27 Kasım 2017 Pazartesi

James Wood - Kurmaca Nasıl İşler?

Kurmacanın yapma ve gerçek olması ihtimallerinin bir arada bulunduğunu söyleyen Wood, yapma olanın tekniğini, kurmacanın işleyişini oldukça detaylı bir biçimde vermeye çalıştığını söyler. Olabildiğince gerçeğe yakın bir kurmacanın en başarılı tür olduğu fikri, sanatın diğer dallarında olduğu gibi kesin çizgilerle sanatı sınırlama çabası gibi geliyor bana, bunun bir başarı olduğunu söylemek benim için zor. Vonnegut'ın Mavi Sakal'ında sanatçının sezgisel gerçekliğinin ve bu gerçekliğin kurmacaya yansımasının çok güzel bir değerlendirmesi var. Rabo Karabekian nam ressam, natürmortların bir akışa hizmet etmesi gerektiğini düşünür. Doğa ölü olsa dahi akıştadır ve boyalarla oluşturulan gerçeklik bir tür devinim içinde olmalıdır. Gerçeklik algısının dışında bir algı olduğunu düşünüyorum burada, gerçeğin gerçeğe sunulması ama yaratıcının zamanın akışını kusursuz bir biçimde yansıtabilmesi. Wood, bu işleyişi Ruskin'in eleştirilerindeki yaratım aşamasında esin veren gerçeğin sanatçı tarafından değerlendirilmesini, yaşamla bağlantısını örnek alarak anlatmaya çalışır, anlatım tekniklerini dünya ile ilişkilendirmeye çalışır. Bu temel üzerine oturttuğu incelemesinde çeşitli kurmaca biçimlerini birçok yönden inceler.

Anlatım: Anlatan şahıslardan ibaret olduğu söylenir ama asıl olay güvenilir ve güvenilmez anlatıcıdadır. Her şeyi bilen anlatıcının aslında her şeyi bilemeyeceği, bu anlatımın yavaş yavaş terk edildiği söylenir ama günümüzde Jonathan Franzen gibi yazarlar Tolstoy'un başını çektiği geleneği sürdürürler, başarılıdırlar kanımca. Sonuçta tercih meselesi; Ballard'ın görüşlerine katıldığımı söylemekle yetineceğim. Günümüzde yaşama dair herhangi bir şeyden emin olma nanesinin geçerliliğini yitirdiğini düşünüyorum, bu yüzden güvenilmez anlatıcı gerçeği daha iyi anlatıyor, gerçekten uzak olması sağlıyor bunu. Zeno Cosini bu açıdan müthiş bir karakter, James Stevens da öyle. Öznel bir tercih, bu adamların anlatıcılığı "evrensel doğru" anlatıcılarının bahsettiklerinden daha çekici çünkü daha gerçek.

Serbest dolaylı anlatımın tanımını yapar Wood ve örneklerini verir. Anlatıcının sesinin karakterin sesine karıştığı ve ikisinin ayrıldığı noktalar anlatılır. Mevzu Manfred Jahn'ın Anlatıbilim'inde daha metodik bir biçimde incelenmiştir, paralel bir okuma daha iyi sonuçlar verebilir. Neyse, Henry James'in serbest dolaylı anlatımının kusursuzluğu ve Nabokov'un Rus biçimcilerinin "yabancılaştırma" kavramını içeren ironik anlatımı incelenir, bilinç akışının karaktere mi yoksa yazara mı ait olduğu tartışılır. Joyce'un yanında David Foster Wallace, DeLillo ve Pynchon gibi mirası devralıp daha uç noktalara taşıyan yazarların metinleri anılır. Jahn'ın katmanlara ayırdığı ses kavramının üç biçimi, anlatıdaki üç dil açıklandıktan sonra "betimleyici duraklama" ele alınır, akışın sürdüğü alanın tasvirleri. Bağlamın oluşturulmasında bu duraklamalar mühim, diyalogların ve karakterlerin boşlukta yüzmemelerini sağlar. Bazen boşlukta yüzmeleri de iyidir tabii.

Bu noktada Flaubert'in yenilikçi anlatısına iki bölüm ayırır Wood, Fransızcanın zaman kiplerinin zenginliğinin İngilizceye üstünlük kurduğunu ve bu çeşitli zamanlara bölünebilen anlatının yeni bir gerçekçilik biçimi yarattığını, yazarın ve karakterin gözünün birlikte kullanılarak anlatının bir devrim özelliği kazandığını söyler. Serbest dolaylı anlatımın yol açtığı soru işareti, sesin kime ait olduğu problemi Flaubert tarafından ortadan kaldırılmıştır. Karakterin iç dünyasının zenginliği yazarınkine denk hale getirildiğinde soru sorulacak bir ses kalmaz, o ses ikisine de aittir. "Edebi üslup, edebi yollarla ortadan kaybolmaya zorlanır." (s. 47) İnsanın yaşamda kaydettikleriyle kurmacada karakterin kaydettikleri arasındaki fark ne kadar azalırsa iki gerçeklik türü -gerçeğin de bir gerçeklik türü olduğunu varsayıyorum- kesişir.

Detaylar: Diyalektik bir gelişim var; edebiyat hayatı daha iyi fark etmemizi sağlarken yaşam süreci de metne daha farklı yaklaşımlar sunar. Klasiklerin on yılda bir okunması gerektiği söylenir, bu yüzden. Süresiz bir gelişim, edebiyatta ve yaşamda. Birbirini biçimleyen gerçeklikler.

Joyce'tan, Flaubert'den yapılan alıntılarla detayların gerçekliğin kurulmasında önemli olduğunu söyler Wood. Yeterli ölçüde detay -kapı numaraları, karakterlerin fiziksel özellikleri vs.- her şeyi kurmacanın biraz daha dışına çıkarır. Romanın ilk beylerinden günümüze kadar detaylandırma güdüsü artmış, roman daha resimsel olmuştur. Cézanne'ın Balzac'ta okuyup resmini çizmek istediği "yeni yağmış kar gibi beyaz örtü" mesela, çok ince iş. Dikkatli bakmak, anlık parıltıyla zihnin karanlıklarını aydınlatacak şekilde kaydetmek... Nabokov'un Mann, Camus, Faulkner, James gibi yazarları reddetmesinin detayları görememelerinden kaynaklandığı söylenir. James, puronun yanan kısmını tasvir ederken "kızıl bir kor" sözcüklerini kullanır ama Nabokov karşı çıkar, puroların kızıl korunun olmadığını söyler. Görevde olmayan, kurmacaya derinlik katmayan detaylardır bunlar. Zihnimizin çalışma biçiminden uzak olduğu için kurgulanan dünyayı ağırlaştırır.

Karakter: Wood, romancının bir tırabzana tutunduğundan ve onu bırakmaktan korktuğundan bahseder, bunu yapanlar karakterlerini bir tablo gibi betimleyip olabildiğince gerçeğe boğarlar. İyi bir yöntem değildir bu, en iyisi karakteri olabildiğince yaşar hale getirmek, olaylar karşısında gerçekçi tepkiler vermesini sağlamaktır. Conrad, karakterlerinin hiçbir zaman yeterince gerçek olmaması korkusu yüzünden romanlarının çok uzun tuttuğunu söyler. Wood'un yorumu: "Okur küçük, kısa ömürlü, hatta düz karakterden de, en az büyük, çok yönlü, önemli kahramanlar kadar çok şey alabilir." (s. 70) Burada da okurun etkin katılımının rolü vardır, okurun biçimlendirmeye kalktığı, yargıladığı karakterler -Kaptan Ahab, Jean Brodie vs.- buna gelmez. Karenina ve Briest gibi karakterler de mutlak bir özgürlüğe gelmez, belli bir evrensel doğrunun etrafında biçimlenmişlerdir ve anlaşılabilmeleri için asgari ölçüde yoruma maruz kalmalılar. Wood, roman karakteri diye bir şeyin olmadığından bahsederken bu tür kıstaslardan uzaklaşılması gerektiğini söyler. Zeno'nun deli olup olmadığı, Sorel'in rüzgarda savrulan bir yaprak olup olmadığı şahit olunacak şeylerdir, tanıdığımız insanları oldukları gibi ele almamızın gerekliliği bu kurmaca insanlar için de geçerlidir.

Karakterler kurmacadır ama onlara gerçek muamelesi yapılmalı ki tanınabilsinler. Bu durumda Saramago'nun Ricardo Reis'i katmanı derinleştirir, bilmediği bir şeyin farkında olması, yani gerçek olmaması -kurmacadaki yaşamında tabii- okuru karaktere yakınlaştırır, okur bütün zıtlığına rağmen onu gerçek kılar. "Bu romanın ve Saramago'nun eserlerinin çoğunun sorduğu soru, önemsiz bir 'Ricardo var mıdır?' üst kurmaca oyunu değildir. Bu çok daha etkili bir sorudur: 'İlişki kurmayı reddettiğimiz halde var olur muyuz?'" (s. 78) Bu bir oyun haline gelebilir, Spark ve Saramago gibi yazarlar karakterlerinin bu uç durumlarını kurmaca oyunu gibi sunmazlar, bu durum gerçekten üzerinde düşünülmüş bir kurmaca probleminden doğar. Kurmacanın içinde yer aldığını anlayan karakterin yazarı öldürmesi başka bir şeydir, bu başka. Yazara kalmıştır tabii, yazar bizden karakterine nasıl yaklaşılmasını isterse karakterini ona göre kurar.

Doğruluk, Gelenek, Gerçekçilik bir diğer mühim başlık, nefesim kesildiği için girmiyorum. Birkaç başlık daha var, bilincin, diyaloğun ve dilin kurmaca üzerindeki etkileri inceleniyor.

Okuma edimini doğallığından çıkaracak bir inceleme değil, güzel bir çalışma. Kurmacaya ilgi duyanlar için.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder