30 Kasım 2018 Cuma

V. S. Naipaul - Mistik Masör

İspanyollardan İngilizlere geçtikten sonra İngiltere'nin sömürgeleştirdiği toprakların insanları ilginç karışımlar oluşturuyorlar. Trinidad böyle bir karışımın başkentlerinden biri, çok küçük bir ada ülkesi. Halkının yarısına yakınını sömürge zamanlarında Hindistan'dan göç eden Hindular oluşturuyor, yerli siyahiler de Hindular kadar kalabalık, ayrıca çok fazla etnik unsur var adada, postkolonyal kazanda karışıp duran insanlar giderek birbirlerine dönüşüyorlar, köklerini korumaya çalışırlarken toplumsal etkileşimler gelenekleri ortaklaştırıyor, İngiliz mirasının yanında ABD'yle dirsek temaslarının başlaması da dinamik bir sosyal yapı oluşturuyor haliyle. Sömürülmekle geçen yüzyıllardan sonra ustalarından bir şeyler kapan insanlar, bağımsızlıklarını -görünürde- kazanmalarından sonra benzer tekniklerle birbirlerine karşı üstünlük kurmaya çalışıyorlar, aslında ortalık her an karışabilir ama sağduyulu insanlar da yok değil. Dünya çok acayip; birlikte yaşadığımız insanları "ülkemizden" atabiliyoruz, onları öldürebiliyoruz, doğruluğundan emin olunmayan bir tanecik haber bile yol açabiliyor buna. Her an taşmaya hazır kaç kazan var acaba, bu büyük biraderlerin hazırda tuttuğu? Biraz daha eşeleyince görüyorum ki ABD buradan doğalgaz sağlıyormuş, Naipaul petrolden de bahsediyor bir yerlerde, buradan ve Kanada'dan edinilen gaz koca ülkeye yetiyormuş. İspanyollardan İngilizlere geçiş anlam kazandı böylece, bir de metinde II. Dünya Savaşı çıkar çıkmaz adaya Amerikan askerlerinin neden geldiğini de anlamış oluyoruz. Her an karışabilecek bir ülkede kukla iktidarların varlığı da elzem hale geliyor biraderler için, insanlar sosyal bir kaosa her zaman açık. Kısacası burası modern bir sömürge, Naipaul doğduğunda tipik bir sömürgeydi, kolonyal dönemin kalıntılarından biri halinde şimdi.

Anlatıcı çocuk, futbol oynarken ayağı eline verilince Ganeş Ramsumair'in yardımına ihtiyaç duyuyor. Çocuğun annesine göre Trinidad'daki doktorlar için kahvaltıdan önce birkaç adam öldürmek günlük bir iş, o yüzden Ganeş'ten medet umuluyor. Ganeş bir şifacı, bir öğretmen, bir kanaat önderi, her şey olabilecek/olan bir adam. Hikâyesini çocuğun ağzından dinleyeceğiz, çoğunlukla tanrısal bir görüye kavuşan bu çocuk, Ganeş'in gençliğinden itibaren gelişimini yakından takip edecek, diyaloglarını kusursuz bir şekilde aktaracak. Pek sağlıklı bir olay değil, çünkü çocuk nereden biliyor mesela onca şeyi? Miguel Sokağı'ndaki anlatıcı velet her şeye şahit oluyor da anlatıyor, iyi de bu metninde Naipaul bunu neden yapıyor? İlk metni olduğu için ters köşeye mi yattı? Belki de çocuk Ganeş'in otobiyografisi olan Suç Yılları'nı kendi yazmış gibi anlatıyordur, bilemiyoruz, şimdi tekrar gözden geçirince bu konuda herhangi bir veriye rastlamadım. Neyse, çocuk Ganeş'in elinde iyileşiyor ve adamın yavaş ama emin adımlarla yükselişini herkes gibi izliyor. Bin beş yüz kitap okumuş olan, en ufak haksızlıkta müdüre zılgıtı çekip istifayı basan ve öğretmenliği bırakan, mistiklikten siyasete doğru ağır ağır ilerleyen bir adamın hikâyesi bu; Ganeş Ramsumair bütün o sosyal hırgürün içinde, karikatür havası uyandıran adamların arasında bir karikatür, Trinidad'a güneş gibi doğuyor. Bir bakalım.

Diyaloglardaki İngilizceyi değerlendirmek gerek. Çevirmen Süha Sertabiboğlu'nun düştüğü bir not var; adada kullanılan İngilizce haliyle coğrafyaya ve adanın insanına göre biçim değiştirmiş, bozulmuş bir İngilizce olduğu için bozuk İngilizceyi diyaloglarda vermek gerek ve Naipaul çevirmeni Filiz Ofluoğlu için bunun Türkçede bir karşılığını bulmanın yolu bulunamamış, dolayısıyla kendince bir bozukluk yaratmış Sertabiboğlu. Bence iyi kotarmış, şahıs ekleriyle fiil çatılarını tokuşturarak bozulmayı dilimizde de yansıtabilmiş. Bu önemli; Ganeş'in ve etrafındakilerin refah düzeyleri yükseldikçe konuşmaları da farklılaşıyor, kendilerine kibarlık kattığını düşündükleri bir biçimde konuşurlarken iyice anlaşılmaz bir hale geliyor söyledikleri. Başlarda böyle bir şey yok tabii, Queen's Royal College'da dört yıl geçirip çalışmaya hazır hale gelen Ganeş'in zengin olmasına daha çok var. Oğlunun okumasını isteyen babası, Ganeş'i koleje gönderiyor ve bir süre sonra ölüyor, oğla tükenmek üzere olan bir petrol kaynağından az bir gelir kalıyor. Başlangıç için bir sermaye. Anne zaten vefat ettiği için Ganeş'in kimsesi kalmıyor, bir başına mücadele etmek zorunda. Ramlogan nam tüccar ve kızı Lila ortaya çıkınca hayat biraz daha kolaylaşıyormuş gibi gözüküyor ama bu Ramlogan'ın Şener Şen'in kurnaz karakterlerinden pek bir farkının olmadığı anlaşılıyor bir süre sonra. Aslında dünyanın iki ucu arasındaki benzerlik dudak uçuklatıcı; pek çok bölümde karakterler oldukça tanıdık geldi, sanki bizim sokaklar anlatılıyormuş gibi. Aynı katakulliler, aynı tepkiler, aynı duygular. Az gelişmiş toplumların ortak özellikleri kolaylıkla belirlenebiliyor. Mesela bu Ramlogan ve kızı, Ganeş'in "adam olabileceğini" anladıklarında adama yapışıyorlar, Ganeş Lila'yla evleniveriyor ve Ramlogan'dan sıkı bir dünyalık koparıyor. Ganeş'in aptal olmadığını biliyoruz, akıllı olabildiğini de biliyoruz ama tam olarak ne olduğunu -sanırım- bilemiyoruz, ticari zekası son derece gelişmiş ama kültürler arasında gidip geldiği ve psikolojik derinliğine hemen hiç inilmediği için sadece eylemlerinden tanıyoruz kendisini. Geleneklere uyuyor, mesela karısını dövmesi Trinidad için kültürel ve kaçarsız bir olgu. Bunun yanında giyim kuşam olarak kendi geleneğini ve Batı geleneğini işine geldiği bir şekilde takip etmesi de dikkat çekici. En basit tabirle kendisinin bir oportünist olduğu söylenebilir. Halkı eğitmek için kitaplar yazıyor ama kendi kazancı daha önemli örneğin. Bir yandan Batı kültürünü kendi topraklarında yaymak istiyor, Batı'ya eklemlenmemenin felaket getireceğini düşünüyor. Etrafındaki insanlar çıkarına göre sürekli değişiyor, hatta kendisini terk eden Lila bir süre sonra geri dönüyor, ticari başarı geldikten sonra. Müthiş bir kaypaklık var, paranın değiştiremeyeceği hiçbir şey yok.

Kolaylıkla değiştirilebilen kodlar sağlam ilişkilere izin vermiyor. Lila'nın modernliği ve haddini bilmemesi bir kurulumun ürünü. Başkaları tarafından yaratılmış ve Ganeş'e itelenmiş bir fikir. Kitap yazması, masörlüğe başlaması, hatta masörlük yaparken okuduğu kitaplardaki teknikleri kullanarak aslında psikoterapi uygulayarak hastalarını iyileştirmesi başkalarının yardımıyla çıktığı yolda kendi doğrultusunu bulabildiğini gösteriyor ama insanların bir doyum noktası yok, Ganeş'i istedikleri yere sürüklüyorlar. Ganeş de bir süre sonra -içindeki umut tükenmeye yüz tutunca, belki- benzer işlere girişiyor ve insanları manipüle etmeye başlıyor, ister istemez. Miguel Sokağı'nda Erkek-Adam olarak geçen, bu metinde Adam-Adam adıyla anılan bir karakter, Ganeş'in Tanrı Bana Dedi ki metnini okuduktan sonra Tanrıyı gördüğünü, kendini çarmıha gereceğini söylüyor ve kendini taşlatıp tımarhaneye postalanıyor. Bu arıza herifin hikâyesi için müstakil bir bölüm ayrılmış, Miguel Sokağı'nı anlatırken ele alacağım. Kısacası Ganeş de yoldan çıkmaya başlıyor ağır ağır, özellikle siyasete atıldıktan sonra. Mücadeleleri, alt ettiği insanlar ve alt edilme hikâyeleri, çarpık demokrasinin olumsuz çıktılarının güzel bir özeti. Son bölümde Ganeş'in bu konuda dönüşümünün tamamlandığını görürüz; anlatıcı çocuk İngiltere'de üniversite okurken memleketinden birkaç devlet adamının bir konferans için İngiltere'ye geleceğini öğrenir, Sömürgeler İdaresi bu devlet adamlarını karşılamasını rica eder çocuktan. Çocuk gara gider, yıllar önce masör olarak gördüğü adamı takım elbise içinde, çok önemli bir devlet adamı olarak tekrar görür. "Pandit Ganeş Ramsumair!" diye seslenir, karşısındaki adem gayet soğuk bir tavırla onu düzeltir: "G. Ramsay Muir." Ad da değiştiğine göre kimlik oturmuştur, politik kimlik son noktadır ve Ganeş tekamülünü tamamlamıştır, o da bir sömürücü haline gelmiştir.

II. Dünya Savaşı'nın toplumu değiştirme hikâyesi bir yana, sömürgelerdeki yaşamların birkaç dünya arasına sıkışarak aldıkları biçime dair de önemli bir metin bu. Kara mizah, komedi, bir güzel karışım. Naipaul'la tanışmak için dört dörtlük bir roman.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder