18 Kasım 2017 Cumartesi

Breece D'J Pancake - Kışın İlk Günü

Atwood öykülerdeki yalın gerçekliği övüyor, Oates'un da Hemingway'le kıyaslayası geliyor Pancake'i. Arka kapakta "Hemingway'la" yazıyor, mavi boncuk olarak durabilir. İçeride bir iki küçük hata dışında problem yok, Yüz Kitap'ın titizliği üst düzeyde. Neyse, yalın gerçekliği açarsak Pancake hakkında küçük bir değerlendirmede bulunan Andre Dubus III -kitaplarını çevirirler umarım, iyi bir yazara benziyor- basit insanlık gerçeklerinin kim olduğumuzu görebilmek açısından önemli olduğunu ve Pancake'in karakterlerini yargılamadan kurduğunu söylüyor. Llosa, Edebiyata Övgü adlı kitapta yer alan, edebiyatın ne halta yaradığını anlattığı bir yazısında okura tutulan aynayı şöyle anlatıyor:

"Edebiyatın açığa vurduğu gerçekler, her zaman o kadar iç açıcı değil; bazen, romanların ve şiirlerin aynasına yansıyan imgemiz, bir canavarın imgesi. (...) Gördüğümüz bazen o kadar iğrenç ve ürkünçtür ki, dayanılmaz olur. Yine de bu kitaplarda anlatılanların en kötü yanı, kan, aşağılama ve kahrolası işkence tutkusu değildir; en kötüsü, bu şiddet ve aşırılığın bize yabancı olmadığını, bunların insanlığın derinlerde yatan bir parçası olduğunu keşfetmemizdir." (s. 31)

Bu keşif Pancake'in öykülerinde kaşifini bekliyor. Hükümsüz bir anlatıda karakterin/insanın işlediği suç yahut yediği nane ortaya çıkmaz, yazar anlatıcıdan çok aktarıcı sesi kullanır ve minimal ölçüde verilen detaylarla kişilerin edimleri, psikolojileri vs. okur tarafından oluşturulur. Bu öykülerde okura çok iş düşüyor, Hemingway'le kurulan benzerlik bu açıdan çok doğru. Buz dağı yaklaşıyor, su altında kalan kısım okurun ellerinden öper. Dubus III bu dolaysız, büyük bir ustalıkla adım adım kurulan dünyanın, o güne kadar yazdığı öyküleri nasıl çöpe attırdığını ve yalınlığın gücünün etkisiyle tekrar yazmaya başladığını anlatıyor. Karakterler sanki Pancake'in arkadaşları ve arkadaşlar iyi, içlerinde yatan karanlık ne derecede belirsiz olsa da kısa ve süssüz cümleler çaba harcayan okurun, kurgulama konusunda fikre ihtiyacı olan yazar adayının etkileneceği bir gerçekliğe sahip.

Sağdan soldan duyduğumuz ve sevdiğimiz William Carlos Williams'ın sözüymüş: "Burnunuzun dibindekini yazın." (s. 179)

Pancake'in öyküleri her ne kadar basit gibi gözükse de uzamın kuruluşu, öykülerin başlayıp bittiği nokta ve diyaloglar son derece ince iştir, zordur. Birbiriyle bağlantısızmış gibi gözüken detaylar anlatılan karakterleri yavaş yavaş biçimler ve anlam kazanmaya başlar, hiçbir şey israf edilmemiştir, evdeki dolu bir tüfek olduğu bilgisi tüfek patlamasa da önemlidir çünkü ortada dolu bir tüfek ve insanlar var. İnsanlar varsa her türlü olasılık var, olasılıkların getirdiği huzursuzluk yeter. Mekanın kuruluşunda Pancake'in parıldama anları oldukça etkili. Parıldama anları diye uydurdum, kesin terim olarak bir karşılığı vardır. Zihnin bir anı bütün detaylarıyla kaydetmesinden bahsediyorum. Sadece kaydetmek de değil, diğer anlarla bütünleştirmesi, ayırması, yorumlaması, değiştirmesi, yeniden biçimlemesi ve orijinalini koruması. Karşılaştırabilirsiniz; iki versiyonu da akılda kalır ve bir yandan gerçeğin ne olduğunu bilirken diğer yandan kurgulanmışın güzelliğine hayran kalırsınız. Gevezeliği bırakıp örnek vereyim, kasabanın girişinde son bir yokuş var, karakterin zihninde olanlar: "Bo o yokuştan bakınca evlerin üzerindeki sarı ışık karelerini görebiliyor, her birinin konumundan kim uyanmış kim uykuda anlayabiliyordu." (s. 56) Bu muhteşem bir yaratımdır; iki katlı kasaba binaları, tek katlı evler canlanır ve aynı doğrultudaki camların aynı ışığı yansıtmaması insanların günlük yaşamlarını anlatır. Başka ne çıkarabiliriz, bu manzaranın belki yüzlerce kez görüldüğünü düşünebilirim, özellikle bir pencereye bakıldığını düşünebilirim, kasabanın yaşamın tamamını kapladığını düşünebilirim. Öykü sırf bu açı sayesinde kendini açmıştır artık, karakterler vs. aynı şekilde açılır ve onların da uyandıracakları başka imajlar, görüler vardır. Müthiş bir detaylandırma şekli, Pancake'in dünyasını pek sevdim.

Pancake'in dünyası... Batı Virginia, kırsal, ekonomik sıkıntılar yüzünden satılan evler, kapanmaya yüz tutmuş kömür madenleri, çiftlikler, dükkanlar, başka bir dünyanın mümkün olacağını düşünemeyecek kadar toprağa gömülü insanlar, her şeye rağmen umut edebilen insanlar, işçi sınıfı, yoksulluk... Bir iki öykü şehirde geçiyor, yazarın başka bir dönemine ait.

Trilobitler: Pancake'in adının duyulmasında etkili olan öykü bu.

Ginny çekip gitti, verdiği sözleri unuttu, lise yıllığına yazılanlar gerçekleşmeden kaldı. Colly kuraklık gelmeden, babası ölmeden ve Ginny gitmeden önce iyiydi ama artık değil. Çok sevdiği böğürtlen kokuları kaybettiklerini hatırlatıyor, en başta kendisini. O zamanki kendisine bir daha bürünemeyecek, her şey çok hızlı. Anlatıcı olarak konuşması da çok hızlı ve odaksız; her an her şeyden bahsedebilir, kendi kendine konuşabilir, gülebilir. Deli değil ama ruhundan eksilenlerin yerine koyduğu şeyler uyumsuz. Babasının yaşlı bir arkadaşıyla muhabbet ediyor her gün, becermek istediği kız hakkında, daha çok kendi babası hakkında ve evin satışı hakkında. Tarlada bulduğu kaplumbağayı kesip etini tavaya attığı sırada -bunun detayları ince ince biçimlenir çünkü kırsal alan, kırsal insan, merak eden Deliverance'ı izlesin- yetkili abi gelir ve anneyle konuşur, Colly'yle de konuşur. "Düşünüyorum da, sesi lanet bir televizyona benziyor." (s. 18) Ginny'nin gitmesiyle birlikte her şey boka sardığı için artık pek umursamaz, Ginny geldiğinde bile. Okulu tatile girdiği için gelir, Colly'yle sevişip ortadan kaybolur çünkü bu kasabada her şey aynıdır ve kız aynılığa katlanamamaya başladığını fark eder.

Trilobitler. Colly bir tane bile bulamaz. Bulsa neyin değişeceğini düşünür, onu da bulamaz. Colly yaşamına dair pek bir şey bulamayacaktır, orada kaldığı sürece. Neyse ki ev satıldıktan sonra taşınacaklar. Olay bu değil tabii, aşırı köklülüğün getirdiği yerleşiklik, yerleşiklikten sonra acı.

Bir Ömürlük Oda: Römorkör bekçisi yılbaşı şerefine bir oda tutuyor. Sekiz dolarlık, büyük. Adamda yılbaşı laneti var, belki sizde de vardır, yılbaşında hiçbir şey yolunda gitmez, planlar bozulur, yenileri derme çatma yapılır ama bir şeyler hep eksik olur, mutsuzluk olur, çayır olur, çimen olur.

Noel Dayılar, her yer kar, herkes mutlu, adamın içesi yok ama içmeye zorluyor kendini. On dört yaşlarında bir kız dikiz. Kıza içki alıyor ve odasına götürüyor. İş bittikten sonra kıza bir iş -maaşlı, mümkünse masa başı- bulana kadar odada kalabileceğini söylüyor ama kız parasını isteyip çıkıyor oradan, yarım saat sonra adam ona başka bir mekanda rastladığında bileklerini kesmiş halde, yağmurun altında öylece duruyor. Bara tekrar girip barmene durumu anlatıyor, arazi oluyor. Sonrasında aklına bokların nasıl batmadığı, bütün şehrin bokunu kaldıran denizin sabrı ve ara sokaktaki kızı tekrar düzme isteği. O kadar da düşmediğini söyleyip limana dönüyor, römorkör dikizliyor.

Bu kadar keskin ve açık.

Ha Bire: Bu işte, özenli bir okuma istiyor.

Kar temizleme aracının şoförüyle araca aldığı otostopçunun muhabbeti, otostop çeken çocuğun araçtan inmesi, anlatıcının/şoförün eve dönmesi ve aç domuzlarına bakması. O civarda gerçekleşen otostopçu cinayetleri hakkında o kadar normal bir şekilde konuşur ve kendi ağzından anlatıyı o kadar doğal bir şekilde kurar ki altta yatanı bulmak zorlaşır. Müthiş bir öykü.

İz: Tyler ödüllü boğasını yarışmaya götürecek, karısı Reva ona yardım edecek ve ödül kazanacaklar. Güzel ama Reva kaybetmiş; çocuk istiyor ama çocuğu olmuyor. Karnında hareket eden tavşanları düşlüyor, biri şöyle bir dürtse de meme istese, artık çıkacağını söylese. Bir diğer kaybettiği nokta, çocuğun kardeşi Charles'tan olmasını istemesi. Charles uzaklarda, kim bilir hangi fahişelerle sevişiyor. Reva Koca T'ye bağlı, başka bir hayatı olamayacak gibi gözüküyor. Kulübeyi neden yaksın yoksa. Nehre, Charles'a, kendisini bırakıp giden kim varsa hepsine sonsuz lanet!

Savaşa giden arkadaşının yeşillendiği kızla evlenen ve çocuk dahi yapan, bir yandan hiçbir şey olmamış gibi arkadaşıyla mektuplaşmaya devam eden adam, kaçak içki satıp horoz dövüşü düzenleyen eski boksörün yediği efsane dayak, köksüzlüğün üstesinden hiçbir zaman gelemeyecek tır şoförü, şahane öyküler ve karakterler... Hepsi müthiş. Çeviride kaybolan şeyler var mı, merak ediyorum, mesela Batı Virginia insanlarının azıcık yayvan konuşmaları... Redneck gibi değil tam, ona benzer, ortada bir şey. Aklımda öyle kurdum, onların sesini duymaya çalıştım.

27 yaşında av tüfeğiyle intihar etmiş Pancake, inceliği dünyayı kaldırmaya yetmemiş olabilir. Unutulması mümkün değil, kendine özgü dünyası ve kendisi yaşamaya mahkum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder