6 Mayıs 2018 Pazar

Junichiro Tanizaki - Nazlı Kar

Yapraklar yağıyor, çiçekler uçuşuyor, dallar eğiliyor, yaşam doğduğu gibi rüzgârla savruluyor. Animelerden görebileceğimiz bu manzaranın Japon kültüründe önemi büyük; kadim zamanları bugüne taşıyan bir anlamı var. Japonların eze eze bir avuç bıraktığı Ainular, düalist bir dünya algısına sahipler ve yaşam-ölüm döngüsüne inanıyorlar. Doğan ölecektir, ölecek olan tekrar doğacaktır. Form önemli değil, kutsal hayvan veya insan olarak dünyaya tekrar gelmek binlerce yıl öncesine dayanan bir inancın ürünü. Joseph Campbell'ın Tanrının Maskeleri adlı muazzam, muhteşem, harikulade dörtlemesinde enine boyuna anlattığı bir konu bu, yansımasını Tanizaki'de görmek hoş oldu. 1936-1941 aralığında geçen romanda mevsimlerin döngüsü, çiçek açan kirazların ölümle yaşamı birbirine bağlaması, geçen zamanın geride bıraktığı hüzün eski zamanların ritlerinden gelen bir kutsallığı taşıdığı gibi beş yıllık süreci beş bin yıla bağlıyor, durmadan akan zamanı ve insanın belli belirsiz hissettiği kozmik bir bağı imliyor. Belli belirsiz; gökyüzüne bakıp onun bir parçası olduğumuzu hatırlayıp hemen unutmamız gibi.

Dilin sadeliği bu hisse önemli bir katkı sağlıyor. Esin Esen'in giriş yazısının başlığı, eserin Türkçe algılanmasının niteliği üzerinde duruyor. Esen, Tanizaki'nin dil işçiliğini Türkçeye aktarma konusunda özen gösterdiğini özellikle söylüyor. Japoncaya has kültürel nosyonların Türkçeye gayet başarılı bir şekilde canlandırıldıklarını söyleyebilirim, neye dayanarak söyleyebilirim, atmosferin son derece canlı olmasına dayanarak. Esen'e emekleri için teşekkürler, Tanizaki'nin 800 küsur sayfalık bu başyapıtını çevirmek hiç kolay olmamış olsa gerek. Okura ön bilgi sağlayan yazı da şartmış aslında, bambaşka bir kültürün ve estetik anlayışın kristal sertliğinde ele alındığı bu roman, okurun enerjisini kısa sürede tüketecek kadar yoğun ama Esen neler döndüğünü anlatarak okuru metne hazırlıyor. Bazı bilgiler ilginç, mesela Teinosuke karakterinin Tanizaki'nin ta kendisi olduğunu öğreniyoruz ki yazılışlarındaki benzerlik aşikar. Tanizaki aslında eşinin ailesini anlatıyor denebilir, metinde eşi Sachiko. Sachiko'nun üç kız kardeşi var: Yukiko, en küçükleri Taeko ve en büyükleri Tsuruko. Metinde geçen bazı olaylar gerçekten yaşanmış, kurmacanın gerçekçiliğini artıran bir detay. Tanizaki, savaşın büyük bir yıkımla sonlanmasından bir müddet sonra kitap haline getirdiği -savaş sırasında tefrika olarak yayımlanmış- metninde savaşa doğrudan yer vermemiş, toplumca duyulan utancın bir etkisi.

Tavsiye: Metni okumadan önce Hotaru no haka'yı izlemek, tekrar izlemek, Kobe'nin savaş öncesinde nasıl bir yer olduğu hakkında fikir verebilir, doğanın güzelliği de cabası. Tanizaki 1941'de kesiyor anlatmayı, sonrasında animeden devam edip bizim aileye ne olduğunu merak edebilirsiniz. Umarım kurtulmuşlardır.

Sımsıkı örülmüş bir metin var elde, günlerin 800 sayfalık bir akışı. Her şey yavaş yavaş değişiyor, eski haline dönüyor, insanlar uzaklara gidiyor ve yeni insanlar geliyor, her şey doğup ölmeye yazgılı. Üç neslin hikâyesi: Soyluluğu ve zenginliği eskide kalmış bir ailenin yeni dünyaya uyum sağlama çabaları da diyebiliriz. Dört kardeş bütün bunların merkezinde. "Kadın romanı" diyor Esen, bir erkeğin sözcükleriyle kurulmuş romanın dört kadını anlatması yoruma açık. Dört mevsim. Mevsimlerden ziyade, kadın ruhunun Japon kültürünü daha iyi yansıtabileceği düşüncesi. Kadınların temsil ettiği değerlerden, geçirdikleri değişimlerden çıkarılan toplum tarihçesi. Günlerin akışının yanında dört kadının yaşadıkları toplumsal bir panorama sunuyor. Esen, Japon toplumunun yatay ve dikey ilişkilerinin mantığını anlatırken kadının anasoyluluktan ataerkilliğe geçişle birlikte bu ilişkilerdeki yerinin değişmesini de irdeliyor. Batı kültürünün -onlara göre Doğu, belki?- etkisiyle değişen kadın, kısmen değişen kadın ve değişmeyen kadın. Bu dört kadının birbiriyle olan ilişkileri birçok etkenle belirleniyor ve geçen yıllarla birlikte gelişerek sürüyor. Kırgınlıklar, sevinçler, bir dünya olayın yarattığı onca duygu.

Yukiko'ya bakarsak, aslında bu onun romanı sayılabilir. Yukiko'yu yıllar boyunca evlendirmeye çalışıyorlar ama başaramıyorlar. Görücü usulüyle sürdürülen bir çaba var, kuaförlerden tanıdıklara kadar herkes seferber oluyor ama iki nedenden hep hüsrana uğruyor Yukiko; birincisi başına buyruk Taeko'nun sevdiği gençle evden kaçıp gazetelere haber olması. Yanlışlıkla Yukiko'nun kaçtığı yazıldığı için sıkıntı doğuyor ama bu pek önemli değil, halledilir bir yanlış anlama. Evlenecek tarafların öyle bir araştırma gayretleri var ki dudak uçuklatıcı; özel dedektif tutup soy sop araştırmasından konu komşuya sormaya kadar bir dünya iş. Normal bir şey, kültürel farklılık garip gelmesini sağlıyor ama onlar için normal. Yukiko'nun asıl problemi, evleneceği adamın karşısında mantıklı bir cümle kuramaması. Farların önünde donup kalmış geyiklere benziyor damat adaylarının yanında, bu yüzden en ideal adaylardan birini kaçırmışlığı var. İyi bir insan, sadece şanssız. Batı'nın nimetlerinden faydalanırken kendi toplumunun geleneklerini de unutmuyor, dengeyi kurabilmiş bir kadın ve Sasameyuki -metnin orijinal adı- ta kendisi: Nazlı Kar. Kiraz çiçeklerinin uçuşması yağan karı andırıyormuş, bu yüzden adının bir bölümünü metnin adında bulabiliyoruz.

Sachiko, ailenin dengesi. Sanatçı ruhlu bir kadın, kocası Teinosuke de öyle ki yazdıkları şiirler ara ara karşımıza çıkar, etkileyici insanlardır. Sachiko, ailenin iki numarası olarak kardeşleri Yukiko ve Taeko üzerinde sorumluluk hisseder, onların üzerine düşer. Ailenin bir numarası olan Tsuruko'nun eşi ve çocuklarıyla birlikte Tokyo'da yaşamasının da Sachiko'nun bu durumuna etkisi büyük; çok önemli kararların alınması için ailenin reisi olan Tsuruko'nun eşine danışmalarının dışında her şey Sachiko'ya bağlı.

Taeko, haşarı. Avrupai yaşam tarzı yüzünden çıkardığı sorunlarla tam bir baş belası. Evden kaçar, gönül verdiği oğlanı oyalar, büyükleri için sıkıntı yaratır. Özensizdir, uçarıdır, ablalarını çok sevmesine rağmen onlara yeni dertlerle gelmekten geri kalmaz.

Karakterler aşağı yukarı tamamsa da Tanizaki'nin sayısızlığından ötürü dehşet veren ayrıntılarının zenginliğini nasıl anlatmak gerekir, hiç bilmiyorum. Yukiko'nun doğduğu yılın denk geldiği hayvandan ötürü uğursuz olmasından atalara duyulan saygının niteliklerine, nesnelerin uyandırdığı duygulardan özenle biçimlendirilmiş karakterlerin iç seslerine ve dünyayı anlamlandırışlarına kadar inanılmaz bir kurgu işçiliği söz konusu. Elle tutulabilecek kadar "orada olan" bir uzam oluşuyor okurun önünde, çiçek kokularının ve tren yolculuklarının eşliğinde yılların akıp gidişini görüyoruz. Yaşamın ta kendisine oldukça yakın bir metin, aslında uyandırdığı duygu zamanın bir şekilde yitmesi. Yaşanan mutluluklar ve facialar belirip kayboluyor, entropinin sayfalara karışmasına izin var. Sayısız olayın arasında gerçekten yaşanmış olanlar belki de en etkileyicileri. Kobe'yi basan sel mesela; Tanizaki bir kamerayla kaydedip sonradan yazmış sanki. Detaylarda kaybolmak kolay, emek isteyen bir okuma çabası şart. Her bölüm birbirinin eşi değil gerçi; bir bölüm monolog ve diyaloglardan ibaretken başka bir bölümün önemli bir kısmını mektuplar oluşturabiliyor. Kronolojik bir düzlemde farklı teknikler kullanıyor Tanizaki, böylece tekdüzelikten kurtarıyor metni ve sadece anlatılanı değil, anlatım şeklini de biricik kılıyor.

Özgün bir anlatı, mutlaka okunmalı.

Son bir şey; bu adamın adı konusunda mutabakata varılamıyor bir türlü. "Jun'ichirō" görüldüğü gibi. Gelin görün ki Anahtar'da "Cuniçiro", yine Can basmış. Başka bir baskıda "Junichiro". Eeh, nasıl kaydettiysem öyle devam ediyorum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder