22 Kasım 2017 Çarşamba

Kobo Abe - Kanguru Defteri

Tohumun adını bilmiyorum, şu mor çiçeklerin arasındaki, siyah. Çocukken bir tanesini yutmuştum, midemde kök salan ve gözlerimi çıkarıp dallarını büyüten ağacın kabuslarıyla uyuyamadığım geceler olmuştu.

The Evil Dead, Ash. Yabancı El Sendromu denen naneyle ilk karşılaştığım zaman ödümün kopuşunu hatırlıyorum, sonrasında Dr. Strangelove'da da gördüm. İnsanın kendi vücudu tarafından saldırıya uğraması, kendi vücuduna yabancılaşma kadar korkutan çok az şey vardır. Uykuda elim tarafından boğulmak, bıçaklanmak... Vücudun harekete geçip uyuyan bilinci yok etmesi, mesela.

Anlatıcının bacaklarında beliren turp filizlerini gördüğü an bütün kabuslarım, çocukluk ve yetişkinlik için ayrı ayrı, özenle kurduğum kabuslar geri döndü. Aynanın öbür tarafına iki günlük bir yolculuk; cehennemin katlarında Dante'nin bir parodisi, Kafka'nın çıkmaz sokakları, daha kimlerin neleri, hayır, Abe intiharından önce yazdığı bu son kitabında belki de ansızın beliriveren kanguru defteri fikrinin devamını gösteriyor. Pazarlama çalışanı fikir uydurmada başarılı, belki ilk kez üstlerinden övgü alıyor ve... Buna alışkın olmadığı için kendini kaybediyor olabilir mi? Belki karoşi öncesi muhteşem bir cinnet. Yediği yemek, içtiği bira, vücuduna aldığı herhangi bir şey halüsinojen bir etki yaratmıştır belki, kim bilir. Biz çıktığı yolculukta kendisini yalnız bırakmayacağız, karşılaştığı her abuk duruma hayatın sıradan bir gerçeği muamelesi yaparken kafayı kırmazsak. Olasılıklar olağanlıktan uzaklaştıkça gerçeklikten kopmama çabası zorlayıcı hale geliyor, okur oldukça zorlanacak.

Kutu Adam gibi emek isteyen bir okuma şart. Abe'nin son metni olduğunu söylemiştim, deli gibi yazarken neler olduğuna çokça dikkat ettiğini düşünüyorum. Anlatının random olaylardan oluştuğunu söyleyenler var ama karmaşanın kasıtlı olarak çıkarıldığını düşünüyorum, Abe çeşitli maddelerin etkisi altındayken -su, alkol, kesinlikle keyif verici madde- eklemli bir dünya yaratmış. Pink Floyd'un Marooned'u ve Echoes'u kendine yer bulur mesela, psychedelic ortamlara gidebilecek müthiş bir playlist.

Fikir kutusu, patronların yeni icadı. Anlatıcımız kanguru defteri diye bir şey uydurur, kutuya atar ve fikri en umut vadeden fikir seçilir. Kanguru defterinin açıklanması istenir -anlatıcıya Şimizu diye bir isim uyduruyorum- ama gevelemekten başka bir şey yapamaz Şimizu, hani hayvanat bahçelerindeki en dikkat çeken hayvanlar kangurular, cepleri var, defter vardır cepte, böyle şeyler. Hafta sonuna kadar süre verilir, fikrini geliştirmesi beklenmektedir. Büyük baskı, adamın kafayı kırması veya cehenneme gitmesi veya bacağında yetişen turpları yemesi için yeterli süre. Filizleri fark eder etmez doktora gider, bürokratik hadiselerden illallah etmiş bir şekilde muayene olur. Doktor filizleri görünce kusar, yemekte turp yemiştir. Şimizu kendi bedeninde yetişen turpları yemek zorundadır, tedavi için bağlandığı yatak, takılan sonda, damara yol yapan iğne onu yarı mekanik bir hale sokar. Kendisini yemek zorunda kalan, düşünce gücüyle sedyeyi hareket ettirebilen, yabancılaşmanın dibine vuran bir garip Şimizu. Damar yolu açılırken, "'Kanguru defteri kesenin içerisinde ısınınca dışarı zıplar,'" (s. 20) dediğinde fikrini derinleştirmektedir, cehennemini de.

Doktorunun yüzü yangın söndüren su püskürtücüsüne dönüştüğü an kendi dönüşümünün de farkına varır Şimizu, gerçeklikle hayal dünyası arasında bir yerde olduğunu sezer ama bir şeyin halüsinasyon olduğunun farkına varıldığında aslında öyle bir durum olmadığının anlaşıldığı fikri aklına gelir ve gerçekliğinin içinde olduğunu sanmaya devam eder. Zihninin uyarı çanlarını önemsemez, yaşadığını yaşamaya devam eder. Cehennem Vadisi'ne giderken de gerçek bir cehenneme gittiğini düşünmez hiç, kükürtlü sularda yıkanırsa bacağındaki turplardan kurtulacağını düşünür ve yola koyulur, sedyesiyle. Sedyeyi organıymış gibi düşünür, hatta sedye pazarlama işinde çalıştığını ama her şeyi unutmaya meyilli olduğu için bunu hatırlayamadığını kurgular. "Zavallı bir hastayken birden iğrenç bir canavara dönüşüvermiştim." (s. 26) Yatağını bırakacak bir yer bulamaz, bir noktada yolu kapadığı için görevlilerden azar yer. Yatak hareket etmez ve görevliler hastaneyi mi yoksa polisi mi arayacaklarını bilemezler. Şimizu ve yatağı ontolojik olarak nedir? İşin içinden çıkılamaz, Şimizu'ya belki de kayıp bir eşya olduğu söylenir. Şimizu kimdirden önce, nedir? Kabustan uyanması gerektiğini düşünür ama kabusta değildir, her şeyin hayal olduğunu düşünür ama... Zaten cehennemde yaşadığını düşünüyorsan yaşamı biçimlendiren koşullar ne kadar uç noktalara giderse gitsin şaşırmaz insan, sorgulamaz bile. Daha iyi yenilmek bir yana, gerçeklik yitirilir ve sürükleniş başlar. Şimizu sürüklenir. Vadinin sularında kanguru leşi olduğunu düşündüğü bir ceset görür, arkada Sorrow çalar. Şimizu'nun Pink Floyd hayranı olduğunu öğreniriz, muhtemelen keyif aldığı maddeler de var ama ne olduklarını bilmeyiz, bilmememiz gerekir, yolculuğu ortaya çıkaran etkenler yolculuktan bağımsızdır.

Yeşil Suratlı Şair adında bir yazarın kitabı, Daikokuya Bomba Vakası aklına gelir Şimizu'nun. Babasıyla kurduğu sağlıksız ilişkiden kalan bir anı. Kitabın diğer yarısında Pijamalı Uçan Balık nam bir yazarın eleştiri yazısı bulunmaktadır, aslında ikisi aynı kişi olabilir mi? Distopik bir roman, 1920'lerdeki ağır sansürden yırtmak için sembollere boğulmuş. Şimizu bu ikiliği yaşadığını fark eder, yazdığı bir şey yoksa da yaratıcı fikri kendi kişiliğini ikiye bölmüştür, iki parça arasında kurulan anlık bağlantılar, anı akışı dışında başka bir ilişki yoktur. Serumdaki kalamarlar bir sembol mü, gerçek mi? Şimizu bilemez. Mikkado yazan bir kapının altından geçer ve imparatorun sarayına girer. Cehennem bir saray. İmparator tahta çıkmak üzere, tahtına yaklaşıyor.

Ölü anneyle karşılaşma anı, cinlerin söyledikleri şarkılar, belediyenin cin işçileri, vadiden sonra hastanede geçirilen günler ve edinilen ucube arkadaşlar... Anlatı boyunca yinelenen, "İmdat, imdat, yardım edin / Ne olur ne olur yardım edin"  çığlıkları en sonununda Şimizu'nun girdiği kutuda da duyulur. Ön tarafta bir gözetleme deliği. Şimizu gözlerini deliğe dayar, kendisini arkadan görür. Bir boşluktan dışarı bakmaktadır.

"Çok korkmuş gibiydi.
Ben de en az onun kadar korkuyordum.
Korkunçtu." (s. 187)

Kutu Adam'a dönüşmüş olabilir mi?

Gazete haberiyle bitiyor anlatı, terk edilmiş tren istasyonunda bir ceset bulunmuş. Kaval kemiklerinde jilet kesikleri var. Yine bir kimliksizlik, ölünün kimliği bilinmiyor. Ölüm sebebi kesikler değil. Muhtemelen korkudan kaynaklanan şoktur, Şimizu her şeyin farkına vardığı an ölmüştür. Belki.

Delirmek yirmi pare top atışıyla ve Kobo'yla kutlanmalıdır, bu akış çağında delirmeyenlerin sağlıklı olduğunu düşünmek mümkün değil. Delirmeye övgü diyesim geliyor, şahane bir anlatı.

Ek: Gazete cehennemde de bulunabilir, bu ironik ve haliyle komik. Şimizu'nun dışarıdaki dünyadan rezillik olarak bahsetmesi de güzel. Cinsellik, reddedilme ve havada uçuşan penisler de güzel bir detay.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder