20 Kasım 2018 Salı

Antonis Samarakis - Pasaport

İletişim'in bastığı bir metnin kapağında "Andonis" yazıyor, çoğu kaynakta "Antonis" diye geçiyor, sanırım doğrusu "Antonis".Ari Çokona'nın şu röportajında denk geldim diyecektim ki hayır, orada denk gelmemişim. Altın Kitaplar'dan çıkan iki ciltlik bir derlemede rastlamıştım sanırım, Yunan öykücülerinin metinleri vardı orada. İki cilt olduğundan eminim, Altın Kitaplar'dan çıkıp çıkmadığından emin değilim. Her neyse, sonuçta bahsettiğim röportajı okuduktan sonra ve Proust'a devam etmeden önce, araya sıkıştırmam gereken metinlerden birkaçını elimdeki Yunan yazarlardan seçmeye karar verdim. Macarlarla birlikte Yunanlara da ilgim var ama şairlerinin dışında pek bir bilgim yok kendilerine dair. Eh, Kazancakis tek başına yeterli değil, adamlar bir dünya yazar çıkarmış olmalı. Kitaplarıma şöyle bir baktım, Samarakis'i buldum. 1919'da doğmuş, cuntanın yarattığı baskıcı ortamda hayatta kalmaya çalışmış bir yazar. 2003'teki ölümüne kadar pek çok öykü ve roman yazarak karşı kıyının çağdaş edebiyatına katkıda bulunmuş, çok güzel. Türkçeye çevrilen birkaç metni var, denk geldikçe alacağım şahsen.

Pasaport'taki öykülerin tamamında rejimin yarattığı çarpık gerçekliğin içinde yer almaya çalışan gerçek dünyayı ve bu dünyadan artakalanları görmek mümkün. Böylesi bir dünyada devlet kurumları alegorik bir biçime bürünüyor, örneğin -şimdi uyduruyorum- Sadakat Sürdürme Birimi diye bir birim, belki bakanlık düzeyinde bir birim ortaya çıkıyor ve insanları kontrol altında tutabilmek için toplumdaki her bir bireyin yaratılarını inceleyerek bireylere bir sıfat biçiyor; insan yıllar önce yaptığı bir resim yüzünden kendini "sistem karşıtı" olarak damgalanmış, hapse atılmış durumda bulabiliyor bir sabah, Kara Trençkotlular varlıklarını her an hatırlatıyorlar ve rejimin görünür kelepçeleri olarak insanları dizginlemeye çalışıyorlar. Rejim bir noktada kendi kendini karikatürleştiriyor, mantığın sınırları öylesine zorlanıyor ki insanlık dışı uygulamalar "hukuka" uygun olduğu için geçerlilik kazanıyor ve insanları insanlıktan uzak bir noktaya konumlandırıyor. Doğuşundaki dolaysızlıktan, yalınlıktan ötürü kendimize en kısa yoldan varabilmemizi sağlayan edimimiz yaratmaksa eğer, yaratma eylemimizin zincire vurulduğu anda bir hiçiz, özgür irademiz ortadan kalkar kalkmaz bireyliğimizi unuturuz, dizgenin bir parçası haline geliriz ve dizgenin bir parçası olmanın kabullenildiği, hatta hoşa gittiği an sadece kendimiz için değil, insanlığın tamamı için yakılacak hiçbir mum yeterli olmaz. Hangi filmde geçtiğini hatırlamıyorum, bireyin onca baskıya karşı koyma biçiminin bireyi birey yapan özgünlüğü yarattığı söyleniyordu, ne hoş bir bakış açısı. İlk öyküde karşımıza çıkan mesele tam olarak bu.

Öykülerde Kafkaesk bir hava var, tabii zamanın doğasına uygun bir biçimde. Kafka'nın ciddiyeti Samarakis'te bir ölçüde eksik, bu eksikliğin yerine absürtlük, "kabullenilmiş absürtlük" diye üfüreceğim bir şey doğmuş. Cunta yönetimi otuz yıldan fazla sürmüştü sanırım, bakmaya üşendim şimdi. Kafka'nın dünyasında başka dinamiklerin yarattığı karanlığın bir türevi var Samarakis'te, özellikle Pasaport öyküsünde. Elli yaşında bir memur, durgun hayatından kurtulmak için seyahate çıkmaya karar verir. Yirmi beş yıllık memuriyetini son derece sıkıcı bir şekilde geçirmiştir, yaşamının elinin altından kayıp gittiğini anlar anlamaz hemen pasaport başvurusunda bulunur, hatta evindeki boş dosya kağıtlarından kendine bir pasaport yapar, giderek daha az yemek yediği için zayıfladığını fark eder etmez rüyalarında dev uçakları yediğini görür. Psikolojisi gittikçe bozulmaktadır, kurtulmak için rezervasyonlarını yaptırır, biletlerini alır, pasaport haricinde hiçbir eksiği kalmaz. O sırada VDDB çıkar ortaya; Vatandaşların Duygusal Dezenfeksiyonu Bürosu. Bu büronun çalışanları, memurun yıllar önce yazdığı şiirlerde Sistem'e muhalif bazı fikirler olduğu için memurun TEHLİKELİ ilan edildiğini söylerler. Bürokrasiyi aşmak için yapılan konuşmalar çıkmazda sonlanır, memurun yeni bir şiir yazıp Sistem'in televizyondaki bir programında okumaktan başka çıkar yolu yoktur. Programa çıkar, şiiri okumak üzereyken gençliğinde tuttuğu ve yaşamının anlamlı tek nesnesi haline gelen futbol takımının da şiirinden çıkarılması gerektiğini öğrenir, o an gelen habere göre Sistem, o takımı da kara listeye almıştır. Yaşamının en anlamlı işine girişir memur; takımın adını defalarca haykırır, yayın kesilene kadar. Eşelenirse herkesin sahip olduğu bir anlam bulunur, en kötü durumlarda bile. Frankl'ın toplama kamplarından sağ kurtulmasını sağlayan logoterapinin bir örneği.

Son Muziplik, kendi çarpık dünyalarını yaratıp dışarıdaki kolektif delilikten kurtulmaya çalışan insanlarla ilgilidir. Tüketim Toplumunun Sağlıklı Programlanması Gizli Servisi'nin özel timleri evleri basıp insanları tutuklar, bilinmeyen bir süre boyunca onca insan hapislerde çürüyecektir. Televizyonlarda ülkenin süper bir durumda olduğu anlatılırken ele geçirilen bebekler ameliyatla tüketim toplumunun eşsiz fertleri haline getirilirler. Tam distopya aslında.

Anatomi Dersi vs. için bir geç uyanış öyküsü diyebiliriz. Üniversitede tıp profesörü olarak çalışan bir adam, çalışanlarından biriyle sevişirken yakalanınca nezarethaneye atılır. Yan hücrede üniversiteden öğrencileri vardır, Sistem'i eleştirdikleri için profesörün gelişini coşkuyla karşılarlar, zira o saygın insanın da davalarına destek verdiği için orada olduğunu düşünürler. Profesör gerçeği söyleyemez, oradan bir an önce nasıl kurtulabileceğini düşünür, öğrencilerin sloganlarını ve konuşmalarını önemsemez. En sonunda Kara Trençkotlular gelir, bir yanlışlık yapıldığını söylerler ve profesörü serbest bırakırlar. Profesör, öğrencilerle birlikte değildir, bir yanlış anlaşılma sonucu birlikte eylem yaptıkları düşünülmüştür. Adam serbest bırakılır, oradan çıkmak üzereyken "vs." gelir aklına. Sadece anatomi dersi vermez, geri kalanından da sorumludur ve dersin geri kalanında acı çekmek uğruna insanlığa yardım etmek vardır. Sonuçta geri döner ve öğrencilerinin bulunduğu hücreye doğru, kafası dimdik yürür. Helal be.

Sadece Sistem eleştirisi yok, bazı öyküler insanın insana ettikleri üzerine. Eh, tahakküm iki kişiyle kurulduğuna göre duygusal ilişkilerdeki kırıntılara da bakmak gerekiyor ve Samarakis incelikle bakıyor; karakterlerin dünyalarının nerede birleşip nerede kırıldığını belirgin çizgilerle değil, yumuşak geçişlerle anlatıyor. Gayet hoş.

Yakından bildiğimiz acıların komşudaki biçimlerini bence seversiniz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder