28 Kasım 2017 Salı

Thomas Bernhard - Nefes - Bir Karar

Avusturya büyük, Viyana çıkışsız, Salzburg çocukluğun mezarlığı, sokaklar ters yöne koşmalık. Beden? Beden ilk başta gömülünen yer. Ruhun parmaklığı. Bernhard'ın kendi bedenini sağaltmak için aklını kaçırmamaya ihtiyacı var, koğuşu hariciye koğuşlarının dokuzuncusundan daha ürkünç ve ölüm, her an. Epigraf Pascal'dan, anlaşılır: "İnsanlar ölümün, çaresizliğin ve belirsizliğin çözümünü bulamadıklarından, mutlu olabilmek için bunlar hakkında düşünmemeye karar vermişlerdir." (s. 5) Algının kodlarını çözemeyen bir beyin yoksa düşünülür, Bernhard düşünmek zorunda. Kendisi için olmasa da büyükbabası için. Birkaç gün arayla hastalanıp hastaneye kaldırıldılar, aralarında birkaç yüz metre vardı. Büyükbaba yaşlılıktan yattı -sonradan başka bir problemi olduğu, altı ay önce yaptırması gereken tahlili yaptırmadığı, yaptırsaydı belki de ölmeyeceği, ölse de ölümün korkusu ve acısıyla birlikte öleceği, bunları bilmeden ölmenin daha iyi olduğu ortaya çıkacaktı, çıktı ama henüz oraya yetişemedik, yetişeceğiz- ve Bernhard umursamazlığından. Bakkalda çalışırken soğuk aldı, şan eğitimine devam ediyordu ve mutluluktan ciğerlerine çöreklenen rahatsızlığın ciddiyetini fark edemedi. Büyükbabasını hastanede ziyaret ettiğinde baygınlık geçirdiği zaman onu da hastaneye yatırdılar. Akciğerleri iltihaplanmıştı, ponksiyon yapıldı -akciğerlerinden kıvamlı, leş sıvı çıkarıldı- ve koğuşlardan birine alındı.

Bernhard mutlak yalnızlığı orada gördü. Kimse kendisiyle ilgilenmiyordu, hastalar kendileriyle de ilgilenmiyorlardı, sadece ölmeyi bekliyorlardı. Doktorların Latince sözcüklerinden pek bir şey anlaşılmıyordu, hastalar acı içinde sağa sola dönmeye çalışırken yataklardan gelen gıcırtılar daha çok şey anlatıyordu. Etraf ölümle kuşatılmıştı ve sesler dayanılmazdı. Turşu kavanozuna dolan iltihap, pompanın emme sesi katlanılmaz hale gelince Bernhard bayıldı, düşüncesinin kaynağı kendini korumuş oldu. Geçici olarak.

Geceyle gündüz ayrılmaz hale geldi, arada takılan serumların sayısı unutuldu, ara sıra ortaya çıkan akrabaların yüzleri günlere karıştı ve periyodik olarak gelip kolları kaldıran hemşireler saatin yerine geçti. Bernhard ölüm koğuşuna götürülüyor ve yağlanıyor, sağlığı o kadar bozuluyor ki ölüme çok yaklaştığı düşünüldüğünden hazırlıklar yapılıyor. Kolun kalkık duracak mecali olmasa da Bernhard savaşacak ve hayatta kalmaya çalışacak, rahatça ölebileceği koğuşa götürüldüğünde önceki koğuşuna dönebileceğini biliyor. Bunu bilmek için komşu yatakta yatan adamın ölmesi gerekti, adamı çinko tabuta koyup götürdüler. Bu kadar. Çamaşır ipindeki çamaşırlar yüzüne düşseydi hareket edemediğinden o da ölecekti, birkaç santimle yırttı. O an ne olursa olsun ölmeyeceğine karar verdi. Ölse de ölmeyecekti muhtemelen. Yaşayacaktı. Nefes... Nefes almalıydı, yaşam enerjisini bir sonraki nefesine saklamaya karar verdi. Bir sonrakine de. Bir sonraki...

Koğuşa gelenler en fazla bir gün kalıp gidiyorlar, ölü olarak. Yerlerine başkaları geliyor. Sonsuz bir döngü, ölmeyi bekleyen ne çok insan olduğunu gören Bernhard şaşırıyor. Kendisi onlardan biri olmayacak. En kötü kısmı atlattı, şimdi gücünü toparlamaya ihtiyacı var. Büyükbabasını düşünüyor, hayatta ona güç veren tek insanı. "Hiçbiri, hatta annem bile beni kabullenmezken büyükbabam kabullenmişti." (s. 19) Büyükbabanın ziyaretleri çok önemli, ara sıra gelmese de genellikle torununun yanında. Rahatsızlığının ne olduğunu, hastaneye neden yattığını söylemiyor, diğerleri de söylemiyorlar ama yaşlı adam geliyor, önemli olan bu. Ölümün gündelik bir olgu olduğu yerden uzaklara, yaşamın tam kalbine gidilecek ve zamanları var. En önemlisi de Bernhard'ın ruhu biçimleniyor ve ölümün çürütücü korkusundan arınıyor, prosedüre yakından tanık olduğu için ondan sıyrılarak onu anlatabilir hale geliyor. "Burada gördüklerimi tamamen doğal olarak içselleştirdim, her birini normal akışın bir parçası olarak gördüm." (s. 25) Bu, büyükbabayla Podlaha'nın kazandırdıklarının çok ötesinde bir kazanım. Karar verme mekanizmasından yaşamı göğüslemeye kadar pek çok yetenek burada kazanıldı, Bernhard ruhunu burada katılaştırdı ve her şeyin bir tiyatro olduğunu yeniden düşündü; rahipler, doktorlar, hastalar, hastane...

Doktorlara duyulan nefretin kaynağını burada buluruz yine, aslında yine insana duyulan nefrettir bu. Sağlıklı olanları bile hasta edebilecek bir ortamın en büyük suçluları hemşireler ve doktorlar. Bakkalın bulunduğu mahallenin kötü nam salmasından sorumlu olan devletin ürettiği tipler. Büyükbabanın görüşüne göre hastalığa yakalanmak ve günleri hastanede geçirmek sanatçıya çok şey kazandırır, hatta kendi kendini hasta etmeye yetecek kadar kurgusal döküntü de birikir ama Bernhard'ın doktorları gömmesine engel değildir bu. Doğru kararlar veremezler çünkü kendilerinden hiçbir zaman emin değildirler, memurların cansızlığıyla çalışırlar ve içlerinde en küçüğünden bir merhamet bile yoktur. İşlerini iyi bilmezler, bildiklerini zannedip hastaların mevcut sağlığını da bozarlar veya bildiklerinden şüpheye düşerek ölümlere yol açarlar. "Doktorlar ya megaloman ya da çaresizdirler, iki durumda da hastalar inisiyatifi ellerine almazlarsa onlara zarar verirler." (s. 36) Bernhard'ın yazınsal birikimini sorguladığı kısım da bunun hemen ardından gelir, yazar bir konu hakkında nasıl bu kadar emin olabilir? Emin olmak önemli değildir, "yapaylık ve sahteliğin olmaması" önemlidir Bernhard için. Hiçbir şeyin mükemmel olmadığını kabul ettikten sonra yazmak çok daha kolay bir hale gelir. Büyükbabanın yarım kalan metnini düşünüyorum, mükemmelliği istediği için Bernhard'ı zorla liseye yollamış olabilir, aynı sebepten de ölümüyle birlikte eseri yarım kalmıştır. Daha iyi bir metin oluşturmak, daha iyisini yaratmak için zaman yeterli değildir, ölüm noktayı koyduğu an daha iyi bir eser ortaya çıkarır.

Mücadele. Zihin bedeni yönetir. Zihin bedeni yönetir, üç defa. Bernhard bunu hep tekrarlar, büyükbabanın öldüğünü duyduktan sonra, her gün. Anneyle yakınlaşma, iyileşme. Otel benzeri bir yere, hastaneye nakil. Doktorlara küfür, veremli olmayan Bernhard hastalardan verem kaparsa? Geçici bir arkadaş, yaşıtı. Edebiyat ve felsefe. Dönüş, büyükbaba yok artık. Yıkım. Geçit törenlerinin, askerliğin ve savaşın saçmalığı. En sonunda sanatoryuma çağrı. Nokta.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder