12 Mayıs 2018 Cumartesi

Robert E. Howard - Çatıdaki Şey

İthaki'den umudu kestikten sonra Laputa Kitap'a mesaj gönderdim, belki Lord Dunsany, Clark Ashton Smith gibi yazarları basarlar diye. Kısa sürede cevap geldi. Tek bir kişinin hemen hemen bütün işlerini yaptığı bir yayıneviymiş, o yüzden Laputa da kısa vadede girişmeyecek bu yazarlara ama Lovecraft'in Edebiyatta Doğaüstü Korku'sunu basmaları bile başlı başına bir iş. Çok profesyonel bir çalışma beklememek gerek; kapak tasarımı kötü ve yazım hataları can sıkıcı derecede ama bu kitapta yazım hataları oldukça azalmış. Yayınevinin olanakları gelişmiş sanırım, redaksiyon ve son okuma yaptırılmış. Bu iyi haber, kötü haberse kapak tasarımı yine kötü. Yavaş yavaş olacak, aynı çizgide giderlerse bir takipçileri cepte.

Howard'ın bu derlemedeki birkaç öyküsü Cthulhu Mitosu'na dahil edilebilir, öyküler zaten Cthulhu Mitosu Öyküleri'nde de yer alıyor. Çevirileri karşılaştıramadım, kitap yığınının içinde diğer kitabı bulmam mümkün değil. Göze batan bir falso yok, kaliteli iş olduğunu söyleyebilirim. Daha çok korku öyküleri var burada, kılıç ve büyüye dair çok az unsur var. Howard okumaya başlamak için ideal kitap olabilir, yazarın kurduğu tekinsiz dünyanın pek çok öğesini içeren öyküler Howard'ın düşlemine bir giriş niteliği taşıyor. Örneğin Von Junzt ve bu kaçık herifin yazdığı Unaussprechlichen Kulten -İsimsiz Kültler olarak çevrilmiş, İthaki versiyonlarında orijinal isminin kullanıldığını hatırlıyorum- üç öyküde yer alıyor. Bu arkadaşımız 19. yüzyılın başlarında dünyanın hemen her yerini gezmiş, bütün umacıların izini sürmüş ve eserini kaleme aldıktan sonra, demir parmaklıklı ve kapısı asma kilitli bir odada boğulmuş olarak bulunmuş. Kitabı yıllar sonra tekrar basılmış, sınırlı sayıda.

Çatıdaki Şey öyküsünde bu kitabı arayan Tussman adlı karakterin şahit olduğu kozmik dehşetleri görüyoruz. Anlatıcı olan arkadaşının yardımıyla kitaba kavuşan Tussman, Honduras'taki kadim uygarlığın izlerini buluyor. Söylenene göre İspanyolların gelmesinden çok önce orada bir medeniyet varmış, bilgelikleri dünyanın kara çağlarına kadar uzanıyormuş. Batmışlar haliyle, Tanrı'ya oldukça yaklaştıkları için belki. Gizli bir tapınakta baş rahibin mumyası varmış, Kara Kurbağası Tapınağı Von Junzt'un deli saçmalarının arasında gerçek olabilecek birkaç detaydan biri. Tussman bu tapınağı bulmak için yola çıkıyor, anlatıcı kendi araştırmalarını yaptıktan sonra arkadaşını uyarmak istiyor ama çok geç, adam yola çıkmış. Birkaç ay sonra mektup geliyor Tussman'dan, anlatıcıyı evine çağırıyor. Tussman kara kurbağa mücevherini bulmuş, daha fazlasını da bulmuş aslında, anlatıcı evin dışında toynak sesleri duyuyor. Tussman'ın anlattığına göre Macaristan'daki Kara Taş'ın üzerindeki bozuk hiyerogliflerin benzerleri Honduras'taki tapınakta da mevcutmuş, böylece farklı kıtalara yayılmış bir kültürün izleri çağlar sonrasında bir araya geliyor. Belki de Pangaea zamanından gelen bir şeydir, bilemiyoruz. Geri kalan bölümde mitosu andıran konuşmalar yapılıyor; ölmeden uyuyarak bekleyen kadim bir varlık, bu varlığa tapınan antik çağların fanatikleri, bir dünya şey. Tussman'ın sonu klasik, kendisini takip eden tanrının hışmına uğruyor.

Asurbanipal'in Ateşi, Lovecraft'in Adsız Kent'iyle aynı kumaştan bir öykü. Çılgın Afgan Yar Ali'nin bol bol kemik kırdığı, arkadaşı Steve Clarney'nin katakullilerle düşmanlarını alt ettiği bir yolculuğa çıkıyoruz. Macera öyküsü; tekinsizliğin korkusu sonlara doğru ortaya çıksa da öykünün atmosferine bol aksiyon hakim. Bedevi saldırıları altında eski bir şehri arıyorlar. Türklere göre Kara Şehir, ve Araplara göre Beled-el-Djinn. Necronomicon'da bahsi geçiyor, mitosa güzel bir katkı. Atlamalı zıplamalı maceralardan sonra bahsi geçen tapınağı buluyorlar, Baal'ın heykelinin ve kozmik dehşetlerin koruduğu bu tapınaktan ucu ucuna kurtuluyorlar. Son anda geriye dönüp bakma izleği var, Clarney bir anlığına gördüğü şeyden ötürü delirecek gibi oluyor ama yırtıyor. Deliliğin Dağlarında'da yırtamıyordu eleman, Yunan söylencelerinde de yırtamayan pek çok mitik karakter var. Bu açıdan yasak olana göz atıp faciaya uğramamak, dönemin serüvenden serüvene atılıp dünyanın gizemlerini ortadan kaldıran süper kahraman benzeri karakterleri için normal. Howard aslında çizgi roman kültürünün temellerinin atıldığı zamanlarda bu türün belli başlı birkaç kuralını belirlemiş olabilir.

Bir iki detay daha. Bu şehrin tarihi anlatılırken Xuthltan nam büyücünün yediği herzeler anlatılır. Şehir Günlerin Başlangıcı denilen zamanlarda yaratılmış ve uzunca bir süre kimse bu şehre yaklaşamamış. Asurbanipal zamanında Xuthltan ortaya çıkmış, düşmanlarını unutulmuş tanrıların yardımıyla -Cthulhu, Yog-Sothoth gibi aşina olduğumuz tanrılar canım, yabancı değiller- hacamat etmiş. Bu hırslı büyücünün adına Kara Taş'ta da rastlayacağız.

Kara Taş, mitosun kilit öykülerinden biri. Howard, Lovecraft'in kozmik kurgusundan etkilenen sayısız yazardan biri ama mektup arkadaşlıkları ve birbirlerinin yaratılarından esinlenmeleri, mitosun pek çok başarılı öyküyle desteklenmesini sağlamış. Paslaştıkları söylenebilir; birinin uydurduğu kitabı veya tanrıyı bir diğerinin öyküsünde bulabiliriz ki bu durum Lovecraft-Bloch ilişkisinde iyice ayyuka çıkıyor. Lovecraft'in bir öyküsünden esinlenen Bloch, ustaya saygı kuşağı kapsamında bir öykü yazıyor. Lovecraft bu çömezin yazdığı öyküyü pek beğeniyor, devam öyküsü yazıyor. Yazarlık hayatının başındaki bir genç için müthiş bir mutluluk kaynağı, Bloch sevinçten havalara uçmuştur bence. Neyse, Kara Taş diyorduk. Burada da Von Junzt ve Kara Kitap'ı var. Von Junzt, Macaristan'ın tepelerindeki bir taştan bahsediyor, kapkara ve dünyanın kendisi kadar eski. İnandırıcılık boyutunu desteklemek için bilimsel tartışmalar da üfürüyor Howard, Kara Taş'ın tarihi konusunda uydurulan teorileri tartışıyor söz gelişi, Otto Dostmann'ın teorisine göre Hun istilası sırasında Gotları darmaduman eden Attila'nın onuruna dikilmiş bu taş. Von Junzt'a göre Stonehenge'i Fatih William'ın inşa ettirdiğini söylemek kadar komikmiş bu. Kısacası işin bu boyutu olmasaydı ezoterik hadiselerle kafayı kırmış, sivilceli bir veledin sayıklamalarından öteye gidemeyecek bir anlatı ortaya çıkabilirmiş. Örnekleri var, korkunç ölçüde kötü. Howard için bunu söyleyen taş olur, kendisi arka planı o kadar sağlam kuran bir yazardır. Macaristan'ın doğası, karakterlerin dehşetli hatıralarının aktarımı, anlatıdaki hemen her şey kusursuzluğa yakın bir gerçeklik taşır.

Anlatıcımız taşı bulur, taşın yakınlarındaki Stregoicavar nam köyden yeterince efsane depolar ve geceyi taşın yakınlarında geçirir. Tam da yaz  dönümü gecesine denk gelir, çok değişik olayların yaşanacağı yegane gecedir bu. Bir şeyler yaşar, ben birkaç detay verip geçeyim. "Strigoi" sözcüğü çeşitli mahlukatlar için kullanılıyor; vampirler ve ecinniler bu mahlukatların içinde. Çağlar öncesinin dehşeti, yerel inanışlara kadar parçalanıyor ve varlığını sürdürüyor. Köyün eski adı Xuthltan bu arada, önceki öyküden hatırlıyoruz bu ismi. Selim Bahadır'ı da anmak gerek; Türk akıncılar Macaristan'da at sürerken bu bilge komutan o topraklarda, Kara Taş'ın ardında ne gibi dehşetlerin yattığını biliyor ve Muhammed zamanından kalan büyülerle, kılıcının yardımıyla kara tanrıyı alt ediyor, toprağın derinliklerine gömüyor ama sonsuza kadar değil. Ölmeyen her şey zamanın sonuna kadar bekleyebilir.

Sırtlan'dan itibaren mitos öykülerinden uzaklaşıyoruz, Howard'ın korkulu dünyasına yaklaşıyoruz. Afrika'da geçen bir form gezgininin öyküsü bu. Dev gibi bir zenci olan Senecoza'nın sırtlana dönüşüp terör estirmesiyle alakalı. Hayvana dönüşme miti insanlık kadar eski, insanın kendi yansıması olarak görmeye başladığı hayvanların kutsallaştırılmasıyla ortaya çıkan bir şey. Dünyanın hemen her bölgesinde buna benzer inanışlar var. Druidlerden Hindulara bir yol, dünyanın en kuytu yerine uzanıyor. Deniz Laneti, son derece içten edilen bir lanetin sonuçlarıyla ilgili. Düşteki Yılan, hep aynı düşü görmenin gerçekliğe bir saldırı olarak algılanması ve düşün gerçeğe dönüşmesi üzerine. Villefére Ormanında tipik bir Solomon Kane öyküsü olabilirmiş, oldukça benzeri bir öykü zaten ilk Solomon Kane öyküsünde mevcut. Ormanın karanlığında gizlenen dehşetlerin ve yine bir form gezgininin öyküsü.

Ölümün Korkunç Dokunuşu. Bu öykü, korkunun doğasını anlayıp korkudan hoşlanan herkes için küçük bir hazine. Bilinmeyenin korkusu insanı kolaylıkla ele geçirebilir, bir ölünün başındayken sabahın gelmesi bekleniyorsa.

Howard, serbest kalmak için bekleyen iblislerin zincir kırıcısı. Türü sevenler kaçırmaz gerçi, fikir sahibi olmak isteyenler de buradan başlayabilir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder