odakta nelik, kadınlık, ilişkiler, yirmi beş yaşın içinden geçen hemen her şey vardır. Doldururlar ama kendilikleriyle değil, odaktan göründükleri biçimde. Örneğin öykülerden birinde anlatıcıyı takip eden kuş bir insandır, toplumdur, bilincin bilinçaltına saldırısıdır, korkudur. Bu tür sembolleri dile indirgeyebiliriz; dil bilinçaltı karşısında iflas etmiştir, yetersizdir ve şeylerin anlatımında kendi biçimini dayatır, bu açıdan zorbalığının alaşağı edilmesi gerekir. Yüklemler anlamı/anlamsızlığı gerektiği ölçüde yüklenmez, o da eksik olur, cümlede yer almaz. Noktalama işaretleri türetilmiştir, mevcut olanlar yansıtılanı tam olarak karşılamaz. "Şey" yerine "nen" kullanılmıştır, bu da bir hassasiyettir. Bir iki yerde "şey" kullanılmış gerçi, olsun. Alışkanlık. Karakterler yokun içinden gelir, yarım. Amorf, yarı varlıklardır. Mekanlar da öyle. Ampirik olgulardır, tabii yaşamı sığışılacak bir şey olarak görmenin sonucu tamamlanamazlar. Özgürlüğü başkanın gözünden görmek, kendiye dair bütünlüğü oluşturamaz. Maksat buysa eğer, sonsuza ıraksar.

Varoluşun dörtnala sürüldüğü zamanlarda yazılmıştır, epigraf Beckett'a aittir: "Nothing is more real than nothing." Yokun birinciliğini kutlarız, onun anlaşılması binlerce yıl önceye dayanır ama kendini tam olarak, en azından yeni bir bağlamla, dönüştüğü son biçimle gösterebilmesi için insanın makineleşmesi ve bombalar altında parçalara ayrılması gerekmiştir. Özgürlüğü ve yoku birbirine yakıştırıyorum; birbirine omuz vermiş iki dava arkadaşıdır. Özellikle bu dönemde.

Erbil hiçbir kitabıyla hiçbir ödüle katılmamıştır, sanırım en sevindiğim şey bu. Niye sevindim, sanatla ilgili görünüp aslında yakınından dahi geçmeyen bir sıralamaya girmediği için. Başka, bu ilk kitabıdır, öyküler 1959-1971 mamulüdür. Varoluşçuluk, Gerçeküstücülük, Beat 'em Upçılık tarzı işler barındırır. Üç bölümden oluşmaktadır, her bölümden üçer öykü alacağım.

Yatak: "Değişen ne var? Hiç. Bayağılıklar değişmiyor ama, yıllar yılı önünde tutuyor kişiyi." (s. 11) Anlatıcının yatağı güneşlendirilmeli, öykü boyunca gerçekleşmiyor bu, gerçekleşmesi bir ihtimal olarak hep orada duracak, tekrarlanacak ama kimse buna yeltenmeyecek. Nesnelerin kayıp gitmesi anlatıcının dikkatini çeker, sanki etkileri hiç yokmuş gibidir. Dokuntusuz, sıyrılma der anlatıcı. Arkadaşları sevişir, anlamsız. Sevi yoktur, kelimededir, fiili bir geçerliliğinden söz edilemez. İçilir, konuşulur, Beat adamlarından birinin yazdıklarından bahsedilir; kişinin karısının üstünden başka kadın düşünmesi Brautigan'da vardı, belki odur, belki değildir. Sıkılmaktan bile sıkılırlar, KUŞ -yukarıda bahsettiğim- hep oradadır ama böyle büyük büyük yazılmaz, biçimi büyüktür de boyutu alelade harf gibidir. KUŞ'un diğerlerinden büyük olması için de bir sebep yoktur. Sonda anlatıcıyla konuşur, onun elinde olduğunu söyler. Anlatıcı öyle sandığını söyler. Söylemde kalırlar. Son.

Bilinçli Eğinim I: Kesik yemiş cümleler hızlı akardır. Özgürlük ve edim meselesi üzerinedir.

Anlatıcı don çalar. Ucuz bir don. Sevi istemediğini tekrarlar, sevi yitmiştir. Neden anlattığını da söyler, aslında söyleyemez. Bir nedeni üzerine iliştiremeyecek kadar soyutlaşmıştır, oyalanır. Gemisinin kalkmasına iki saat varken donu çalar, yakalanır. Çantasına bakılır, dolu parası vardır. Öyleyse neden? "Öykü uğruna kişiyi sonuna dek getirme deneyi", büyük-küçük yazılı, KUŞ gibi. Bu KUŞ mesela büyük, bu değil. Anlatamadım. Neyse, olgular anlatıcıyı değil, anlatıcı olguları yönetir, olay yaratma yetisi sınanır. Vivre Sa Vie'de Nana'nın arkadaşıyla otururken söyledikleriyle paralel; eli kaldırmak, sigara içmek, yaşamak sorumluluk ve özgürlüktür, yaşam aşağı yukarı budur ve bundan kaçış yoktur.

Bilinçli Eğinim II: Rüstem anlatıya girip çıkar, neşeli ve neşelendiricidir, en azından hayata heyecan katar. Anneyle babanın ölüsü ıtırla fesleğendir, büyürler. "Korkmadığını sanan korku" yanında "korktuğunu sanan korkusuzluk" vardır, birazdan ölüneceğini söyler anlatıcı, kimselerin ondan ummadığı.

İkinci bölüm Sait Faik içindir, yazarın büyük yazara hediyesidir.

İncik Boncuk: Trende tanışmaların teki. Anlatıcı yazar, eşi çalar, sanat dolu bir çift. Trende öyle ahım şahım pek bir özelliği olmayan kızla tanışan anlatıcı, yaka silkmekten bunalıp arazi olur ama kızla eşini eve davet etmiştir bile. Güzel bir akşam yemeği, gittiklerinde misafirlerin pek de fena olmadıklarını söyler adam, anlatıcı içlenir ve adamın sigarayı bırakması gerektiğini söyler. Adam sigara içmemiştir. Trendeki olmaz bir tesadüften olmayan bir gerginlik.

Üç Arkadaş ya da Oyun: Üçü de birbirine benzemez, üçüncü gelmeden ikinin anlamı yoktur, üçüncü mutlaka duman edilir, yerilir ve bu döngü sürer. Anlatıcı ve gözlemci arasında anlatıdan başka bir ilişki yoktur, gözlemci aralarına karışmak ve yeni yaşam olasılığını kucaklamak ister ama fırsat bulamaz.

Üçe tamamlayamadım, üçüncü bölüm geldi. Adı Kırmalar.

Öykü: İzlekler, betimleme, diyalog vs. başlıklar halinde verilmiştir, bileşenlerinden bir öykü yaratılmıştır, tersine öykü denebilir; öykü gerçekten kurgulanmış bir haldedir. Kafası da oldukça karışıktır, gerçeğin epey üstündedir.

Uğraşsız: Çaba gösterilmeden yaşam. Şey, bu Esirgeyen Gökyüzü'nde kadının bedevilere katılmasından sonrasını mezkur öyküdeki hanımın halleriyle benzeştirdim, bilemiyorum, seçim yoksa sorumluluk da yok, yine de sevgisiz, çabasız, erkeğin koldan çekelemesiyle ilerleyen bir yol kafayı suya daldırıp avaz avaz bağırmaya yol açıyorsa...

Bay Suret ağır top, elleşmiyorum.

Leylâ Erbil mühim bir yazar. Karanlığın Günü dışında bir şeyini okumamıştım, bu ikinci. Erbil dener, en başa bunu koymak lazım. Biçimi, sentaks bükmeyi eşeler. Zordur, birazcık emek ister. Su ister. Yoka ve saçmaya sevi ister, kendi deyişiyle. Seviyi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder